Vaz mı Geçelim?

Yusuf İslam Türkiye’ye gelince, “iyi ki ben İslam’ı kitaplardan okumuş ve öğrenmişim ve iyi ki Türkiye’ye ye gelmeden Müslüman olmuşum”  demiş. Öyle duydum ve hak vermedim de değil…

Ama ne yapalım, Müslümanlar İslam’ı yaşamıyorlar diye biz de mi vaz geçelim? Şeriat kalktı diye biz de mi hayatımızdan kaldıralım? Tasavvuf ve tarikatlara ehil bir sufi yok diye biz de mi bu mübarek ilim ve marifet ocağını inkâr edelim?

Doğru olur mu bu?

Bir yerde sohbetteyiz. Bana diyorlar ki:

- Siz ‘tasavvuf, İslam’ın aşk ve ihlasla yaşanmasıdır. Nefse, şeytana ve dünyaya aldanmamanın, abid ve zahid yaşamanın ifadesidir’ diyorsunuz. Ama biz ortada böyle bir sufî göremiyoruz. Öyleyse tasavvuf diye bir şey yoktur.

- “Peki, siz şeriatçı mısınız?

- Elbette şeriatçıyız. Şeriat İslam’ın uygulamalı yanı, hukuk bölümüdür. Her Müslüman da şeriatçı olmak zorundadır. Yoksa dinin bir bölümünü inkar ettiğinden dolayı kafir olur.

- Çok güzel. Peki, bugünkü şeriatçıların halini beğeniyor musunuz?

- Hayır!

- Öyleyse şeriatı inkar ederek ondan vaz geçecek misiniz?

- Asla! Şeriatın suçu ne? Suç yaşamayanlarda!

- İyi ama neden tasavvuf için de aynen böyle düşünmüyorsunuz?

- !...

- İşte böyle, bir değerin ehlinin olmaması, onun hakikatine zarar vermez.

Aslında şeriat ile tasavvuf birbirinden farklı şeyler değildir. Birisi işin zahiriyle, diğeri batınıyla ilgilenen bir bütündür. Şeriat namazı vaktinde, abdestli ve tesettürlü olarak kıbleye dönük kılınız diyor. Tasavvuf da namazı huşu içinde ihlasla kılınız diyor. Böylece ikisinden müteşekkil ortaya güzel bir namaz çıkıyor. Bunun ikisi de haktır.

Birisini alıp diğerini atmaya ne gerek var?

Şöyle bir itirazı duyar gibiyim: “Huşu da İslam’ın emridir. Niye ona “tasavvuf” diyorsunuz?”

İyi de kardeşim, “namaz da İslam’ın emridir”, niye onu “şeriat” içinde sayıyoruz?

Açıklaması gayet basit: Namaz İslam’ın emridir. Zahiri/dışı ile şeriat, batını/içi ile de ahlak ve tasavvuf ilgilenir. Bu kadar basit!

Ne var bunda inkar edilecek?

“Biz ona ahlak diyoruz, tasavvuf demiyoruz.”

Peki de biz tasavvuf dersek değişen nedir?

Huşu, aynı huşu. Ne dersen de, değişen bir şey yok. Nasıl olsa itibar manayadır, lafızlara değil.

Biliyorum, bir kısım malum kardeşlerimiz yine yeri göğü inletecekler, bizi “şirke davet etmekle” suçlayacaklardır. Ne yapalım, ilimden nasipleri şimdilik bu kadardır. Durmaz da okumaya ve araştırmaya devam ederlerse, onlar da bu dinin ve medeniyetin güzelliklerine bir gün erecekledir. Gelin anlaşalım; biz onları bilmiyorlar diye kınamayalım. Onlar da her bilmediklerini yok sayarak bizi inkar etmesinler. Böylece barış ve huzur içinde mutlu ve mutmain yaşayalım gitsin.