Helal Ve Haram Kazanç
“Eşyada asıl olan ibahadır” hükmü
mal konusunda bizde temel bir ilkedir. Allah Teala yerde ve göklerde bulunan
her şeyi bizim istifademize sunmuştur, bunu biliyoruz. Hava, su, güneş ışığı,
tuz, bazı enerji kaynakları gibi bunlardan bazılarından ortaklaşa faydalanırız.
Bazıları da şahsi mülkümüz olur. Evimiz, bağ ve bahçemiz, arabamız, yiyecek ve
giyeceklerimiz gibi. Bunları elde edip mülk edinmenin meşru yollarını dinimiz
açık seçik bildirmiştir.
Bu geniş evrende çok az bir kısım eşya haram kılınarak bazı faydalanma
biçiminden yasaklanmıştır. Bu yüzden haram gayet azdır, helal ise sayılamayacak
kadar çoktur. Bu bol oluşun bereketiyle helal dairesi ihtiyaçlara yeterli
olduğu gibi keyfe, zevke, şehvete ve eğlenceye de yeter. Helal o kadar fazladır,
helal dairesi o kadar geniştir ki, asla harama ihtiyaç hissettirmez. Üstelik
haramlar fert ve toplum için zararlıdır. Hatta keyfe, zevke, şehvete ve
eğlenceye dair gayri meşru işler de zararlı olmakla beraber, tez zamanda geçici
olarak alınan keyfi, zevki, şehveti ve eğlenceyi öldürücüdür. Çok geçmeden,
verdiği zevkin bin misli acı, utanç ve pişmanlığı yaşatır.
İnsanlar bazen iyi niyetle haramları işlemek isterler. Mesela birisinin
yılbaşında milli piyango bileti alıp ikramiye çıkarsa hayır yollarına dağıtmak
istemesi gibi. Bu bir cehalettir. Allah temizdir; ancak temizi kabul eder.
Dinin de böyle pis paralara ihtiyacı yoktur. Buradaki iyi niyet, haramı helal
kılmaz.
Haram fert ve toplumlara maddî manevî zarar verdiği için asla yenilmez,
içilmez ve kullanılmaz. Aksini yaparak kirleneni cehennem yakarak temizler.
Akıllı insan elini ateşe sokup yakıcılığını denemeye kalkar mı? Daha önce
yaşanılan tecrübeler, ona bilgi vermede yetmez mi? Yeter diyen akıllı insanları
uyarırız, haramla beslenen bedeni cehennem ateşi temizler.
Fakat “zaruret” hali bunun dışındadır. Çünkü zaruretler, mecbur kalışlar,
muhtaçlıklar yasakları kaldırır. Normal hayatını sürdürmek için zorda ve
zarurette kalan ve başka çare bulamayan Müslümanlara, haddi aşmamak ve ölçüyü
kaçırmamak şartıyla haram yeme, içme ve işleme izni, ruhsatı verilmiştir.
Mesela leş, akmış kan, domuz veya başkasının malları gibi haram yiyecekler, aç
kalan kimse için mübah olurlar. Yemez de ölürler ise, vebaldedirler,
sorumludurlar.[1]
Şu hadis helal ve haram arasında kalmış şüpheli konularda bir ölçüdür:
"Helâl apaçık belli, haram da apaçık bellidir. Bunların arasında,
halktan birçoğunun, helâl mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler
vardır. Dinini ve namusunu korumak için bunları yapmayan selâmettedir.
Bunlardan bazısını yapan kimse ise haram işlemeye çok yaklaşmış olur; nitekim
korunun etrafında (hayvanlarını) otlatan kimse de koruya dalma tehlikesi ile
burun buruna gelmiş olur. Dikkat ederseniz her hükümdarın bir korusu vardır;
Allah'ın korusu da haram kıldığı şeylerdir."[2]
Hadisten de anlaşıldığı gibi takvâ sahibi
kişiler, şüpheli durumlarda o şüpheliden uzak durmaya çalışırlar. İnsanlarla
olan ilişkilerinde haramdan kaçınır, haksız mal edinmenin fertlere ve topluma
karşı zulüm olduğunu bilirler. Bu yüzden hırsızlık, gasp, rüşvet, iltimas gibi
açıktan yapılan veya hile, aldatma, yankesicilik gibi gizli yollarla yapılan
haramlarla başkalarının mallarını ellerinden alıp yemezler. Aksi bir durumda
kişinin namazı, orucu, teşbihi onun asla dindar olduğunu ifade etmez. Çünkü
“din muameledir”.
Mallarımızı haramlardan uzak, helal yollarla kazanmamız gerekir. İslam’da
ibadetlerin başı helal kazançtır. Hatta “ibadetin onda dokuzu helal
kazançtır” sözü çok meşhurdur. Allah Teâlâ’nın katında ibadetlerimizin ve
dualarımızın kabulü için helal lokma şarttır. Haram ve pis yollarla elde
edilmiş malların sadakası bile olamaz. Derhal sahiplerine iade edilmelidir.
Bulamazsa umum Müslümanların menfaatine harcayarak ahirette ödemek üzere hak
sahipleri için hamallık yapmalıdır. Aslında bu mesele çok mühimdir. Ama bu
kitabımızda bu kadarcıkla yetinelim.
Helal yemek ve haramdan uzak kalmak ile iman, ibadet ve ahlak arasında
doğrudan ilişki vardır. Açıkça ifade edelim ki, kazancı haram olanlar, zamanla,
zaten Allah Teâlâ’nın kabul etmeyeceğini bildirdiği ibadetlerinde uzaklaşırlar.
Namazı, zekatı, orucu, haccı, Kur’an okumayı, zikretmeyi, ilim meclislerini
yavaş yavaş terk ederler. Kendilerine uygun arkadaş edindikleri için iyi
huyları gider, kötü huylar edinirler. Ahlakları bozulur. Eğer ömürleri varsa,
giderek yaşadıklarını güzel, dinin emirlerini çirkin görmeye başlarlar. İşte
böylece elde kalan son nimet olan imanlarını da kaybederler. Akıllı olan iş bu
raddeye gelmeden ayıkır ve tövbe eder. Aslında Allah Teâlâ herkese bu fırsatı
verir. Ama iş gaflet uykusundan uyanmada.
Kazancı haram olanın Allah Teâlâ ile arası açık olduğu gibi, kullar ile
de arası açıktır. Toplumdaki bütün huzursuzluklar, kavgalar ve cinayetler,
hatta devletler arasındaki savaşlar bile daha çok bu yüzden çıkar. İşte büyük
emperyalist devletlerin yaşattığı sömürü savaşları dünyayı yakıp yıkmakta,
küçük devletlerde yaşayan zavallı insanlara kan kusturmakta, ölüm püskürtmektedirler.
Haram kazanç dünyada hak hukuk bırakmamakta, insanlık adına ne kadar değer
varsa kurban etmektedir.
Helal kazancın çok çeşitli edinme yolları vardır. Doğrusu bu kitapta
onları uzun uzun anlatmayı fazlalık görürüz. Doğru muameleleri anlamaya yetecek
kadar bilgi sunar, gerisini fıkıh kitaplarına havale ederiz. Çünkü biz, “din
muameledir” derken, özellikle de kazanç yollarının temiz olmasını kastederiz.
Elbette harcama yolları da önemlidir. Bu da harama ve faydasız işlere mal
harcamayı gündeme getirir. Bunlara da dikkat çekeceğiz inşallah. Bu yüzden önce
kazanca vesile olan iş ve meslekler hakkında kısaca bilgi verelim.
İş Ve Meslekler
İslam’da çalışmak esas, dilencilik zaruret dışında haramdır. Müslümanın
vazifesi bir iş ve meslek edinerek çalışıp kazanmaktır. Bu konuda ailenin
sorumluluğunu görmüştük. Meşru iş ve mesleğin zoru veya rahatı, kârı az veya
çok olanı olabilir, ama kötüsü yoktur. Yasak edilenlere gelince, bir kere ilke
olarak dinin temelde haram kıldığı işlerde çalışmak da haramdır.
Mesala zina yasaktır, haram kılmıştır. Dolayısıyla bu fuhuş sektöründe
çalışmak da haramdır. Bir kadın veya erkek, cinsî tahrik için çekilen resimlere
modellik etmek, zinâ yaptıran açık veya gizli yerlerde çalışmak gibi bir meslek
icrâ edemez. Bilindiği gibi İslâm’da kadın-erkek ilişkileri sınırlanmış, haram
ve helâl tasnifine tâbî tutulmuştur. Bunları çiğnemeyi gerektiren veya şehevî
duyguları tahrik eden iş, meslek ve sanatlar haram çerçevesi içinde yer alır:
Dans, bale, bazı temsil ve oyunlar, bazı gösteriler ve modellik burada örnek
olarak anılabilir. Bunlar için bazı kimselerin “san'at” demesi helâl olmalarını
gerektirmez. Mesela ressamlık, heykeltraşlık, fotoğrafçılık açıklanırken
haramlar belirtilmişti. Bunları iş ve meslek edinmek de haramdır.
Ticâret de kazanç yollarından birisidir. Ancak ticaret teşvik edilmekle
beraber başıboş bırakılmamış; ahlâkî, ictimâî sâhalarda zararlı olmaması için
tedbirler alınmış, sınırlar getirilmiştir. Şunları örnek olarak yazabiliriz:
İçki, uyuşturucu madde, domuz, put, müstehcen eşya ve resimler gibi İslâm’ın
kullanılmasını yasakladığı şeylerin ticâreti de, nakliyesi ve pazarlaması da
haramdır. Mübah olan şeylerin ticaretinin helâl olabilmesi için de yalan,
aldatma, faiz hîle, ihtikâr, fâhiş kazanç gibi davranışlardan sakınmak şarttır.
İslâm, kazanç elde etmek için iş, ticaret, memuriyet
gibi yolları meşrû kılmakla beraber, kapitalist, pragmatist, maddeci
görüşlerden farklı olarak üç ana tedbir ve ilke üzerinde duruyor: Karşılıklı
rızâ, iyi niyet ve dürüstlük, menfaat temin ederken başkalarını
zarara sokmamak.
İslam’da Çalışmanın Hükmü
İslâm’a göre bir müslümanın kendisinin ve ailesinin nafakasını sağlamaya
ve varsa borçlarını ödemeye yetecek kadar para kazanması farzdır. Bunun
dışında, fakîr müminlerin ihtiyaçlarını karşılamak ve akrabalarına ikram etmek
için kazanmak da müstehaptır. Güzel ve müreffeh bir hayat sürmek için bundan
fazlası için çalışmak mübahtır. Başkalarına karşı kibirlenmek, dünyevî hırsa
kapılarak başkasının servetiyle yarışmaya kalkışmak ve bu mal ile azgınlık ve
taşkınlık yapmak için kazanmak, bu kazanç helâl yolla dahi olsa haramdır. Buna
karşılık, küfre karşı verilen mücadelede maddî katkıda bulunmak ve malını Allah
yolunda infak için samimî bir niyetle çok çalışıp para kazanmak da güzel bir
ibadettir. Bu gaye için çalışıp para kazanan kişi sürekli ibadet hâlinde
sayılır. Rabbimiz buyuruyor:
"Ey iman edenler, birbirinizin mallarını batıl, haram yollarla
yemeyin. Ancak o mallar, sizden karşılıklı bir rızadan doğan bir ticaret malı
olursa o zaman yiyin. Kendi nefsinizi de öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah sizi
çok esirgeyicidir. Kim helal hudutlarını aşarak ve zulüm yaparak bu amelleri
işlerse, biz onu ateşe sokacağız. Bu da Allah için çok kolaydır."[3]
Bir malın batıl yolla yenilmesinden maksat; kumar, faiz, hırsızlık, gasb,
hile ve bunun gibi İslâm dininin kat'i olarak haram kıldığı yollarla
yenilmesidir. Bu yollara tevessül eden kimseler kim olursa olsun; geçici olan
dünya hayatı için, ebedi hayatlarını tehlikeye atmışlardır. Bu ise aynı zamanda
dünya saadetini de kaybetmeye sebeptir.
İslâm'da rızık temin etmenin en faziletli yolu cihattan kazanılan ganimet mallarından sonra ticarettir. Sonra ziraat ve sonra da zanaattır. Bütün bu rızık temin etme yollarında alış-veriş işlemi söz konusu olmaktadır. Bu kısa bilgilerden sonra şimdi İslam fıkıh ve hukukunda muamele ve akitleri görebiliriz.
WebDevelopper © 2018 - Dizayn ve Kodlama GkyKrkc