Konular
Tarifi Ve Kısa Tarihi
Siyonizmin
Amacı
İsrail’in
Kurulması
İsrail
İşgali ve Terörü
Tarifi Ve Kısa Tarihi
Köken itibariyle Kudüs yakınlarındaki Sion Dağı'ndan
gelen bir sözcük olan siyonizm, bugün Sion, Kudüs ve yahudilerin inandığı
Vadedilmiş Topraklar'ı sembolize etmektedir. 19. yy.'ın son çeyreğinde yurtsuz
olan Yahudilerin Filistin'de bir Yahudi devleti (İsrail) kurma isteği üzerine
doğmuş bir ideoloji ve politik hareketi tanımlamaktadır.
Yahudi halkının tarihi çok eskidir. Bu insanların M.Ö.
2000 senesine doğru, Canaan (Kenani ülkesi) ve daha sonra Filistin adı verilen
ülkeye gelmeleri ile başlar. Asırlar boyunca, kabileler halinde yaşadılar. M.Ö.
11. yüzyılın ikinci yarısında, Saul zamanında bir krallık haline geldiler.
Davut zamanında ise, Kudüs'ü merkez yaparak kuvvetlendiler. En parlak devrini
Süleyman zamanında yaşadıktan sonra ikiye bölündüler: Juda ve İsrail.
Siyasi Siyonizm, milliyetçilik akımlarının hızla
yayıldığı 19. yüzyıl Avrupası'nda, Theodore Herzl'in önderliğinde ortaya çıktı.
Hareketin önderliğini yapan Yahudilerin çoğu dindar değildi; Yahudi toplumunu
din eksenine göre değil, millet eksenine göre yaratmayı hedefliyorlardı.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışının ardından Siyonist hareket, ana hedefi
olan Yahudileri Filistin'e yerleştirme projesini hızla hayata geçirdi. II.
Dünya Savaşı sırasında Nazilerin soykırımına maruz kalan Yahudilerin de
Siyonistler tarafından büyük kafileler halinde Filistin'e götürülmesi ile
birlikte, Yahudi vatanının yaratılışı tamamlanmış oldu.
Siyonizmin Amacı
Siyonist ideoloji Yahudileri bir vatanda toplamayı ve
bağımsız bir Yahudi devleti kurmayı hedeflerken, dini değerlerden ziyade ulusal
değerleri ön plana çıkarmaktaydı. Siyonistlere göre, Yahudiler yalnızca ayrı
bir dini topluluk değil, ayrı bir ulus, ayrı bir ırktı ve bu ırka mensup tüm
insanların tek bir çatı altında toplanması gerekiyordu. Bu çatının neresi
olacağı sorusuna da Siyonistler dini değil, din dışı bir cevap aramışlar ve
önce Uganda'yı düşünmüşlerdir. Tarihe "Uganda Planı" olarak geçen
proje işlememiş ve Siyonist hareket hedef olarak Filistin'de karar kılmıştır.
Ancak Filistin'e önem vermelerinin nedeni, bu bölgenin dini anlamı değil,
"Yahudi ulusunun tarihsel vatanı" oluşuydu.
İsrail’in Kurulması
Filistin'de ilk yerleşmeler, Theodor Herzl'in 1897'de
ilk Siyonist Kongre'yi toplamasından sonra başlamıştır. 2 Kasım 1917'de
İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour'un yayınladığı Balfour
Deklerasyonu, 1917 ile Yahudilere Filistin'de toprak verme sözü verilmiştir.
Bunun üzerine Yahudi yerleşimcilerin sayısı hızla artmıştır. 1948'e
gelindiğinde ise Birleşmiş Milletler yaşanan sorunları çözmek için Filistin
topraklarını bölerek, İsrail devletinin kurulması yoluna gitmiştir. Hemen
akabinde çıkan Arap-İsrail savaşı neticesinde ise İsrail galip gelmiş, sahip
olduğu toprakları daha da genişletmiştir.
“Siyonizmin Filistin’de bir yahudi yurdu oluşturma
hedefi, Filistin’de yerleşik Arap nüfusu bulunduğundan “aliyah” kavramına
siyonizmin çeki taşı niteliği kazandırdı. Kelime anlamı “yükselme” olan aliyah,
din etkisiyle geçici göçlerden farklı biçimde yahudilerin yurtsuz ve dağınık
yaşadıkları yerlerden ata yurtları olan Filistin topraklarına (Eretz Yisrael)
siyasî bilinçle ve kalıcı olarak yerleşmek üzere göç etmesidir. 1880’lerden II.
Dünya Savaşı sonuna kadar süren beş ayrı göç dalgasından bahsedilebilir. Buna
göre 1882-1903 yılları arasında ağırlıklı olarak Rusya, Romanya ve Galiçya’dan
20-30.000 kişi, 1904-1914 arasında çoğunlukla Rusya’dan 35-40.000 kişi,
1919-1923 arasında Rusya, Polonya ve Romanya’dan aralarında İsrail’in
gelecekteki siyasî önderlerinin de bulunduğu 35.000 kişi, 1924-1931 arasında özellikle
Polonya’dan 88.000 kişi, 1932-1938 arasında Nazizm’in yükselişiyle bilhassa
Orta Avrupa’dan 215.000 kişi göç etti.
Siyonizm tarih sahnesine çıkarken Filistin bir Osmanlı
toprağı idi ve Osmanlılar burayı aldığından bu yana yahudi varlığını tanıdı,
zaman zaman göçlerine izin verdi. Osmanlı tâbiyetinde bulunan Filistin’deki bu
küçük yahudi topluluğu (Yişuv), yerleşik ve yerli toplumla kaynaşmış Sefarad
yahudileriyle daha sonra izin verilen göçlerle gelen Eşkenaz yahudilerinden
oluşan ve pek azı ticaretle, çoğunluğu dünya yahudilerinin gelenekleşmiş
bağışlarıyla geçinen bir topluluktu. Fakat siyonizm ve onunla bağlantılı
gelişen aliyah hareketiyle birlikte Filistin’e göç eden yahudilerin karakteri
değişti; bunlar dinî olmaktan ziyade siyasî sâikle bir yahudi yurduna giden
yolda kalıcı nitelikte buraya yerleştiler. Bu noktada Roger Garaudy’nin yaptığı
ayırım önemlidir. Garaudy, daha önceki yahudilerin tamamen mesîh inancı
doğrultusunda mânevî bir hayat yaşama amacıyla Filistin’e yerleşmiş olmalarını
dinî (mânevî) siyonizm olarak tanımlamakta, bunun Herzl ile başlayan ve
Filistin’de kalıcı bir yahudi devletini hedefleyen siyasî siyonizmden ayırt
edilmesi gerektiğini öne sürmektedir (The Case of Israel, s. 6-7).
Bu siyasî hareket doğduğunda Filistin’in Osmanlı
yönetiminde bulunuşu, siyonistlerin diplomatik çabalarını öncelikle Osmanlılar
üzerinde yoğunlaştırmasını gerektirdi. Giriştikleri müzakerelerle önce belirli
bir meblağ karşılığında Filistin’i satın almayı, daha sonra Osmanlı borçlarının
konsolidasyonunu üstlenmeyi önerdiler. Siyonistler bu iki teklifle Herzl
önderliğinde iki defa II. Abdülhamid nezdinde girişimde bulundular. Fakat
sultanın politikası, zulümden kaçan yahudilere Filistin dışındaki Osmanlı
topraklarında yerleşme izni vermekle birlikte Filistin’de yahudi yurdu
tasarısına (yahudilerin toprak satın almasını yasaklama, hac maksadıyla Kudüs’ü
ziyaret edeceklere “kırmızı tezkere” ismiyle geçici izin verme gibi
uygulamalarla) geçit vermedi.
Filistin’de yahudilerin iskânı için toprak alımına yönelik
benzer bir teklif İngiliz kolonileştirme projesine dayalı olarak İngiliz
hıristiyan diplomatı Laurence Oliphant tarafından 1879’da sultana sunuldu ve
yine reddedildi (Buzpınar, sy. 30 [1994], s. 59-61).
Bununla beraber 1908 Meşrutiyeti başlarda yahudilere
bir ümit verdi. İttihat ve Terakkî iktidarı yeni bir hürriyet anlayışıyla
önceleri olumlu bir yaklaşım içine girdi. Kırmızı tezkere kaldırıldığı gibi
Filistin’de toprak satın alımı serbest bırakıldı. Fakat özellikle Otuzbir Mart
Vak‘ası’dan sonra azınlıkların bağımsızlık ve ayrılma yönünde faaliyetlerini
arttırması ve siyonist çabaların Filistin’de kolonileştirme yönünde planlı bir
şekilde sürmesi imparatorluğun bütünlüğü noktasında İttihatçılar’ı uyandırdı ve
yeniden çeşitli kısıtlamalar yürürlüğe kondu.
Bu merkezî politikaya rağmen ikinci ve siyonist hareket
açısından daha önemli aliyah tam da bu dönemlerde gerçekleşti. Devlete giden
yolda daha hazırlıklı ve sistemli çalışan bu grup, Arap nüfusla her türlü
temastan uzak ve tamamıyla yahudi emeğine dayanarak, ekonomi ve tarım alanında
kurumlaşmalar oluşturdu. Bu göçler sonucunda özellikle Hayfa’dan Gazze’ye
uzanan kıyı bölgesinde toprağa sistemli biçimde yerleşildi. 1909 yılına
gelindiğinde Yafa’nın kuzeyinde yepyeni bir yahudi şehri olarak Tel Aviv ortaya
çıktı. 1914’te Filistin’e yerleşen yahudi nüfusu 60.000’e yaklaşmış bulunuyordu
(McCarthy, s. 19-20).
Göç artışına eşlik eden diğer bir gelişme, Yahudi Millî
Fonu başta olmak üzere çeşitli siyonist kuruluşların Filistin’e akıttıkları
paralar ve bunun cazibesiyle bazı Arap mülk sahiplerinin topraklarını
satmaları, bazen da idarî ihmaller yoluyla yahudi toprak kazanımının artışıydı.
Yasaklamaya rağmen siyonist hareketin başarısında temel rol oynayacak olan bu
yerleşim ve toprak alımı süreci yöredeki Osmanlı yöneticilerinin raporlarından
da izlenebilir. Meselâ Nablus Mutasarrıfı Süleyman Fethi Bey, 1911 tarihli
lâyihasında yörede müslüman nüfus azalırken yahudilerin toprak satın almaya ve
yerleşmeye devam ettiğine dikkat çekmektedir. Merkezî idarenin bu gelişmenin
önünü alamamasıyla yaklaşan dünya savaşına doğru yahudilere toprak satışı
meselesi, siyonizme ve yahudi yerleşimine karşı Arap millî hareketini seferber
etmenin başlıca vasıtalarından biri oldu (Armaoğlu, s. 27).
Bu çerçevede kaçınılmaz biçimde Arap ve yahudi
milliyetçilerinin çatışacağı Filistin’deki karmaşayı arttıran bir diğer önemli
unsur, bu stratejik bölge üzerinde sömürgecilik doğrultusunda çıkarları bulunan
Avrupalı güçlerin devreye girmesidir. Siyonistlerin bilinçli şekilde kendisine
yaklaştığı İngiltere başta gelmek üzere Batı devletleri, Arap milliyetçiliğiyle
siyonizmin ileride karşı karşıya geleceğini düşünmeksizin bu iki akımı
desteklemekten, Osmanlı Ortadoğusu’nu sömürebilmek için imparatorluktaki etnik
grupları amaçlarına alet etmekten çekinmediler (Öke, s. 421, 422). Sömürgeci
devlet çatışmalarıyla örülü uluslararası düzen, I. Dünya Savaşı arifesinde bu
düzende yepyeni bir unsur olarak ortaya çıkan siyonist hareketin savaş
döneminde daha da kökleşmesi için yeni fırsatlar sağladı. Bu hareket savaş
başlarken teşkilâtlı ve siyasî bir niteliğe bürünmüş olarak hedeflediği yahudi
millî yurdu için (artık hayatta olmayan ve ilk zamanlar Filistin dışında bazı
yerleri de kabullendiği bilinen Herzl’in aksine) Filistin’e odaklanmış
vaziyetteydi. Bu noktada dünya yahudileri arasında o yıllarda görüş farkları
olmasına rağmen Herzl’in siyonizm tarihindeki yeri kabul edilmelidir.
Başlangıçta ne kadar küçük, zayıf ve belirsiz olursa olsun gerçek bir siyasal
hareket ve uluslararası güç biçiminde siyonizm bütün niyet ve maksatlarıyla
onun icadı ve eseridir (Vital, The Origins of Zionism, s. 233-234); süreci ve
sonuçlarıyla I. Dünya Savaşı hareketin gelişimi ve kökleşmesi bakımından başlı
başına önemlidir.[i]
İsrail İşgali ve Terörü
Siyonizm zamanla sömürgeci ve işgalci bir projeye
dönüşmüştür. Dağdan gelip bağdakini
kovma atasözümüzdeki mana tam olarak burada yaşanmıştır. Asırlardan beridir söz
konusu topraklarda yaşamakta olan insanların zorla ve baskıyla evlerinden,
topraklarından çıkarılmaları tepkiye neden olmuştur.
İsrail bugün bir terör devletine dönüşmüştür. Dünyanın
her tarafında terörü destekleyerek ülkelere gözdağı veriyor, uluslararası
karanlık güçlerin de desteği ile her gün Filistinde insan haklarını ve
hürriyetlerini acımasızca çiğniyor, koca bir Filistin ülkesini hapishaneye
dönüştürerek eşkıya gibi yönetiyor. Masum insanların ve şehirlerin üstüne bomba
yağdırıyor. Dünyadan çıkan cılız tepkilere aldırmadığı gibi BM’den çıkan
kınama, uyarı ve geri çekilme emirlerini de hiç dinlemiyor. Hiç şüphesiz bu
umursamazlığın altında dünyayı idare eden masonlara olan güveni vardır. Çünkü
hem ABD ve AB ülkeleri, hem de ülkelerin de üstünde olan uluslararası sermaye
güçleri pervasızca İsrail’i desteklemektedirler. Onun amacı önce Kudüs’ü
tamamen işgal edip başkent yapmak, sonra da Nil ile Fırat arası olan coğrafyayı
“arz-ı mev’ud” adıyla devletine katmaktır. Bu yüzden etraftaki ülkelerde
sürekli kaos çıkarmak ve daha da parçalayarak zayıf düşürmek emelindedir. Bu
politikalar maalesef BM gözü önünde ve ABD devletinin zalimane destekleri ile
devam etmektedir.
Ancak unutulmamalıdır ki İsrail, yaptıkları ile büyük bir kin ve düşmanlığı tahrik etmektedir. Bir gün bir öfke patlaması ile bölgedeki bütün varlığını kaybetme tehlikesi ile her an karşı karşıyadır. Hırçınlığının bir sebebi de bu bilgidir. Ancak eğer aklı başında birilerini dinlerse belki kurtulur. Yoksa kendi sonunu hazırlamaktadır.
[i] M. Lütfullah Karaman, DİA,
Siyonizm md. cilt: 37; sayfa: 331. İsrail Devletinin kuruluşuna kadar olan
mecerayı bu maddede bulabiliriz.
WebDevelopper © 2018 - Dizayn ve Kodlama GkyKrkc