Üzerinde yaşadığımız ülkemiz olan Türkiye’miz, bundan tam da bir yıl önce alçakça bir darbe kalkışmasıyla karşı karşıya kalmıştı. TSK içerisinde, kendilerine “Fetöcü” denilen ve aralarında üst düzey amiral ve generallerinde yer aldığı bir grup cunta, 15 Temmuz 2016 yılında ülke yönetimini ele geçirmeyi amaçlayan bir darbe kalkışmasında bulunmuştu. Maalesef, söz konusu menfur darbe kalkışması sırasında, ülkemizin ve milletimizin geleceği için şahadet pahasına kendilerini tankların önlerine atan vatandaşlarımızdan 249’u şehit, 2196 vatandaşımız ise çeşitli şekillerde yaralanmıştır. Fakat çok şükür ki menfur kalkışma, milletimiz fertlerinin yediden yetmişe hepsinin, can siparâne bir şekilde karşı koyması ile başarısızlıkla sonuçlandırılmıştır.
Ülkemiz tarihine bakıldığında, elbette ülkemiz,
tarihinde ilk defa böyle bir darbe kalkışmayla karşı karşıya kalmış değildir. Darbe
kalkışmaları bu ülkenin maalesef ki en büyük handikaplarından birisidir ve
esefle ifade edelim ki, bizim kuşak olarak biz bu ihanetleri duya duya, okuya
okuya büyüdük. Üzerinde yaşadığımız vatanımız olan ülkemiz, gerek Osmanlı ve
gerekse Cumhuriyet döneminde maalesef ki birçok askeri darbe girişimleriyle karşı
karşıya kalmıştır.
Osmanlı
Devleti’nde söz konusu bu kötü alışkanlığın
‘Duraklama döneminden’
itibaren başladığını görüyoruz. Bu anlamda Osmanlı Devletinde önce Yeniçeri
ayaklanmalarına, daha sonraki yıllarda ise, -yani Yeniçeri ocağı ortadan kaldırıldıktan sonraki yıllarda-
Yeniçerilerin yerine kurulan ordu tarafından yönetime karşı birçok askeri
darbeyle karşılaşılmıştır. Yapılan menfur darbeler sonucunda nice hükümdarlar tahtlarından,
hatta canlarından olmuştur. Osmanlı Devleti’nde bunun en son örneklerini; II.
Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanan “31 Mart Ayaklanması” ve 1913 yılında gerçekleştirilen “Babıâli Baskını” şeklinde görmek
mümkündür.
Bilindiği gibi, 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM’nin
açılmasıyla, Anadolu coğrafyasında adı henüz konulmamış olan yeni bir Türk
devleti kurulmuştur. Yeni devletin kurulmasını sağlayanlar, içerisinde birçok
ordu mensubu subaylarında yer aldığı, farklı dünya görüşlerine sahip olan
vatanseverler olmuştur. Türkiye’de ortalama olarak 1950’li yıllara gelinceye
kadar ordunun yönetime sadakatli olduğunu görüyoruz. Çünkü söz konusu bu
yıllarda yönetimle ordu üç aşağı beş yukarı aynı dünya görüşüne sahiptir. Bundan
dolayı 1950’li yıllara gelinceye kadar orduyla yönetim arasında kayda değer çok
fazla bir problem olmamıştır. Dolayısıyla söz konusu yıllarda, ordunun yönetime
karşı herhangi bir müdahale kalkışması veya müdahalesi söz konusu olmamıştır.
Yönetimle ordu arasındaki söz konusu bu birliktelik
1950’li yıllardan sonra yavaş yavaş bozulmaya başlamıştır. Zira 1950’li
yıllardan sonra Türkiye’de çok partili siyasal sisteme geçilmiş ve Demokrat
Partinin iktidara gelmesiyle ülkede Tek Parti sistemi sona ermiştir. Bunun
sonucunda, siyasi alternatifi olmadığı için 1923 yılından 1950 yılına gelinceye
kadar kesintisiz bir şekilde 27 yıl iktidarda kalan Cumhuriyet Halk Partisi,
iktidarı Demokrat Partiye bırakmak zorunda kalmıştır. Bu zorunlu muhalefet Cumhuriyet
Halk Partisine çok ağır gelmiş, parti çevresi bu yenilgiyi hiçbir zaman kabullenememiştir.
Bundan dolayı, Cumhuriyet Halk Partisine yakın olan askeri ve sivil bürokrasi
1950 yılı sonrası siyasal dönemleri hep “karşı devrim süreci ” olarak
nitelemişlerdir. Dolayısıyla,
kendilerini Cumhuriyet Halk Partisine yakın hisseden üst düzey askeri ve
yargı bürokrasisi, Halk Partisi iktidarı
dışındaki farklı iktidarları “Atatürk ve
Laiklik düşmanı” nitelemesiyle hep ötelemişlerdir. TSK’nin mevcut yasal
iktidarlara karşı gerçekleştirdiği 27 Mayıs 1960 müdahalesi ve sonraki
müdahaleler hep söz konusu aynı gerekçeye dayandırılmıştır. Bunun sonucunda TSK yasal iktidarlara karşı
2004 yılına gelinceye kadar, ilki 1960 yılında olmak üzere doğrudan veya
dolaylı olmak üzere birden çok defa müdahalede bulunmuştur. Söz konusu bu
müdahalelerin en sonuncusu ise, 2004 yılında gerçekleştirilen “27 Nisan Muhtırası” şeklinde ortaya
konulmuştur.
TSK’nin mevcut Ak Parti iktidarına karşı vermiş olduğu
“e muhtıra”, iktidar sahiplerinin kararlı tutum ve
dirençleri sayesinde başarısız kılınmıştır. Söz konusu tarihten sonra mevcut Ak
Parti iktidarı, hukuki ve askeri vesayet odaklarına karşı çok zorlu bir
mücadele vererek onları olabildiğince etkisiz hale getirmiştir. 2004 yılından
itibaren mevcut iktidarın, vesayet odaklarına karşı vermiş olduğu başarılı mücadeleden
sonra halkımızın genel kanaati, bundan sonra “Türkiye’de artık darbeler döneminin kapandığı” şeklinde olmuştur.
Fakat maalesef ki maalesef, 15 Temmuz 2016’da
gerçekleştirilen hain darbe kalkışması bütün bu kanaatleri tepe takla etmiştir.
Ordu içerisindeki Fetö’ye bağlı bir grup askerî cunta, Türkiye’nin
siyasi ve kültürel imajını sıfıra indirecek bir şekilde askeri darbe
kalkışmasında bulunmuştur.
ABD ve Avrupa ülkeleri bu zamana kadar Türkiye’de gerçekleştirilen
bütün darbe girişimlerini doğrudan veya dolaylı olarak hep desteklemişlerdir.
Fakat söz konusu ülkeler, 15 Temmuz darbe kalkışmasını doğrudan desteklemenin
ötesinde adeta koordine etmişlerdir. Adı geçen ülkelerin, söz konusu darbe
kalkışmasını ne kadar destekleyicisi olduklarının en büyük kanıtı ise, bu ülkelerin
darbe kalkışması sonrasında izledikleri Türkiye karşıtı politikalarıdır.
15 Temmuz 2016’da darbe kalkışmasında bulunan cuntacı
hainler, darbe kalkışması için muhakkaktır ki her türlü tedbiri düşünmüşlerdir.
Fakat bir gerçekliği muhtemeldir ki göz ardı etmişlerdir, o da, menfur
kalkışmaya karşı milletimizin yediden yetmişe karşı çıkacak olması…
15 Temmuz hain darbe kalkışmasıyla ilgili geçen yıldan
bu yana birçok gerçeklikler yazıldı, söylendi. Bunların tekrarına sanırız gerek
yoktur. Fakat burada şu kanaatimizi bir kez daha tekrar etmiş olalım ki; bundan
sonra bu ülkede hiçbir güç dış destekli de olsa darbe kalkışmasında bulunmaya
cesaret edemeyecektir. Halkımızın direnci, bilinci onların bu ümitlerini tamamen
kırmıştır. Ümit etmiş olalım ki bir daha böyle bir çılgınlığı göze alamamış
olsunlar. Yoksa bedelini her anlamda çok ağır bir şekilde ödemek zorunda
kalırlar.
Netice itibarıyla bundan bir yıl önce çok uzun bir
gece yaşadık. Rabbimize hamdolsun ki, halkımız adeta “Çanakkale Ruhuyla” hareket ederek canları pahasına hain kalkışmayı
başarısız hale getirdiler. Muhakkaktır ki bu başarı belirli bir gurubun,
partinin veya cemaatin başarısı değil, tek kelimeyle Türkiye’nin başarısıdır.
Allah Milletimize bir daha böyle bir felaket
yaşatmasın.
Gelecek Tasavvuru
Orda Bir Köy Var Uzakta
Dindarlık Herkesin Hakkı
Yazma Aşkı?
Muhasebe Zamanı
Dünya Küresel Bir Köy Mü?
Kafa, Aynı Kafa?
İnkılâp Tarihi Derslerinin Dili
Dünya Küresel Bir Köy Mü?
Araplar Bize İhanet Etti Mi?
Gayret-i Diniyye Sahibi Olmak
Türkiye, Türkiye’den İbaret Değildir
Sürdürülebilir Dindarlık
Hüzün Ve Sevinç
Keşkesi Olmayan Bir Bilim Dalı Olan Tarih
Vatanımızı Bölemeyeceksiniz
Cemaatler Kimsenin Şamar Oğlanı Değildir
"Sizin Laikliğe İhtiyacınız Yok"
Unutmayacağız, Unutturmayacağız
Şu Ilımlı İslâm Projesi
Âhireti Hesaba Katmadan Yaşamak
Hüzün Ve Sevinç
Hükümete Ekonomi Üzerinden Operasyon Çekmek
Nerde O Eski Ramazanlar?
Son Ramazanımız?
Osmanlıyı Anlamak İnsanlığı Anlamaktır
Sahada Olma Zorunluluğu
Sekülerizmin Neresindeyiz?
Bir Yaşatma İdeali Olarak Îsâr
Türkleri Maddeten Ezmek ve Yıkmak İmkânsızdır
Şu Boğaz Harbi
Türkiye’nin Büyük Devlet Olma İdeali
Türkiye’nin Afrin Operasyonu
Dünya’ya Âhiret Penceresinden Bakmak
Birlikte Yaşama Tecrübesi
Dünyayı Yaşanır Hale Getirmek
Evet, Dünya Beşten Büyüktür
İslâm İşbirliği Teşkilatının Tarihi Kudüs Kararı
Kapanmayan Yaramız Kudüs
Uluslararası Sistemin Çöküşü
Acılar Coğrafyası
Ölüm ve Sürgün
Kamu Sorumluluğu Bilinci
Arakan Denilen Yer
Yanıbaşımızdaki Tehlike
“Türkiye’yi Durdurmalıyız”
Çocuklarımıza Güzel Hatıra Bırakabilmek
Bayramın Ardından
Türkiye Düşmanlığı Üzerinden Siyaset Devşirmek
Birbirimizi Ne Kadar Seviyoruz
Gönüllerde Yaşayabilmek
İslâm Dünyasının Birleşme/Kenetlenme Zarureti
Batının İslâm’la Savaşı
Farklılıklarımız Zenginliğimizdir
Başkalarına Başkalarının Gözüyle Bakmak
Tam da Bir Yıl Önceydi
Nasıl Bir Tarih Eğitimi?
Yaşanılan Hayatta Sıradışı Olabilmek
Her Yerde Kendi Şarkısını Dinlemek
Hz. Peygamber ve Güven Toplumu
Şahsiyet Aşınması/Kişilik Pörsümesi
Batının İslâm’la Savaşı
Çanakkale’de İnsanlık Dersi
Batı Kendine Demokrattır
İslâmsız Olmaz
28 Şubatlar Aslâ Unutulmamalıdır
İşte Batı Bu
Kurtuluşumuzun Manevî Mimarları
Milleti İslâmiye’den Olma Şerefi
Türkiye’nin İstiklâl ve İstikbal Mücadelesi
Muhasebe Zamanı
Seçmeli Ders Düzenlemesinin Önemi
İdeallerimizi Korumak
Savaşı İslâm Topraklarına Taşımak
Niçin Türkiye-Erdoğan- Düşmanlığı?
Self Oryantalizm
Niçin Türkiye-Erdoğan- Düşmanlığı?
Kendimiz Kalarak Gelişmek
Zihinsel Mandacılık
Maarif Davamız
Bayramları Bayram Gibi Eda Edebilmek
15 Temmuz Darbe Kalkışması Ve Kaçırılan Fırsatlar
15 Temmuz Darbe Kalkışmasında Yaşanan İlkler
Türkiye’nin Zaferi
Üç Büyük Fitne
Buruk Bayram
Türkiye’nin AB Macerası
Gönül Köprülerimizi Muhafaza Edebilmek
Ramazan Coşkusu
Gönül Coğrafyamızın Hâli Pür Melali
Din Mutluluktur
Laiklik Bu Ülkenin Kaderi Midir?
Hangi Uluslar Arası Toplum?
Osmanlı Devletinde Hoşgörü Politikası
Yeni Sykıs-Picot Dayatması Mı?
Türkiye Niçin Hedefte?
Çanakkale Ruhu
Adalet Mülkün Temelidir
Halimiz Çaremiz
Türkiye’nin Terörle Sınavı
Suriye Anaforu
Yeniden Merhaba
Kendi Gök Kubbemiz