Siyaset,
Osmanlı literatüründe şu anlamlarda kullanılmıştır:
1)
Hükümet, ülke idaresi,
2)
Cezaya müstehak olanların cezasını vermede şiddet göstermek (erbab-ı hükümette
siyaset elzemdir),
3) Ceza,
mücazat, cümle idam cezası (siyasete uğramak, meydan-ı siyaset), 4) Reayanın
işlerinin düzenlenmesi için hikmet-i hükümet iktizasından olan icraat, 5)
Devletler arasındaki münasebet ilmi, diplomasi.
Siyaset
Türkçede, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatı; bir amaca ulaşmak için
düşündüğünden başka türlü konuşup davranarak işini yürütme; ülke, devlet, insan
yönetimi gibi anlamlarda kullanılmaktadır.[1]
Siyasetin,
batıda sistematik bir biçimde incelenmesinin Yunanlı düşünürler, Eflatun (M.Ö.
437-347) ve Aristo (M.Ö. 384-322) ile başladığı kabul edilir. Bu düşünürler siyaseti,
toplumu etkileyen genel konulara ilgi, ya da kamu yararına yönelik faaliyet biçiminde
tanımlamışlardır. Eflatun ve Aristo, toplumu etkileyen genel konuları, yani
kamu çıkarını, özel çıkarlara göre ahlaken üstün görmüşlerdir. Aristo'ya göre
"polis" ya da kent-devleti, kamu yararını, yurttaşlık değerlerini ve
ahlâki olgunluğu gerçekleştirmek için kurulmuştur. Aristo, "insan,
mahiyet itibariyle siyasal bir hayvandır (zoon polilikon). Polis'te yaşamak
onun tabiatındandır. İnsan ancak polis'te en yüksek moral değerlerine
ulaşabilir" demektedir. Aristo'nun bu anlatımları, bazı siyaset
bilimlerince, siyasetin en geniş ve hatta çağdaş yorumu olarak
değerlendirilmektedir.
İslâm
düşünürleri siyaseti, sosyal hayat için vazgeçilmez yararlı bir uğraş olarak
yorumlamışlardır. Örneğin İmam Gazâli'ye (1058-1111) göre siyaset, yaşayabilmek
için zorunlu işler arasında yer alan şerefli bir meslektir; toplumun sevgi,
saygı, yardımlaşma ve beraberliğini sağlama aracıdır, insanlığı ıslah ile
dünya ve ahirette selamete ulaştıracak doğru yolu gösteren bir faaliyettir.
Selçuklu veziri Nizâmülmülk, devlet yönetimine ilişkin olarak yazdığı ve Sultan
Melikşah'a sunduğu ünlü eserine "Siyasetnâme" adını vermiştir. Bazı
Batılı kaynakların Toplum Bilimi (sosyoloji)'nin kurucusu saydıkları İbni
Haldun (1332-1406) ise siyaseti, "devlet yönetiminde izlenen yol (idare
usulü)" olarak tanımlamıştır.
1950'lerden
sonra, siyaset anlayışında önemli bazı değişiklikler olmuştur. Bilim adamları,
yasama, yargılama ve yürütme organlarının kendi başlarına var olmadığı, biri
diğerinden ya da toplumdaki diğer siyasal örgütlerden (siyasal partiler ve
baskı grupları gibi) bağımsız olarak işlemediğini vurgulamışlardır. Formel bir
kurum olan devlet ile birlikte diğer siyasal kurumlar, toplumun sosyal ve
iktisadi yapısı, değer yargılan ve normları "siyasal sistemi" oluşturmaktadır.
Bu nedenle, yasal-kurumsal yapının yanında, siyasal gruplar, halk hareketleri,
siyasal kayıtsızlık, siyasal katılma, karizmatik liderlik gibi konuların
incelenmesi ve değerlendirilmesi zorunlu olmuştur.
Toplumu
ilgilendiren kararlar, siyasal iktidar tarafından alındığı ve onun tarafından
uygulandığı için, siyasal faaliyetlerin amacı, iktidarı ele geçirmek, ya da
etkilemektir. Bu nedenle bazı düşünürler siyaseti, "iktidar
mücadelesi" olarak nitelemişlerdir. Ülkedeki siyasal rejimin çoğulcu bir
nitelik taşımadığı ve siyasal iktidarın, belirli bir azınlık grubunun elinde
olduğu durumlarda siyaset, aslında bir savaştır, bir mücadeledir. Çünkü
iktidar, bunu elinde tutanlara toplum üzerinde haksız olarak egemenlik kurmaya
ve bu egemenlikten kendi çıkarları için yararlanmaya imkân sağlamaktadır.
Böylece iktidar ve dolayısıyla siyaset, azınlığın çoğunluk üzerinde imtiyazını
sürdürme aracıdır. Böyle durumlarda, çoğunluk da, çeşitli yöntemler kullanarak
imtiyazlı azınlığın iktidarını değiştirmek için mücadele eder.
Siyasal
rejim konusunda genel bir kabulün olduğu ve demokratik bir yönetimin bulunduğu
ülkelerde siyaset, yarışma, uzlaşma ve işbirliğini gerektiren bir faaliyet
olarak değerlendirilmektedir. Bu tür ülkelerde de siyasetin amacı, iktidarı
ele geçirmektir. Ancak bu ele geçirme mücadelesi, demokratik usuller
çerçevesinde yürütülmektedir.[2]
Biz devletin idare edilmesine, toplumun tüm
ihtiyaçlarının karşılanarak yönetilmesine “siyaset” diyoruz. Aslında her
vatandaş vergi vererek, askerlik yaparak vs. bir şekilde siyasal bir görevi
yerine getirirler. Ama bizde siyaset ve siyasetçi denince daha çok partiler
aracılığı ile seçilerek devlet işlerini yürütme görevini üslenen veya bunun
için atamalar yapmak suretiyle insanları istihdam eden, böylece siyasi yol ve
yöntemlerle halkı idare eden insanlar akla gelir.
Ülke içinde bu tür hizmetlerin yürütülmesi daha çok
anayasa ve yasalarla belirlenmiş belli haklar ve sorumluluklar doğurur. Seçme,
seçilme, memur olma veya kamu hizmetlerinden faydalanma gibi hususlar, birer
siyasi haktırlar. Bireyler bu haklarını kullanmada özgürdürler.
Siyasi hakların başında hiç kuşkusuz siyasi parti kurma
veya bunlara özgürce üye olma, seçme ve seçilme hakları gelir. İnsanların hepsi
birden devlet ve siyaset görevlerine doğrudan katılamayacağına göre, aralarından
seçtikleri temsilcilerle bu yönetim işlerini yapmaları kabul edilmiştir. Buna
“temsili demokrasi” denir. Siyasi partiler, anayasa ve kanunlarda belirtilen
temel esaslara ter düşmemek kaydıyla, serbestçe kurulurlar.
Bütün bu anlatılan siyasi işlemler İslam fıkhı, onun
muamelatı ölçü alınarak yapılırsa, meşhur adı ile ifade edersek İslam Şeriatı
esas alınarak yapılırsa, yani ülke İslam Hukuku ile yönetilirse, buna “şer’î
siyaset/siyeset-i şer’iyye” denilir. İslam ülkesinin gerçekten bir İslam ülkesi,
yani “daru’l İslam” olabilmesi için, o ülkenin ve halkının İslam’ın getirdiği
kanun ve kurallara göre, yani fıkıh ve şeriata göre yönetilmesi şarttır. İslam
hukukunun uygulanmadığı yer, teknik tabiriyle “daru’l İslam” değil, “daru’l
küfür” veya “daru’l harp”tir.
İşte bu noktada İslam ve siyaset ilişkileri devreye girmektedir. Ancak bunu görmeden önce birkaç anahtar kavramı daha hatırlayalım isterseniz. ama önce çok önemli bir noktaya temas edelim.
Bütün bunları yazarken unutmadığımız bir gerçek daha
var: Bu ülkede siyaset, cumhuriyet kurulduğu günden beri hem yerli hem de
yabancı güçler tarafından vesayet altında tutulmaktadır. Bu yüzden de adı
“vesayetçi siyaset”e çıkmıştır. Bu ne demektir?
Vesayetçi siyaset, hem seçilmişlerin seçiminde, hem
seçildikten sonra yaptıkları siyasette, hem de devlet organlarında çalışan ve
seçilmişler tarafından atanmış bürokratların tayin, işlem ve denetimlerinde
vesayet ve gözlem altında tutularak yapılan siyasettir. Bundn amaç da halkın
iradesinin siyasete doğrudan yansımasını engellemektir. Hâkimiyeti milletin
elinden alarak belli kurumlara vermenin adıdır bir başka tabirle. Açıkçası,
seçimler ve sandıklarla halkın aldatılma, gözünün boyanmasıdır. Bir nevi
demokrasi oyunudur. Bir başka tanımla vesayetçi sistem, seçilmişlerin devlet
organlarındaki atanmışların denetimi altına sokulduğu sistemdir.
Şöyle ya da böyle, sonuç, halkın iradesinin ve
egemenliğinin güme gitmesidir. Böylece elinden iradesinin geçerli üstünlüğü ve
egemenlik hakları alınan halkın, sürü yerine konulmasıdır. Demokrasinin içinin
boşaltılıp bostan korkuluğu gibi orta yere göstermelik dikilmesidir yani. Bir
hile ve aldatmanın resmen iktidar olmasıdır. Zavallı halkın tiyatro oynar gibi
göstermelik sürdürülen bir demokrasi oyunu ile kandırılmasıdır.
Bu ülkede sistem ve siyasetin ne kadar vesayetçi olduğu
artık gün gibi ortadadır. Buna rağmen bu yapıya demokratik denmesi yalan ve
dolandan ibarettir. Mızrak çuvala sığmıyor artık. Bunun ayıbını ilgili herkes
kabullenerek elinden geldiğince bu komediye bir son vermelidir. Fakat görülen
odur ki herkes rolüne az çok alışmış ve ayıbı kanıksayarak içine sindirir hale
gelmiştir.
Ancak gerçek şudur ki bu gidişat sürdürülebilir bir vaziyet değildir.
[1] Bkz. Bilâl Eryılmaz,
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları, “siyaset” md.
[2] A.y. Ayrıca bkz. Cemal
Nar, İslam’da Devlet ve Siyaset.
WebDevelopper © 2018 - Dizayn ve Kodlama GkyKrkc