Müslümanları kendi ülkelerinde
İslam kanunları ile yöneten devlete “İslam devleti” denir. Elbette Müslüman
toplumun da bir devleti vardır. Atalarımız “ya devlet başa, ya kuzgun leşe”
demişlerdir. İslam, belli bir devlet şekil ve biçimi sunmaz. Bunun yerine temel
ilkeler koyar. Bu ilkeler de onu zalim ve zorba olmaktan, krallık ve
diktatörlükten korur. Bu yüzden çağımızda kullanılan “cumhuriyet” kelimesi
Müslümanlara sıcak gelir.
İslam Devletinin diğerlerine göre bazı temel özellikleri vardır. Bunun
başında da hakimiyetin kaynağı gelir. Hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah
Teâlâ’nındır. Kanunlar Kur’an ve Sünnetten belli usül ve kurallara göre
çıkartılır. Bunu daha önce içtihat bahsinde de görmüştük. Bir devletin devlet
olabilmesi için önce bir vatana, toprağa ve üstünde yaşayan halka ihtiyacı
vardır. İslam devletinde bu vatana “Daru’l İslam”, bu halka da “Müslümanlar”
denir. Ama aralarında Gayr-ı müslümler de yaşayabilir, bunda bir sorun yoktur.
İslam’da Devlet başkanı müslüman olmak zorundadır. Zira bir kâfirin
müslümanları yönetme hakkı yoktur. Daha sonar dinden çıksa bile azledilir. Yine
başkanın işini yapacak maddi ve manevi yeterlilikte işinin ehli olması şarttır.
Bu da başta bilgi ve sağlık demektir. Ahlaklı olmak ve kanunlara uymak da bir
seçilme şartıdır. Halifenin Kureyş Kabilesinden ve bir erkek olması
tartışılmıştır.
Devlet başkanının seçiminde ashabın uygulamaları bir örnek ise de bu
konuda İslam belli bir usül koymamış, zaman ve zemine göre bu işi müslümanlara
bırakmıştır. Seçilen halifenin vazifesini yapabilmesi için bir kısım hakları
vardır. Bunu da halkın itaat etmesi ve geçimini sağlaması olarak
özetleyebiliriz. Hilafet müddeti geçmişte melekelerini yitirmezse ölene
kadardı. Son zamanlarda âlimlerimiz bunu belli bir müddet ile sınırlamanın
dince bir manisi olmadığını beyan etmişlerdir. Buna göre başkan seçimi belli
bir müddet ile sınırlandırılabilir. Başkan, seçilme ehliyetini yitirirse,
seçenlerce azil edilir. Devlet içinde mükellef olan her müslümanın normalde
seçme, aday olma ve seçilme, denetleme, danışılma hakları vardır.
İsterseniz bu devleti daha yakından tanımaya çalışalım. Bilindiği gibi
devlet; halk, ülke ve egemen bir siyasal otoritenin beraberliğinden oluşan
siyasal bir örgütlenme olarak tanımlanabilir.1
Siyaset ise devlet ve diğer siyasal kurumların kuruluşu, gelişimi, amaçları,
isleyişleri ve bunlar arasındaki ilişkilerin yanı sıra siyasal katılım, siyasal
değişim, siyasal önderlik ve siyasal kararların analizlerini de içine alan bir
çalışma alanı diye tarif edilir.2 Kısacası toplumu yönetme ilmi.3
Bu manada başta Hz. Muhammed (sav) olmak üzere, Allah'ın gönderdiği bütün
peygamberler, Allah'tan aldıkları ve insanları dünya ve ahirette mutlu kılacak
bütün bir ilke ve ilişkiler manzumesini belli bir düzen içinde insanlara sunan
ve uygulayan "siyaset önderleri" sayılırlar. Onların arkasından ve
izleri üzerinden gelen ve onların varisleri ve vekilleri olan alimler ise,
toplumun tüm maslahat ve menfaatlerini, yani canlarını, mallarını, ırzlarını,
akıllarını, din ve düşüncelerini koruyup kollamak için onların siyasetlerini
devam ettirirler. Bu siyasetin özü, İslam ümmetinin birliğini sağlamak, İslam
devletini kurarak İslam'ı hayata hakim kılmaktır. İslam, bir devlet dinidir. Bu
sebeple devlet hayatını ilgilendiren bütün kurumların İslam'da yeri
vardır. Onların her birine, devlet
hayatındaki önemi nisbetinde yer vermiştir.4
"İslam devletsiz olamaz. Çünkü İslam'ın amacı, Allah'ın kanunlarını
adalet ve eşitlik çerçevesinde yeryüzünde uygulayarak düzeni korumak, sosyal
adalet ve ıslahı gerçekleştirerek barış ve kardeşlik içinde maddi kalkınma ve
manevi huzuru sağlamak, her türlü fedakârlıklara göğüs gererek toplumda
iyiliği, güzelliği gerçekleştirip onu fitne, fesat, isyan, zulüm, zorbalık ve
azgınlıktan kurtararak mutlu kılmaktır. Bütün bu amaçların
gerçekleştirilebilmesi için İslam'ın bir güce, organizeli bir güce ihtiyacı
vardır ki, o da devlettir. Eğer İslam devleti olmasaydı, inkârcılar onun
yaşamasına izin vermeyeceklerdi. İnanç korunamayacaktı, din emniyeti sağlanamayacaktı,
küfrün, bid'atların ve hurafelerin baskısı bozulamayacak ve bu yoğun baskı,
cehalet sebebiyle diri diri yanmaktan daha çirkin gördüğümüz irtidatlar, yani
dinden dönmeler olacaktı. İnsan kendi kalbini katledecek, huzur ve mutluluğunu
yok edecekti"5
"İslam’da devlet başkanı, din ve dünya islerini, İslam hukukuna göre
ve onun amaçlarını gerçekleştirecek bir şekilde yürütecek, insanları irşat ile
olgunluğa ulaştıracak genel bir başkandır. Müslümanlar, Allah Resulü (sav)’nün
getirdiği kurallara göre ümmeti idare eden bir devlet başkanını seçmek ve ona
meşru emirlerinde itaat ekmek borcundadırlar.
Kur'an ve sünnet bunu emrettiği gibi, akıl da bunu zaruri görmektedir.
Çünkü devletin başında bir başkan olmazsa, idarî işleri kim görecek? Kanunları
kim uygulayacak? Kötülükleri kim engelleyecek? Suçluları kim cezalandıracak?
Kim savunacak İslam yurdunu?"6
Elbette toplum ve devletin bu ve benzeri birçok işlerini devlet başkanı,
atadığı memurları eliyle yapacaktır. Bu memurların atanmasında en önemli faktör
bilgi, beceri ve ahlaktır. Biz buna kısaca "ehliyet" diyoruz.
Dolayısıyla İslam devletinde ilim ve idare iç içedir ve aynı amaç için
çalışmaktadır. Buna bir tür “ilmin iktidarı” da diyebiliriz.
"İslam nizami ehliyete çok önem vererek her çeşit sınıf, zümre ve şahıs tahakkümünü kaldırmıştır. Bu
düşünceye göre, "muktedir olan, iktidarını ispat eden baş olacak, aile
asaleti, kabile şerefi bahis konusu olmayacaktır."7
Çünkü Allah Müslümanlara "emaneti ehline teslim etmeyi..."8 emretmiştir. Ayetle ilgili olarak İbni
Teymiyye; ilim adamlarının, yöneticilerin görevleri liyakatli kişilere
vermelerinin gerektiğini bildirmek için bu ayetin indiğini söylediklerini
belirtmektedir.9 Görülüyor ki akrabalık ve daha önce müslüman
olmak gibi şartlar aranmamış, görevi kim daha iyi yapabilecekse, onun tercih
edilmesi emredilmiştir. "Velayet, imamet ve icray-ı hükümet" emanet olduğuna göre,10
bu görevlere atanacak kişilerde ehliyetin dışında bir şartın aranmaması,
İslamî bir esas olmaktadır. Bu kuralı da en güzel şekilde Hz Peygamber (sav)
uygulamıştır."
Yukarıdaki satırları yazan Ahmet Akbulut11 Hz. Peygamberin İslam'ın azılı düşmanları
olan Halid b. Velid ve Amr b. As Müslüman olunca onları, içlerinde Hz. Ebu
Bekir ve Hz. Ömer gibi ilk Müslüman olan ve ileri gelen Müslümanların da
bulunduğu orduya komutan olarak tayin ettiğini örnek gösterir.12 Bir örneği de vefatına yakın son
donattığı ordunun başına, bir delikanlı olan Üsame b. Zeyd'i geçirmesidir. Bu
tayin için bazı itiraz ve söylentiler kulağa gelince Hz Peygamber, daha önce
babası için de yersiz söylentileri hatırlatarak "Babası gibi Üsame de,
komutanlık için yaratılmıştır"13
buyurdular. Müslümanlara karşı mücadelede Kureyş'in önderliğini yapan Ebu
Süfyan da Müslüman olunca, Necran'a vali olarak tayin14 edilmiştir.15
Müslümanlar, "İnsanlık için çıkarılmış hayırlı bir
topluluk"tur.16 Bütün bir insanlığın mutluluğu onların
sorumluluğundadır. Bu sadece dinî olanla sınırlı değildir. Dünya hayatının da
düzenlenmesi, barışın ve huzurun temini, refahın artması, sömürü ve zulmün
ortadan kalkması, Müslüman milletlerin siyasi yapılarının gelişmesine,
devletlerinin güçlenmesine bağlıdır. Müslümanların bunu temin edecek siyasi
faaliyetlerden uzak durmaları, yukarıda andığımız sorumluluktan kaçmak gibi bir
vebali doğuracağında hiç bir şüphe yoktur.
Müslümanların bugünkü az gelişmişliği ve kendilerine yüklenen sorumluluğu
yerine getiremeyişleri, siyasi yapılanmalarının az gelişmişliğine bağlıdır.
İslam gibi siyasî hayatın temel prensiplerini ortaya koymuş bir dine ve Asr-ı
Saadette en güzel biçimde yaşanmış bir uygulamaya sahip olan Müslümanların,
yüzyıllarca yaşadıkları tarihi tecrübe ve insanlığın bunca birikiminden sonra,
kendilerine hiç yakışmayan geri kalmış bir siyasi yapılanmadan doğan sorumlulukları,
her halde katlanacaktır.
Eğer Müslümanlar, İslam'ın kendilerine sunduğu siyasi ve sosyal yapıyı iyi araştıran alimlerin ortaya koyduğu parlak prensiplerin etrafında siyaset ve devlet düşüncelerini yeniden değerlendirir, özümser, içine sindirir ve uğrunda mücadeleyi göze alırlarsa, kuşkusuz bu inanç ve irade, bu bilgi ve aksiyon onları, muhteşem bir mirasın üzerinden, daha muhteşem bir geleceğe götürecek ve dünyanın liderliğine liyakat kazandırarak sorumluluklarını icrada yüz akıyla başarılı kılacaktır. “İslamsız bir sosyal hayat” gibi “ikinci bir cahiliyetten”, yeni bir “Asr-ı Saadet”e çıkışımız ve yepyeni bir uygarlık inşamız da ancak böyle mümkün olacaktır.
1 Ömer Demir, Mustafa Acar Sosyal Bilimler Sözlüğü, s 59; Ali
SAFAK, Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 98
2 age.s. 203
3 Ali Şafak, age. s.159.
4 İbrahim
Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasari, 6/404
5 Cemal Nar,
İslamlaşma Bilinci s. 92-93
6 Cemal Nar,
age. s. 97-98
7 Kutluay Yaşar, İslamiyette
İtikadi Mezheplerin Doğuşu s.15
8 Nisa , 58, krs: Mü'minun,
8.
9 Ibn Teymiyye, es-Siyaset 2.
10 M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 2/1372. Yakın anlam için
bk:Taberi, Tarih, 2/402
11 Sahabe Devri Siyasi Hadiselerinin
Kelamı Problemlere Etkileri, s.37.
12 M.Hamidullah, İslam Peygamberi, 2/ 281
13 İbn Hişam, Siyer, 4/300; Ibn Sa'd, Tabakat, 2/249-250, Buharî,
4/213,7/217.
14 İbnu'l Esir, Usdu'l Gabe,
3/12.
15 Ahmet Akbulut, a.g e s.38
WebDevelopper © 2018 - Dizayn ve Kodlama GkyKrkc