Kur’an-ı
Kerîm’de “millet” kelimesini inceleyen Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi”nde
şunları yazar:
De ki: "Rabbim, beni doğru yola iletti. Dosdoğru
dîne, Allah'ı birleyen İbrahim'in milleti(dîni)ne. O, ortak koşanlardan
değildi." (En'âm: 55/161)
Râğıb'm açıklamasına göre millet, dîn gibi Allah'ın,
kullarını kendi rızâsına iletmek için, peygamberleri aracılığı ile bildirdiği
kurallarıdır.
Millet kelimesinin türediği “melel” kökünün birçok
anlamı vardır.
“Melel” usanmak, millet, sıcak kül, ateş koru, çukur;
temellül, ağrıdan dolayı yatakta kıvranmak, melîlet, vücut ısısının yükselmesi,
mülâl sırt ağrısı; imlâl yazdırmak demektir. İşte bu kökten türemiş olan
millet, dîn ve şerîat anlamında kullanılmıştır. Peygamberlerin yazdırmasıyla
oluştuğundan şerîate millet denmiştir. Ancak millet, bireylerin özel ibâdet
tarzlarına değil, toplumun dinine denilir.
Aşağıdaki âyetlerden açıkça anlaşılacağı üzere millet,
kuralları getiren peygambere veya topluma izafe edilir, Allah'a veya toplumun
bireylerine hemen hemen hiç nisbet edilmez. Allah'ın milleti, yahut Zeyd'in
milleti denilmediği gibi, namaz Allah'ın milletidir de denilmez. Ayrıca dîn
kurallarının ayrıntıları için değil, tümü için millet ta'bîri kullanılır.[1]
Sonra sana: "Allah'ı birleyerek İbrahim'in
milletine uy; o, ortak koşanlardan değildi" diye vahyettik. (Nahl: 70/123)
Sen onların, kendi dinlerine uymadıkça ne Yahudiler, ne
de Hıristiyanlar senden razı olmazlar. "Asıl doğru yol, Allah'ın
yoludur" de. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyarsan,
andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz. (Bakara:
92/120)
Nefsini aşağılık yapan(beyinsiz)den başka, kim İbrâhîm
milletinden yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyâda beğenip seçmiştik,
âhirette de o, iyilerdendir... 135- "Yahûdî veya Hıristiyan olun ki, doğru
yolu bulaşınız." dediler. De ki: "Hayır, biz dosdoğru İbrâhîm
milleti(dîni)ne (uyarız). O, (Allah'a) ortak koşanlardan değildi."
(Bakara: 92/130, 135)
De ki: "Allah doğru söyledi, öyle ise dosdoğru,
Allah'ı birleyici olarak İbrâhîm milleti(dîni)ne uyun. O, ortak koşanlardan
değildi." (Âl-i İmrân: 94/95)
Hangi insan, dîn yönünden, iyilik edici olarak yüzünü
Allah 'a teslim edip dosdoğru İbrâhîm milleti(dîni)ne tâbi olandan daha güzel
olabilir? Allah, İbrahim'i dost edinmişti... (Nisa: 98/125)
Bu âyetlerde millet, İbrahim'e, yalnız Bakara: 120.
âyette de topluma nisbet edilmiştir. Bu âyette kendi dinlerine uymadıkça
Yahudilerin ve hıristiyanların, Hz. Muhammed'den razı olmayacakları
belirtilmektedir.
İnsanın yaptığı iyi ve kötü davranışlarının tam
karşılığını alacağı gün, âhiret günüdür. Onun için yüce Allah kendisini,
herkesin yaptığı işlerin tam karşılığını alacağı, yani adaletin tam tecellî
edeceği o günün sahibi olarak tanıtmıştır. O gün İlâhî adaletin önünde herkes,
işlerinin tam karşılığını alır: "Zerre miktarı hayır yapmış olan hayrını,
zerre miktarı şer yapmış olan da şerrini görür."[2]
Râğıb'ın da belirttiği gibi millet kelimesi, toplumsal
dîn, şerîat[3] anlamındadır.”[4]
Görüldüğü gibi
“millet” ve “milliyetçilik” gibi dinimizi ve şeriatımızı ifade eden iki
mübarek iki kelimeden, nasıl oldu da büyük bir illet olan “ırkçılık” anlamı
türetildi? “Ak” nasıl “kara”ya kurban edildi. “İyi” nasıl bir hile ile “kötü”yü
temize çıkarmaya alet edildi. Zehirli ve mikrop dolu pis bulaşık suları nasıl
oldu da yakut ve billurdan kadehler içinde renga renk olarak sunuldu…
Bu macerayı baştan alarak görelim isterseniz.
“Millet” kelimesi için “mübarek” demiştik. Neden mi?
Çünkü “millet” bize Arapçadan gelen bir kelimedir ve sözlükte manası “din,
diyanet, şeriat, tazminat, gidilen yol demektir. [5]
DİA İslam Ansiklopedisi biraz daha ayrıntı verir:
“İbrânîce ve Ârâmîce'de melel "konuşmak, söylemek", mille de
"kelime, söz" mânasına gelir. Bununla da ilişkili olarak Arapça'da
"ezberden yazdırmak, dikte etmek" anlamındaki imlâl (imlâ) kökünden
türeyen millet, işitilen ve okunan bir şeye dayanması[6] veya dikte edilmesi ve yazılması[7] bakımından "din" karşılığında
kullanılmış, ayrıca kelimeye "izlenen, gidilen yol" mânası
verilmiştir.[8] Bu çerçevede
"el-milletü'1-İslâmiyye[9] el-milletü'l-Yehûdiyye,
el-mille-tü'n-Nasrâniyye" veya "milletü'l-İslâm, milletti İbrâhîm,
milletü'l-Mesîh[10] milletü Yehûd[11] milletü'l-Mecûs, milletü's-Sâbie,
milletü'1-hak, milletü't-tevhîd, milletü'l-küfr" gibi tamlamalarda belli
dinleri ifade eder.
Millet kelimesi Kur'ân-i Kerîm'de on beş yerde geçmekte[12] ve
sadece tebliğ eden peygambere nisbetle "din" anlamında
kullanılmaktadır. Bu kullanımların üçünde putperest dinleri,[13]
birinde yahudilerin ve hıristiyanların,[14]
ikisinde önceki peygamberlerin dini, sekizinde Hz. İbrahim'in dini[15] konu
edilmekte, onun tebliğ ettiği dinini tek gerçek tevhid dini (Hanîflik) ve
Allah'a teslimiyet olduğu belirtilmektedir. [16]
Arapça'da millet "din" anlamında olmasına ve
onun yerine kullanılmasına rağmen her iki kelime arasında fark olduğu
belirtilmektedir. Din şahsî itaat ve inançtan doğmaktadır, dolayısıyla her
ferdin kendi dinî davranışıdır. Millet ise dinin toplumsal ve kurumsal
boyutudur. Şahsî itaat ve inançların şeklîleşmesı ve gelişmesi millet kavramını
oluşturmaktadır. Millet, dinî bir toplum birliği meydana getiren ve o
toplumdaki sosyal hayatın temelini teşkil eden inançlar ve törenler sistemidir. [17]
Şehristânî de millet kelimesinin toplumsal yönüne vurgu
yaparak onu "belirli kurallara tâbi sosyal birlik, bir dine mensup olanlar
topluluğu" olarak açıklamaktadır.[18]
Kur'an'da Hz. İbrahim'in "iyilik örneği ve
önderi" anlamında[19] bir ümmet olduğu belirtildiğinden[20] onun
dininden de millet diye bahsedilmekte, ancak klasik dönemde bu kelimeye daha
çok "din ve şeriat" mânası verilmektedir. Nitekim Mes'ûdî bunu
"eş-şerâi' ve'1-milel, el-mezâhib ve'1-milel, el-ârâ' ve'1-milel"
şeklinde kullanmaktadır.[21]
Kelime "el-mille" veya "ehlü'l-mille" olarak
kullanıldığında ise Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği din ve müslümanlar
kastedilmektedir.
Millet-i
İbrâhîm terkibinin yer aldığı âyetlerde Resûl-i Ekrem'in tebliğ ettiği dinin
özü bakımından Hz. İbrahim'in diniyle aynı kabul edildiği hususu vurgulanmakta,
gerek yahudilerin ve hıristiyanlann gerekse Araplar'ın saygı gösterdiği İbrahim
milletinin ayırt edici özelliğinin Hanîflik ve tevhid İnancı olduğu bildirilmektedir. [22] Bir
âyette "mille-i âhire" ifadesiyle[23]
Hıristiyanlık veya Kureyş'in atalarının dinine, diğerlerinde ise bâtıl dinlere[24]
atıfta bulunulmaktadır.
Bu
ayetlerden birkaç örnek görelim isterseniz.
“Ne
Yahudiler ne de Hıristiyanlar, sen onların dinlerine (milletlerine) tabi
olmadıkça asla senden razı olmazlar. Sen
de ki: "Allahın hidayet yolu olan İslam, doğru yolun ta kendisidir. Sana gelen bunca ilimden sonra onların heva
ve heveslerine uyacak olursan, Allaha
karşı hiçbir koruyucu ve yardımcı bulamazsın.”[25]
“Kendini
bilmeyen ahmaktan başka kim İbrahim'in dininden (millet-i ibrahîm) yüzçevirir
ki? Biz onu dünyada nübüvvetle müşerref
kılıp seçtik. O ahirette de salihlerden olacaktır.”[26]
“Bir de:
"Yahudi veya hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız" dediler. De ki: "Biz Hakka doğru yönelmiş
bulunan İbrahim'in dinine (millet-i ibrahim) tabi oluruz. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı."[27]
“Sen:
"Sadakallah: Allah sözün doğrusunu söyledi." de. Haydi bakalım Allahı bir tanıyarak İbrahimin
dinine uyun. Pek iyi bilirsiniz ki o,
asla müşriklerden olmamıştı.”[28]
“Sonra
da sana vahyettik ki: Doğru yola yönelerek İbrahim'in dinine tabi ol; zira o
müşriklerden değildi.”[29]
Şimdi
biz tefsir, hadis, fıkıh, lügat gibi bütün kitaplarımızda “millet” kelimesini
hep böyle anlamış bir “millet”iz. Şu ikinci “millet” kelimesinde kullandığımız
gibi onu sadece “kavim, ulus”manasına havale etmek, bizim zihin dünyamıza bıçak
saplayarak suikast etmekten farksızdır. Bunu göstermek babından ilk yazdığımız
ayetlerin tefsirini Elmalılı Hamdi Yazır’dan bir okuyalım isterseniz. Ama
dilimize işlenen cinayetler sebebiyle daha dün yazılan bu tefsiri şimdiki
nesiller anlamamaktadır. Bu yüzden sadeleştirilerek yapılan bir baskısını
tercih edeceğiz maalesef.
Ayet:
“Ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar, sen onların dinlerine (milletlerine) tabi
olmadıkça asla senden razı olmazlar. Sen
de ki: "Allahın hidayet yolu olan İslam, doğru yolun ta kendisidir. Sana gelen bunca ilimden sonra onların heva
ve heveslerine uyacak olursan, Allaha
karşı hiçbir koruyucu ve yardımcı bulamazsın.”[30]
Elmalılı
Tefsiri: “Yahudiler Hz. Peygamber'e "Gel bizimle bir müddet hoş geçin,
bizi memnun et de sana tabi olalım." diye bir teklifte bulunmuşlar. Bu
teklifteki art düşüncelerini anlatmak için şu âyet inmiş: Ey Muhammed! Ne
yahudiler, ne de hıristiyanlar sen onların milletlerine tabi olmadıkça asla
senden memnun olmazlar, hiçbir şekilde onların gönüllerini hoş edemezsin, meğer
ki, milletlerine tabi olasın.
Halbuki
senin için, ikisinin de milletine tabi olmak mümkün değildir. Çünkü
birbirlerine "hiçbir şey değil" diyen bu iki millet aslında
birbirlerine son derece zıttırlar. İki zıddın birleşmesi mümkün olmadığından bu
iki milletin ikisine birden tabi olmanın, ikisini birden razı etmenin yolu
yoktur. Yahudiler yahudi, hıristiyanlar hıristiyan kaldıkça ikisinin de senden
razı olmaları mümkün değildir. Şu halde sen peygamberlik diline mahsus olan bir
belağat ve edeple onlara sadece de ki; Allah'ın hidayeti, işte uyulacak hidayet
ancak odur. Hidayet diye ona denilir, sizin hidayet dediğinize değil.
Bir
başka mânâ ile Allah rehberi yok mu? İşte esas uyulacak rehber odur. Allah'ın
Resulü, Allah'ın kitabı, Allah'ın dini dururken, başkasına tabi olmak
sapıklıktır.
Özetle
hak din, Allah'ın dinidir. Aranacak, uyulacak olan odur. Ben size değil, siz
bana uyacaksınız. "uyulmaya layık olan haktır". Yol hak yolu, hidayet
Allah hidayetidir. Onlara işte böyle söyle ve şunu da bil ki; vallahi eğer sen,
sana gelen bunca ilimden sonra, mesela onların heva ve heveslerine, keyiflerine
uyacak olsaydın Allah'dan senin ne bir dostun, ne de bir yardımcın bulunur.
Ortada kalır, helak olur gidersin. Çünkü Allah katında küfre ve şirke yardım
yoktur.
Millet:
Lügatte esasen söyleyip yazdırmak veya ezbere yazmak mânâsına gelen masdarıyla,
yani "imlâ" mânâsıyla ilişkili olan bir isimdir. Zemahşerî'nin
"Esas"ta beyanına göre; asıl mânâsı "tutulup gidilen yol"
demektir ki, eğri veya doğru olabilir. İşte bu anlamdan alınarak din ve şeriat
mânâsında kullanılmıştır. Şehristanî'nin "el-Milel ve'n-Nihal"deki
beyanına göre din, şeriat, millet denilen şeyler hadd-i zatında hep aynı
şeylerdir. Ancak itibar edilen ve gözetilen mânâya göre, yine de her bi r i bir
başka yönden diğerinden farklı bir anlam kazanır. İtikat ve iman bakımından
din, amel ve tatbikat bakımından şeriat, sosyal bakımdan, yani sosyal realite
bakımından millet denilir. Gerçekte itikad edilen ne ise, amel edilen de odur.
Amel edilen ve uygulanan ne ise esas itibariyle üzerinde ittifak edilen şey de
odur.
Şu halde
millet, bir cemiyetin etrafında toplandığı ve üzerinde yürüdüğü, diğer bir
deyişle, ictimaî duygu ve telakkilerinin tabi olduğu ve kitlesinin bağlı
bulunduğu hakim ilkeler ve takib edilen gidişattır, sülûk edilen yoldur. Bu
yolun hak olanı, hak olmayanı, eğri olanı, doğru olanı vardır. Şu kadar var ki,
yolun hak olanı güzel sonuca, hak olmayanı da hüsrana ve kötü akibete götürür.
Demek ki
millet, sosyal kurul dediğimiz toplumun kendisi değildir. Ona cemaat, kavim,
ümmet veya ehl-i millet denilir. Mesela Yahudilik ve Hıristiyanlık birer
millettir fakat yahudiler ve hıristiyanlar ehl-i millet, sahib-i millettirler,
diğerleri de öyle...
Bununla
beraber "millet" kelimesi "ehl-i millet" mânâsına da mecaz
olarak kullanılmaktadır. Mesela; "millet şöyle yaptı, millet böyle
yaptı" denilir ki bu, kavim demektir. Müteallikı zikredip, müteallakı
murad etmek kabilindendir veya doğrudan doğruya mecaz-ı hazfîdir. Nitekim
âyette "İbrahim milleti" tamlaması, her iki mânâya da tefsir
edilebilir.
Âyette
"heva ve hevesleri" buyurulması, gösteriyor ki, yahudi ve
hıristiyanların takip ettikleri din ve millet, yukarıdan beri, inkar edilemez
delil ve burhanlarla isbat edildiği üzere, kendi heva ve hevesleriyle,
gönüllerinin keyfince uydurulmuş hurafeler, din adına ortaya konulmuş
bozmalardır. Bunlar hakka değil, keyiflerine tabidirler; milletleri,
peygamberlere indirilen kitaplardan ve hak yol olan tevhidden, İslâm ve ihsan
esaslarından çıkmış, bambaşka bir şey olmuştur. Cenab-ı Allah, bütün bu eski
dinlerin temel ilkelerini Kur'ân'da açıklamış, bunları tasdik ve teyid edip
yeniden onaylamış ve o ilkelerden ayrılanların, gerçek dine değil, kendi
hevalarına uyduklarını göstermiştir. Bunların din dedikleri şeylerin aslında
hevadan ibaret bulunduğunu hatırlatarak peygamberini bunlara uymaktan şiddetle
sakındırmıştır.
Bir âyet
öncesinde son derece okşayıcı ve güven verici bir ifade kullandığı
peygamberine, onun arkasından bu sert uyarıyı irâd buyurması ne kadar
mânâlıdır. Bu ihtarın peygamberden ziyade ümmetine yapılmış olduğuna şüphe
yoktur.”[31]
Şu
zamanlarda ümmetin bunu anlamadığı düştüğü sefil halinden belli değil midir?
“Batılılaşma” bu sakındırılandan başka bir şey midir? Milliyetçilik maskesi
altında ırkçılık yapmak da onlardan gelen bir illete kurban olmak değil midir?
Aynı
ayete son zamanlarda yazılan ve Diyanetin bastırdığı “Kur’an Yolu” isimli
tefsirde verilen açıklama da şöyledir: “"Din" diye çevrilen millet
kelimesi, "Allah'ın, peygamberleri aracılığıyla insanlara bildirdiği,
onları Allah'a yakınlaştıran yol; dinî ilkelerin ve kuralların bir toplum
tarafından benimsenip gelenekleştirilmiş şekli" anlamına gelir. Başka bir
tanıma göre millet, Allah'ın koyduğu kuralları ve İlkeleri, din de kişinin
uyguladığı kuralları ve ilkeleri ifade eder. Buna karşılık dinin aslî biçimine
olduğu gibi, az çok yozlaştırılmış şekline de millet denilebilir. Nitekim
âyette millet kelimesinin, ikisi de tahrife uğramış olan Yahudilik ve
Hıristiyanlık İçin kullanılmış olduğunu görüyoruz. Milletin dinden bir başka
farkı da, sadece bir peygambere veya bir topluluğa nispet edilebilir olmasıdır.
Meselâ "İbrahim'in milleti, hıristiyan milleti, İslâm milleti"
denilebildigi halde "Ahmed'İn milleti, Ali'nin milleti" denilmez;
buna karşılık din kelimesi her durumda kullanılır. Ayrıca Allah'ın dini
(dînullah) denilir, fakat Allah'ın milleti (milletullâh) denilemez.(Râgıb
el-İsfahânî, el-Müfredât, "mil" md..)”[32]
Hadislerde
millet kelimesi Kur'an'daki anlamları yanında "doğuştan getirilen
özellikler, fıtrat" mânasında da geçmektedir.[33]
Bütün çocukların İslâm milleti üzere doğduğunu, ancak daha sonra başka dinleri
benimseyecek şekilde eğitilebildiklerini ifade eden hadisin[34]]
bazı rivayetlerinde millet yerine "fıtrat"ın geçmesi iki kavramın eş
anlamlı olarak kullanılabileceğini göstermektedir. Hadislerde ayrıca İbrahim
milletinden ve onun hanîf ve müslim olduğundan bahsedilmekte[35] Hz.
Muhammed'in ashabının İbrahim milletini takip ettiği belirtilmektedir.[36] Bir
kısım hadislerde "Abdülmuttalib'in milleti"[37] ve
"Resûlullah'm milleti"[38]
tabirleri de geçmektedir. Hıristiyanların ve yahudilerin yetmiş iki fırkaya
(millet) ayrıldığını, müslümanların ise yetmiş üç fırkaya ayrılacağını,
bunlardan sadece birinin kurtuluşa ereceğini bildiren rivayette görüldüğü gibi[39]
hadislerde bir dinin mensupları arasındaki gruplar için fırka yanında millet
de kullanılmıştır.
İslâmî
literatürde millet kelimesinin, "Allah'ın kulları İçin kitaplarında ve peygamberlerinin
diliyle koyduğu esaslar" şeklinde yer alan tanımıyla din ve şeriatla eş
anlamlı olduğu belirtilmekte, ancak bakış açısına bağlı olarak aralarında fark
bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Allah'ın koyduğu kurallar bakımından millet,
onları yerine getirenler bakımından din kelimesinin kullanıldığı, ayrıca millet
tabirinin Allah'a veya diğer insanlara değil sadece onu tebliğ eden peygambere
nisbet edildiği, dolayısıyla "Allah'ın dini, Zeyd'in dini" denildiği
halde "Allah'ın milleti, benim milletim, Zeyd'in milleti" denilmeyeceği[40]
millet ve şeriatın Allah'ın kullarından yapmalarını istediği, dinin ise
Allah'ın emrinden dolayı kulların yaptığı şey olduğu[41]
şeriata kendisine uyulması bakımından din, üzerinde birleşip bir araya
gelinmesi bakımından millet adı verildiği[42]
Allah'ın koyduğu prensiplerin bunları 'nun adına bildiren kimseye nisbetle
millet ve bunlarla amel eden kimselere nisbetle din diye anıldığı[43]
söylenmiştir.
Ebü'l-Hüseyin
el-Basrî, şeriattan farklı olarak millet ve din adının fürû hükümlerine değil
tevhid, asıl ve ihlâs gibi temel unsurlara (usul) verildiğini[44]
Sıddîk
Hasan Han, şer' ve şeriatın bir peygamber tarafından getirilen ilâhî esaslara
ve daha çok cüz'î ahkâma tekabül ettiğini, küllî usul için mecazen kullanıldığını,
buna karşılık millet kelimesinin Allah'a, meleklere, peygamberlere ve kitaplara
iman gibi usul için hakiki, fürû için mecazi anlamda geçtiğini, bunda nesih ve
peygamberlere göre farklılık söz konusu olmadığını belirtir.[45]
Kavram
yönünden şeriat ve millet arasındaki farkı aynı şekilde tesbit eden Âlûsî dinin
bu çerçevede milletle eş anlamlı sayıldığını, ancak Allah'ın koyduğu
prensiplere insanların kabulü açısından din denildiğini, çünkü kelimenin kökünde
"boyun eğme, itaat" anlamı bulunduğunu söyler.[46]
Bu tanım
ve açıklamalardan millet, din ve şeriat kelimelerinin eş anlamlı olmakla birlikte
ilâhî prensipler bütününe Allah'ın koyduğu kurallar olması bakımından millet
ve şeriat, kulların itaati ve yerine getirmesi bakımından din denildiği,
ayrıca peygamberlere ve zamana göre değişmeyen temel prensipler için din ve
millet, değişebilen cüz'î hükümler İçin şeriat kelimesinin kullanıldığı
anlaşılmaktadır. Tehanevî “Keşşaf’u Istılahi’l Fünun” isimli eserinde millet
ile din, şeriat, ahkam vb. kavramlar arasındaki ince ayrıntıları ve detay
farkları verir.[47]
İslâm'ın
diğer dinlerden ayrı bir millet olduğu hususunda ittifak bulunmakla birlikte
diğer dinlerin (küfrün) tek millet sayılıp sayılmadığı ihtilâf konusudur.
Bâtılda birleşme bakımından bunların tek millet olduğunu ileri sürenlere göre,
“el-Küfrü milletün vahidetün” hadisinde olduğu gibi, din ayrılığı bu
ilişkilerde gayr-i müslimler arasında bir engel teşkil etmez; diğer dinleri
inanç farklılıklarına bağlı şekilde ayrı ayrı milletler sayanlar ise
müslümanlarla olduğu gibi onların kendi aralarındaki ilişkilerde de din
ayrılığını engel görürler.
Fukahanın
karşılıklı münasebetlerini kurallara bağladığı din temeline dayalı vatandaşlık
ve azınlık hukuku anlayışı, Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında ve modernleşen
diğer İslâm ülkelerinde batılılaşmanın etkisiyle terkedilmiş, vatandaşlık din
esasına dayanmaktan çıkarılmış, “zimmî” kategorisi ilga edilmiştir; böylece
müslüman ve zimmî arasında millet farkından doğan hukukî sonuçlar da ortadan
kalkmıştır.
Şimdi
soralım; din ve şeriat manasına gelen bu mübarek millet kelimesi nasıl oldu da
ırk ve ulus anlamına kaydırıldı?
Modern
dönemde Batı'da ortaya çıkan "nation" kavramı Türkçe ve Farsça'da
millet kelimesiyle karşılanmış, böylece millet terimi İslâmî literatürde
taşıdığı dinî içeriğinden soyutlanarak salt sosyolojik ve siyasal bir kavram
halini almıştır. Bundaki amaç, dinin reddettiği ırkçılık düşüncesini İslamî bir
kamuflaj içinde Müslümanlara yutturmak düşüncesidir.
Bir
devletin millet esasına dayalı olması gerektiği düşüncesi XIX. yüzyılda
Batı'da, XX. yüzyılda diğer ülkelerde ve Türkiye'de hâkim siyasî düşünce
durumuna gelmiştir. Ancak milletin tanımı ve ölçütü konusunda her dönemde
siyasî yaklaşımlar ışığında farklı nazariyeler ortaya atılmıştır. Dil, din,
coğrafya, ortak tarih ve vatandaşlık gibi unsurların tek başına veya birkaçı
bir arada milliyetin ölçütü olması gerektiği hususunda tartışmalar yapılmıştır.
Bununla
beraber modern dönemde "bir milletin bir devletle aynîleşmesi"
anlamına gelen milliyetçilik akımı, kitleleri milliyet duygusu etrafında
toplayıp harekete geçiren en önemli unsur kabul edilmiştir. John Locke
İngiltere'de, Jean-Jacques Rousseau Fransa'da, Giuseppe Mazini İtalya'da,
Johann Gottfried von Herder Almanya'da ve Ziya Gökalp Türkiye'de milliyetçilik
düşüncesinin öncüsü olarak görülür.
Milliyetçilik,
I. Dünya Savaşı'ndan sonra Asya ve Afrika'da da hızla yayılmıştır. Türkiye'de
Atatürk, Mısır'da Sa'd Zağlûl ve Cemal Abdünnâsır, Çin'de Sun Yat -sen gibi
liderler bu süreçte rol oynamıştır. I. Dünya Savaşı'nın ardından Milletler
Ligi, II. Dünya Savaşı'nın ardından Birleşmiş Milletler Teşkilâtı dünyada
milletler arasında iş birliğini ve barışı sağlamak amacıyla kurulmuştur.[48]
Millet
kelimesi zaman zaman mecazi anlamda ehl-i millet, sahib-i millet yerine, gerçek
anlamdaki millete uyan insan topluluğu karşılığında da kullanılır. Ama bu
kullanılışta da “ulus”, “kavim” ya da “nation” kavramları ile
ilişkilendirilemez. Mecazi kullanışta, doğal olarak, belirleyici öge ulus
kavramında olduğu gibi soy, tarih, dil vb. değil, dindir. Bu nedenle sözgelimi
“İslam milleti” deyimi gerçek anlamıyla “İslam dinini”, mecazi anlamıyla da
“müslüman olan tüm uluslar toplamını” ifade eder. Buna karşılık “millet”
kelimesi ne gerçek, ne de mecazi anlamıyla “Arap”- milleti” ya da “Türk
milleti” biçiminde kullanılamaz. Çünkü Arap ya da Türk adları bir dini değil,
bir soyu belirtir.[49]
Kelime,
son asırlarda belki kendisine sosyal bakımdan yüklenen anlamdan da etkilenip,
belki de ustaca bir manevra ile bilerek yapılmış bir yanlışlık olarak modern
dönemde Batı'daki "nation" kavramının karşılığı olarak Türkçe ve
Farsça'ya geçmiş ve bu dillerde tamamen sosyolojik ve siyasal bir içerik
kazanmıştır.
Evet,
Müslümanların ilim ve kültür hayatında asırlardır “din ve şeriat” manasına
kullandıkları “millet” kelimesi, ırkçılığın yayılması devrinde bir de bakıyoruz
ki bir kısım insanların dillerinde süratle anlam kaymasına uğramış ve aslî
manasından saptırılarak büyük bir ihanetle çok çirkin cinayetler işlenmesine
vesile edilmiştir. Bunun altında yatan ise hile aldatmadan, kafa karıştırarak
halkı kandırmadan başka bir şey değildir.
Sonuç
itibariyle “millet” kavramının Türkçedeki “ulus”, “kavim” kelimesiyle ilgisi
yoktur. “Millet” kelimesinin Türkçede “ulus”, “ırk” ve “toplum” anlamında
kullanılması kesinlikle yanlıştır. Bu kavram, belirli bir dine inananlar
topluluğunu anlatmaktadır. Ümmet ise, belli bir peygamberi takip eden
mü’minleri anlatır. Türkçede, ‘şoför milleti’, ‘kadın milleti’, ‘erkek milleti’
gibi söyleyişler de yanlış kullanılan sözlerdir. Halk, millet kelimesini belli
bir topluluk adı olarak kullanmakta ise de bu galattır, Kur’an kültürüne
terstir. “Küfrün tek millet olduğu” gerçeğini hatırlarsak, bu kavramın ifade
ettiği anlam biraz daha iyi anlaşılmış olur.[50]
Nitekim
biz de çocukluğumuzda bu kafa karışıklığını hayretler içinde yaşadık. Özel
olarak Kur’an öğrenmek için mahallemizdeki “Okumaya” gittiğimizde hocamız din
dersi saatinde “haydi hep beraber” der, bize topluca söyletirdi. Biz de neşe
içinde bağırarak söylerdik:
-Anan
kim?
-
Havvaaa!
- Baban
kim?
-
Âdeeeem!
- Hangi
millettensin?
-
İbrahim milletindeeeeen?
Sonra
okula gittik. İlk çatışmayı yaşadık fikir dünyamızda. Çünkü öğretmenimiz bana
“hayır, öyle değil” diyerek, anamın Hatice, babamın Özdemir, milletimin de Türk
milleti olduğunu söylüyordu ciddi ciddi.
Acaba bu
nasıl oluyordu?
Biz
hangi milletten idik? Türk milletinden mi, İbrahim milletinden mi?
Cumhuriyetin
ırkçı eğitiminde orta eğitim gibi uzun bir müddet bu tür yanlışı hep doğru
olarak bildik. Şimdi bu yanlışları hala zihninde taşıyanları ve batılı hak gibi
savunanları gördükçe, buna sebep olanların bu milletene kadar büyük kötülük
ettiğini anlıyor ve ahirette nasıl hesap vereceklerine hayret edyorum. Zira
binlerce, belki milyonlarca insanın kanının dökülmesine sebep olanlar, hiç
şüphesiz “sebep olan yapan gibidir” kaidsine göre bu katilliklerden hissedar
olarak hesap vereceklerdir.
Şimdi bu tahrifi, bu bozmayı, bu ihanet ve cinayeti görelim isterseniz.
[1] Râğıb, Müfredat.
[2] Zelzele: 91/8.
[3] Müfredat.
[4] Bkz. Prof. Dr. Süleyman
Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 13/350-351.
[5] Bkz. Bekir Topaloğlu – Hayrettin Karaman, Arapça
Türkçe Yeni Kamus, 3. Baskı, İst. 1969. S. 416-417; Şamil İslam
Ansiklopedisi, Millet md.; DİA İslam Ansiklopedisi, el- milel ven-Nihal
md.
[6] İbnü'l-Hâim,s. 105.
[7] Âlûsî, 1, 371; Sıddîk
Hasan Han, 11, 337.
[8] Tehzîbü'1-lu.ğa,
"mü" md.; Zemah-şerî, s. 790; Âlûsî, 1, 371.
[9] el-milletü'l-Muham-mediyye.
[10] mille-tü'n-Nasrâniyye.
[11] milIetü'1-Ye-hûdiyye.
[12] M. F. Abdülbâki,
el-Muccem, "mil" md.
[13] el-A'râf 7/88, 89;
İbrâhîm 14/13; el-Kehf 18/ 20.
[14] el-Bakara 2/120.
[15] el-Bakara 2/130, 135;
Ai-İ İmrân 3/95; en-Nisâ4/125; el-En'ârp 6/161; Yûsuf 12/38; en-Nahl 16/ 123;
el-Hac 22/78; EP (Fr.|, VII, 61; DİA, IX, 313.
[16] Yûsuf 12/38; Sâd 38/7.
[17] Izutsu, s. 216
[18] el-Mliel ue'n-nihal, 1,38
[19] Şevkânî, III, 228-229
[20] en-Nahl 16/120.
[21] et-Tenbîh, s. 4, 155, 334.
[23] Sâd 38/7
[24] el-Bakara 2/120; el-A'râf
7/88, 89; Yûsuf 12/37; İbrâhîm 14/13; el-Kehf 18/20
[25] el-Bakara 2/120.
[26] el-Bakara 2/130.
[27] el-Bakara 2/135.
[28] Ai-İ İmrân 3/95.
[29] en-Nahl 16/ 123.
[30] el-Bakara 2/120.
[31] Hak Dini Kur’an Dili,
Asıl Baskı olanı, Eser Kitabevi, İst. 1971, s. I, 483 vd. sadeleştirilmişi,
Azim Dağıtım, İst. Ty. S. I, 399vd.
[32] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an
Yolu:I/119-121.
[33]Wensinck, el-Mıfcem,
"mü" md.
[34] Miisned, 11, 253, 381;
Müslim, "Kader", 23; Tirmizî, "Kader", 5
[35] Müsned, III, 442.
[36] Müsned, III, 5, 123, 406,
407, 442; Dârimî, "İSti'zân", 54; Ebû Dâvûd, "Edâhî", 4
[37] Bu-hârî,
"Cenâ=İz", 81, 102, "Menâkıbü'l-en-şâr", 40,
"Tefsîr", 28/1; Müslim, "îmân",
[38] Ebû Dâvûd.
"Cihâd", 82; Tirmizî, "Cenâ'iz", 54.
[39] Müsned, 11, 332; IV, 102;
Ebû Dâvûd, "Sünnet", 1; Tirmizî, "îmân", 18
[40] Râgib el-İsfahânî,
el-Müfre-dât, "mil" md.
[41] Kurtubî, II, 93.
[42] Seyyid Şerîf el-Cürcânî,
Şerhu'l-Meuâkıf, I, 14; et-Ta'rîfât, "dîn" md.
[43] Ebüssu-ûd Efendi, V, 149.
[44] el-Mu'temed, II, 341.
[45] Ebcedü'l-'alûm, II,
338-339
[46] Rühu'l-me'ânî,}, 371.
[47] Bkz. Keşşaf, I-II,
Kahraman y. İst. 1984, s. II, 1346,
[48] Bkz. TDV İslam
Ansiklopedisi, Millet md.
[49] Bkz. Ahmet Özalp, Şamil
İslam Ansiklopedisi, millet md.
[50] Bkz. Hüseyin K. Ece,
İslâm'ın Temel Kavramları, s. 414-415.
WebDevelopper © 2018 - Dizayn ve Kodlama GkyKrkc