N E V Â 53/XIV.
KEHF SURESİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
TEMELİ SAĞLAM OLMADIĞI İÇİN GEREĞİ DE YERİNE
GETİRİLMEYEN İMANIN-İNANCIN, SONU DAİMA PİŞMANLIKTIR!
Şimdi tekrar hatırlayabilirsek bir önceki makalemizin son kısmına,
sorumluluk bilinciyle hareket eden dostumuzun verdiğini düşündüğümüz “Mal-mülk,
para-pul, servet, makam-koltuk, han-hamam, saray, kat-yat, villa-yalı vs.
sahibi olmak, insanı (bunlara sahip olmayı hayatın tek gayesi olarak gören) bir
takım halk yığınları nazarında belki bir prestij, yani saygınlık ve itibar
sahibi yapabilir! Ama böyle bir saygınlığın Hakk’ın katında herhangi bir değeri
yoktur [1]! Yani kişinin sahip olduğunu zannettiği! Mal-mülk, para-pul,
servet, makam-koltuk, han-hamam, saray, kat-yat, villa-yalı vs. (eğer bunların
şükrü eda edilmezse) günün birinde bunlar, o sahibi olduğunu zanneden kişinin
elinden çıkarak, geldiği gibi gidebilir!” mesajlarını kaydetmiştik.
Arkasından da, bizim bu tespitimiz, tefsir ve yorumunu yapmaya
çalıştığımız Kehf suresinin bundan sonra gelecek olan, âyetlerinde, çok net bir
şekilde yer almaktadır. Fakat bunun için bir sonraki makalemizi beklemek
durumundayız, diye kaydetmiştik! İşte bahsettiğimiz, şükrü eda edilmeyen
nimetin elden çıktığını ifade eden o âyetler:
بِسْمِ اللهِ
الرَّحْمنِ الرَّحِيم
Zâtında Rahman, fiilinde Rahîm Allah adına, Allah’ın
ismi ile.
وَأُحِيطَ
بِثَمَرِهِ فَأَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلَى مَا أَنفَقَ فِيهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ
عَلَى عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُشْرِكْ بِرَبِّي أَحَداً {42}
وَلَمْ تَكُن لَّهُ فِئَةٌ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مُنتَصِراً
{43} هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلَّهِ الْحَقِّ هُوَ خَيْرٌ ثَوَاباً وَخَيْرٌ
عُقْباً {44}
(Arkadaşının
uyarılarına kulak asmayıp, her şeyi kendinden bilen o zengin bahçe sahibi) “Bir
gün (bahçesindeki) bütün ürünlerinin yok olduğunu görünce, ettiği emek ve
yaptığı masraflar boşa gittiği için, yok olan bahçesindeki, çöken çardağın
karşısında durup ellerini ovuşturarak! “Ah keşke ne olurdu! Ben de Rabbime
hiçbir şeyi eş ve ortak koşmayaydım” diye sızlandığını, (bir düşün!)
(Her
şeyini bir anda kaybettiği için ümitsizliğin girdabında kıvranan) Ve artık
kendi başının çaresine bakmaktan da âciz olan bu adamın, kendisine Allah’tan
başka-O’nun astları olarak düşündüğü hiçbir varlıktan yardım gelmeyeceğini
anlamış olmasını” (var say!)
(Çünkü)
İşte o anda, o durumda! Malın-mülkün gerçek sahibinin Allah olduğu ve O’nun hak
edenler için ödül ve cezayı en doğru bir şekilde takdir eden tek otorite olduğu
da” anlaşılmış oldu! 18/42. 43. 44.
“بِثَمَرِهِ
– Bi Semerihi” Aslı “Semer” olan bu
kelimenin, güzel Türkçemizde kullandığımız, hayvanlarına sırtına vurulan
semerin adı olan kelimeyle herhangi bir ilgisi yoktur! Aslı Arapça olan bu
kelime, lügat olarak; Saf gümüş, Her çeşit meyve-yemiş, Kamçı ucu, Meyve-ürün
veren ağaç, (buradan hareketle; bu kelime, metaforik-mecazî olarak gelir
getiren bağ-bahçe ve diğer her çeşit mal-mülk için de, kullanılmıştır) Bir çeşit su, Süt kaymağının üzerinde
meydana gelen yağ zerrecikleri gibi, daha birçok manaya gelmektedir! (Ahterî)
Kırk ikinci âyette geçen bu kelimeye biz, metin içindeki kalıp ve konumunu da
hesaba katarak, mealde “bahçesindeki bütün ürünler” şeklinde
bir mana vermeyi uygun bulduk!
“خَاوِيَةٌ
– Hâviyetün” Bu kelime lügat olarak; Boş-hâlî
olmak, Boş kalmak, Yukarıdan aşağı doğru inmek-düşmek-yıkılmak-çökmek, Oğlan
çocuğu doğuran kadına verilen yemek gibi daha birçok manaya gelmektedir.
(Ahterî+Lisanul’Arap.) Biz orijinal
metindeki kalıp ve konumunu da hesaba katarak, meâlde bu kelimeye, “çöken
çardak” şeklinde bir mana vermeyi uygun bulduk!
“ عُرُوشِهَا – Urûşihê ”
Aslı “Arş” olan bukelime; Üzerine oturulup istirahat edilen
Çardak-gölgelik ve sedir, sultanların üzerinde oturduğu taht, Mutlak mana da,
bina ve ev, bunların üst bölümünün tavanı, İnsanın boğazının iki yanında
bulunan et parçaları gibi, daha birçok manaya gelmektedir!
(Ahterî+Lisanul’Arap) Ayet içerisindeki kalıp ve konumunu da hesaba katarak
orijinal metindeki bu kelimeye biz “çardak” manası vermeyi uygun
bulduk!
Bu
âyetler; Biri bahçeler, yani zenginlik kaynaklarına ve kalabalık taraftar
kitlesine sahip olan, fakat sorumluluk duygu ve bilincinden yoksun ukalâ bir
tip! Diğeriyse, fakir kimsesiz, fakat sorumluluk duygu ve bilincine (takvâ’ya)
sahip olan iki arkadaş arasında geçtiği farzedilen karşılıklı konuşmaları
yansıtan, on iki âyetlik bu Necm’in-bu paragrafın son bölümünü oluşturmaktadır!
Şimdi
tekrar hatırlayabilirsek! Bir önceki bölümde, o ukalâ, zengin, sorumsuz insan
tipine, kendi arkadaşı, fakat sorumluluk sahibi olan diğer bir insan tipinin şu
uyarılarda bulunduğunu kaydetmiştik: “Hiç unutma ki! Şu anda senin sahip
olduğun bütün mal-mülk, servet ve imkânların tümü; Sadece senin bilgi ve
çabanla elde ettiğin şeyler değildir! Aksine bunlar, Yüce Yaratıcının
yeryüzünde yaşayanların istifade etmeleri için koyduğu tâbiî ve sosyal
yasaların bir gereği olarak sana verilmiştir! Yani bunların arkasında İlâhî
otoritenin irade ve emeği vardır! Öyleyse dikkat et! Bunları sana ve ren ilâhî otorite, eğer sen
Yüce Yaratıcının koyduğu bu tâbiî ve sosyal yasaları[2] ihlal
edersen, O’ verdiklerini geri alabilir! Yani sana bu imkân ve fırsatları bir
imtihanın gereği olarak veren Allah Cc. her an için verdiklerini geri alma
irade ve gücüne de sahiptir!”
Bu
paragrafı oluşturan 42. 43. ve 44. âyetlerden anlaşıldığına göre; Bu sorumsuz
insan tipi, kendisine yapılan yukarıdaki “…İlâhî otoritenin koyduğu bu
tâbiî ve sosyal yasaları ihlal edersen, O’ İlâhî otorite sana verdiklerini geri
alabilir!” uyarısına pek kulak asmamış gibi görünüyor! Çünkü daha sonra
gelen âyetler, bu adama bir imtihan aracı olarak verilen o mal-mülk ve servetlerin,
şükrü eda edilmeyince, adamın elinden nasıl çıktığını şöyle haber veriyor: “Adam
bir gün bahçesindeki bütün ürünlerinin yok olduğunu görünce, ettiği emek ve
yaptığı masraflar boşa gittiği için, yok olan bahçesindeki, çöken çardağın
karşısında durup ellerini ovuşturarak! “Ah keşke ne olurdu! Ben de Rabbime
hiçbir şeyi eş ve ortak koşmamış olsaydım” diye sızlanıyor! krş.18/42.”
Bu
adamın kendi ifadesi olan, “Ah keşke ne olurdu! Ben de Rabbime hiç bir
şeyi eş ve ortak koşmamış olsaydım” sözünden anlaşıldığına göre; Adamın
mal-mülk ve servet kaynaklarının elinden çıkmasının sebebi, “Rabbine şirk
koşması, O’na karşı nankörlük yapması” olarak görülüyor! Şimdi tekrar
hatırlamak için surenin daha önceki bazı âyetlerini gözlerimizin önüne
getirerek bu adamın Rabbine karşı şirk koşması ve O’na karşı nankörlük yapması
olarak algılanabilecek, söz, fiil ve eylemlerine bir daha bakalım!
Bu
açıdan bakınca; Öncelikle adamın söylediği ve söylemekten çekindiği sözleri
dikkatli bir şekilde inceleyerek, bu sözlerin şirk ve nankörlük manasına nasıl
geldiğini anlamaya çalışalım! Sonrasındaysa; Bu adamın elindeki nimetlerin yok
olmasına neden olan fiil, davranış ve eylemlerin neler olabileceğine
odaklanalım!
Bu
adam kendi arkadaşı, fakat servet ve evlat bakımından daha zayıf konumda olan
diğer kişiye,“ben mal-mülk ve âile fertleri açısından, senden çok daha
fazlasına sahibim” dedikten sonra, (bir imtihan aracı olarak
kendisine verilen servet ve yandaşların çokluğunun kendisini şımarttığı için)
aslında (hem) kendi kendisine (hem de diğer insanlara) zulmediyordu! Örneğin
bir gün kendi bahçesine girince “buranın ebedi olarak yok olacağını
düşünemiyorum! Zâten (burası günün birinde yok olsa bile) tekrar yeni bir
hayatın başlayacağını da zannetmiyorum! Bilfarz! Eğer tekrar Rabbime
döndürülsem bile, buradaki şartların daha iyi bir şekilde orada da karşıma
çıkacağından hiç şüphem yok” diyebiliyordu! Buna karşılık aynı kişi,
kendi bahçelerini, yani mal-mülk ve zenginlik kaynaklarını dolaşırken,
söylemesi gereken “Maşâ-Allah, Lâ quvvete illâ billâh” sözlerini
ise aklından bile geçirmiyordu!
Sonuç
olarak, buraya kadar aktarmaya çalıştığımız âyetlerin bu son bölümü, bize bu
adamın sahip olduğunu iddia ettiği mal-mülk ve servet kaynaklarının elinden
çıktığını ve kendisini omuzlarında taşıyan o kalabalık taraftar kitlesinin de,
kendisini terk ettiğini haber vermektedir. Bu malum insan tipinin sahip olduğu
mal mülk ve servet ve taraftarlarının yok olmasının sebepleriyse, yukarıdaki
âyetlerde, zımnen şu şekilde sıralanmaktadır:
A:
Takvâ, yani sorumluluk duygu ve bilincinden yoksun olan bu ukalâ insan tipi,
sahip olduğunu düşündüğü makam- mevki, mal-mülk ve servetler sayesinde;
Kendisinin diğer insanlardan farklı olduğunu düşünmektedir! Böylelikle de, bu
adam, Yüce Yaratıcının tüm insanları hak ve sorumluluk açısından eşit olarak
yarattığı gerçeğini yok saymaktadır! Hâlbûki Yüce Yaratıcı “Hiç şüphesiz,
Biz sizi bir erkekle bir dişiden (hak ve sorumluluk açısından eşit olarak)
yaratık…” ve “(Yeryüzünde
yaşayanlardan) talep edip- yolunda bulunanlar için, aralarında eşit bir biçimde
paylaşılmak üzere, orada rızık kaynakları var ettik…” buyurmaktadır! krş. 49/13.
B:
Bu malum kişi, söz konusu bu tavır ve hareketiyle, kendi nefsânî arzularından
kaynaklanan, kapris, iç kuruntuları, istek-arzu ve hevâ’ü-hevesini, her şeyi
kontrol eden İlâhî otoritenin yanında, ayrı bir otorite olarak görmektedir!
Kısaca bu adam kendisini Yüce Tanrının yeryüzündeki ast’ı, yani eşi, ortağı
veya gölgesi olarak gördüğü için, şirk fiilini işlemektedir! Konuyla ilgili
olarak, bakınız Allah Cc. bu insan tipini Kurân’da bize nasıl tanıtıyor? “Kendi
hevâ’ü-hevesini ilâh edinen kimsenin durumunu bir düşün!...(krş. 25/43.)”
Bu
kibir ve gururuna teslim olan tip, Câsiye suresindeyse: “Kendi keyfî
kanaatini tanrısı yerine koyan, (bu tercihinden dolayı da,) bir bilgiye dayalı
olarak, Allah’ın kulaklarını ve kalbini mühürleyip, gözlerine de perde
çektiği!...” bir tip olarak tanıtılmaktadır! (krş. 45/23.) Ayrıca,
kendi arzu ve isteklerini paralel tanrı haline getiren bu insan tipinin bazı özelliklerini
görmek için, söz konusu özellikleri sıralayan şu âyetleri de, lütfen
inceleyiniz! 68/36. 37. 38. 39.)
C:
Söz konusu bu ukalâ insan tipi, sahip olduğunu düşündüğü, aslında kendisine bir
imtihan aracı olarak verilen[3] tüm
mal-mülk ve evlat, (yani taraftar ) kalabalığını sadece kendi bilgi ve
çabasının bir sonucu olarak elde ettiğini düşünmektedir! (krş. 28/78. )
Böylelikle de, bu işin arkasındaki, İlâhî otoritenin rolünü ve imtihan sırrını
yok saymaktadır! Bu durum söz konusu insan tipinin küfür ve inkâr bataklığına
yuvarlandığını göstermektedir!
D:
Her şeyi kendinden bilen bu adam, bu düşüncesine paralel olarak, sahip olduğu
mal-mülk, servet ve imkânların şükrünü eda etmeyi (lâfzen, “Maşâ-Allah,
Lâ quvvete illâ billâh” demeyi)
ise, aklından bile geçirmemektedir! Netice de, böyle nankör insan tiplerinin,
şükrünü eda etmediği mal-mülk ve servetler, yüce Yaratıcının bu mavi küre de
yaşayanlar için koyduğu, sosyal yasaların bir gereği olarak, günü gelince
ellerinden çıkmaktadır[4]!
Bu
cümleden olarak, nihayet arkadaşının uyarılarına kulak asmayıp, her şeyi
kendinden bildiği içi, sahip olduğu mal-mülk ve servetin şükrünü eda etmeyi de
düşünmeyen (lâfzen bahçeler sahibi olan)
o zengin insan tipinin, sahip olduğunu zannettiği tüm makam-mevki, mal-mülk ve
servetlerini kaybettiğini görüyoruz! Tefsir ve yorumunu yapmaya
çalıştığımız yukarıdaki kırk ikinci âyette bu durum şöyle dile getirilmekteydi:
“Bu adam nihayet bir gün (bahçesindeki) bütün ürünlerinin yok olduğunu
görünce, ettiği emek ve yaptığı masraflar boşa gittiği için, yok olan
bahçesindeki, çöken çardağın karşısında durup ellerini ovuşturarak! “Ah keşke
ne olurdu! Ben de Rabbime hiçbir şeyi eş ve ortak koşmayaydım” diye
sızlanmaktadır! krş. 18/42.
Bundan
sonra gelen kırk üçüncü âyeteyse, sorumluluk duygu ve bilincinden yoksun olan
bu adamın durumu şöyle dile getiriliyor: “Her şeyini bir anda kaybettiği
için ümitsizliğin girdabında kıvranan bu adam! Artık kendi başının çaresine
bakmaktan da acizdir! Adamın, (daha önce kendisine yardım edeceğini umduğu)
Allah’tan başka-O’nun astları olarak düşündüğü hiçbir varlıktan yardım
gelmeyeceğini anlamış olması” ümit edilir! krş. 18/43.
Bu necm’in
bu paragrafın son âyetindeyse, Yüce Yaratıcı, inansın inanmasın tüm Kur’an
muhataplarına şu mesajı vermektedir “İşte o anda, o durumda! Malın-mülkün
gerçek sahibinin aslında sadece Allah olduğu ve O’ Allah’ın hak edenler için
ödül ve cezayı da, en uygun en doğru bir şekilde takdir eden tek otorite
olduğu” anlaşılmış oldu! 18/44.
Takvâ
yani sorumluluk duygu ve bilincinden yoksun olduğu için, bu insan tipi,
sorumluluk bilinciyle hareket eden kendi arkadaşının uyarı ve ikazlarından
yararlanamadığı gibi, bir hidayet rehberi olan Vahyin-Kurân’ın yol
göstericiliğinden de istifade edememiştir! “Çünkü kendisinde hiçbir şüphe
bulunmayan bu kitap, sadece müttekîler, yani sorumluluk duygu ve bilinci
taşıyan takvâ sahipleri için bir hidayet rehberidir! krş. 2/2.”
Miras
yoluyla elde edilen kültürel bir dinin mensubu, yani klasik Müslüman tipi
olarak, diliyle kendisinin de inandığını söyleyen bu insan tipi, bu iman
iddiasının içini bir türlü dolduramamıştır! Dolayısıyla da, bu adam sözlü
olarak dile getirdiği iman iddiasını ispat edememiş demektir. Biz söz konusu
adamın durumunu yansıtması için bu makalemize “temeli sağlam olmadığı
için gereği de yerine getirilmeyen imanın-inancın, sonu daima pişmanlıktır!”
şeklinde bir başlık atmıştık! İşte yukarıdaki 42. 43. ve 44. âyetler, tam da,
adamın bu durumunu haber vermektedir!
Böylelikle
on iki âyetlik bu necm’in-bu paragrafın sonuna da gelmiş olduk! Kısaca bir daha
hatırlamamız gerekirse! Kurân’ın necm-paragraf, sure ve âyetlerinin tümünde
olduğu gibi, Kehf suresinin bu âyetlerinde de, hedef: Muhatapların sağlam bir
karakter ve şahsiyet yapısına sahip olmalarını sağlamaktır. Bunun için bir
Kur’an mümini olarak bize düşen: Elimizden düşürmediğimiz, Vahyin en son ve
güvenebileceğimiz tek örneği olan bu kitabın diğer bölümleri gibi, bu İlâhî Kitapta
geçen her türlü temsîlî anlatımları da, geçmişte olmuş bitmiş bir hikâye, bir
efsane gibi değil! Aksine kendisiyle şahsiyetimizi ve ahlakımızı inşa edecek
mesajlar veren İlâhî bir kaynak olarak görüp, ona göre okuyup, anlamaya
çalışalım!
Bütün bu
yorumlar, bizim vahyin gör dediği yerden bakmaya çalışıp ta görüp elde
edebildiğimizi düşünüp tespit edebildiğimizi zannettiğimiz yorumlarımızdır.
Çünkü toplumda her insanın değerlendirme yapmak için bulunduğu pozisyon, onun
değerlendirme sonuçları üzerindeki en etkili olgulardan biridir. Yani
göreceğiniz şey, büyük ölçüde baktığınız yere, birde sizin görmek istediğiniz
şeye bağlıdır! Çünkü Yüce Yaratıcı “kişinin özgür tercihi ile seçip
istediği şeyleri, kendisi için kolaylaştırırız!” buyurmaktadır. (krş.
92/7. ve 11. âyetler). Ve bir kere daha diyoruz ki, her konuda
olduğu gibi, bu konuda da söylenecek son söz, “Elbette ki Allah en
doğrusunu bilir” sözüdür.
Şayet
sürçü kalem etti isek önce Rabbim’in af ve mağfiretini umarım. Sonra da siz
değerli okuyucularımın hoşgörü, bağışlama ve ikazlarınızı esirgememenizi rica
ederim. Henüz can bedenden çıkmadığına göre; Bu durumun Kurân’ı anlamamız için
son bir fırsat olabileceğini lütfen unutmayalım! Âcizane bu fırsatın
değerlendirilmesini hem umuyorum! Hem de bu durumun insanlık için hayırlara
vesile olmasını, Yüce Rabbimden temenni ve niyaz ediyorum!
(Gelecek
makalemizde, Kehf’ Sûresinin tefsir ve yorumuna kaldığımız yerden devam etme
ümidiyle tekrar buluşuncaya kadar hoşça kalınız)
Yaşar GÜLAÇTI. 19. Ağustos. 2017. Hartlap/ K.MARAŞ.
yasargulacti@hotmail.com
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Buradaki “Hakk” kelimesiyle, kültürümüzdeki “Cenâbu-Hakk”
yani Allah kastedilmiştir!
[2] Bizim burada “tâbiî
yasalar” kaydettiğimiz yasalarla; Yüce yaratıcının koyduğu matematik ve
fizik kanunları gibi yasalar kastedilmektedir! Bizim sosyal yasalar olarak
bahsettiğimiz yasalara gelince: Burada, toplumsal olayların bir gereği olarak,
etki-tepki yasaları kastedilmektedir! Yüce Yaratıcının koyduğu bu etki tepki
yasasına göre: Öldüren öldürülür, çalanın malı çalınır demektir! Bu durum
yeryüzünde tüm toplularda olduğu gibi Arap dil ve kültüründe de; “Men Dakka,
duka” şeklinde deyim haline getirilmiştir! Bunun Güzel Türkçemizdeki
karşılığı ise, “Çalma kapımı, çalarlar kapını!” demektir.
[3] “Mallarınız ve evlatlarınız! Sizlere birer imtihan aracı
olarak verilmiştir…!” krş. 64/15.
[4] Çünkü nimetin şükrünü eda etmemek, nimeti verene karşı nankörlük anlamına gelir! Böyle bir nankörlük ise o nimeti veren İlâhî otoritenin koyduğu sosyal yasaların ihlali demektir! Hâlen geçerliliği devam bir yasayı ihlal eden her hangi bir kişi nasıl cezayı hak ediyorsa; Nimete şükür gibi bir sosyal yasayı ihlal edenler de, ellerindeki nimeti kaybederek cezalandırılırlar! Çünkü Rabbimiz, “Şükrederseniz elbette ki artırırım! Yok, eğer nankörlük yaparsanız! Şunu iyi bilin ki, mahrumiyetim çok şiddetli olacaktır!” Buyurmaktadır. (krş. 14/7.) Bakara suresi 219. âyetin bir bölümüne göreyse: “Kişinin sahip olduğu bir nimetin şükrünü eda etmesi, ancak o nimet cinsinden olan, ihtiyaç fazlası mal-mülk ve servetleri, ihtiyaç içerisinde kıvranan diğer insanlarla paylaşmasıyla olur!” mesajı verilmektedir! (krş. 2/219.) Yoksa kişinin diliyle “Maşâ-Allah, Lâ quvvete illâ billâh” yahutta, “sana şükürler olsun Rabbim” kelimelerini tekrarlamasıyla, söz konusu şahıs, sahip olduğu mal-mülk ve servetlerin şükrünü eda etmiş sayılmaz!
N E V Â 53/XIX.
N E V Â 53/XVIII.
N E V Â 53/XVII.
N E V Â 53/XVI.
N E V Â 53/XV.
N E V Â 53/XIV.
N E V Â 53/XIII.
N E V Â 53/XII.
N E V Â 53/XI.
N E V Â 53/X.
N E V Â 53/IX.
N E V Â 53/VIII.
NEVÂ 53. VII.
NEVÂ 53/ VI.
NEVÂ 53./ V.
N E V Â, 53/IV.
NEVÂ 53/ III.
N E V Â, 53/II.
N E V Â, 53.
NEVÂ 52. XIX.
NEVÂ 52. XVIII.
N E V Â, 52/XVII.
N E V Â 52/XV. (Devamı)
N E V Â 52/XV.
N E V Â 52./XIV.
N E V Â 52./XIII.
N E V Â 52./XII.
N E V Â 52./XI.
N E V Â 52./X.
N E V Â 52./IX.
N E V Â 52./VIII.
N E V Â 52./VII.
N E V Â 52/VI.
N E V Â 52/V.
N E V Â 52./IV.
N E V Â 52./III.
N E V Â 52.
N E V Â 5I./XVI.
NEVÂ, 51/XV.
NEVÂ, 51/XIV.
NEVÂ, 51/XIII.
NEVÂ, 51/XII.
NEVÂ, 51/XI.
N E V Â 51/X.
N E V Â 5I/IX.
N E V Â 5I/VIII.
N E V Â, 51/VII.
N E V Â, 51/VI.
N E V Â, 51/V.
N E V Â, 5I./IV.
NEVÂ, 51/III.
N E V Â 5I/II.
N E V Â 5I.
NEVÂ, 50./XII.
NEVÂ, 50./XI.
NEVÂ, 50./X.
NEVÂ, 50/IX.
NEVÂ, 50/VIII.
NEVÂ, 50/VII.
NEVÂ, 50/VII.
N E V Â, 50./VI.
N E V Â, 50./V- B
N E V Â, 50./V.A
N E V Â, 50./IV.
N E V Â, 50./III.
N E V Â, 50./II.
N E V Â, 50.
N E V Â, 49./XIII.
N E V Â, 49./XII.
N E V Â, 49./XI.
N E V Â,[1] 49./X.
N E V Â, 49./IX.
N E V Â 38.IV.