Kainat içerisinde aklı ve iradesi ile
Allah Teâlâ’ya karşı mükellef, yani sorumlu olan iki çeşit varlık vardır. Bu
iki varlık, Allah Teâla’yı bilme, sevme ve ona ibadet etme amacıyla yaratılan
insanlar ve cinlerdir. Meleklerde ise günah işleme iradesi olmadığı için onlar
kendilerine verilen her emri yerine getirirler, Allah Teâlâ’ya asla isyan
edemezler.
Bilindiği gibi ırkçılık, bir insanın,
ırkın veya sosyal sınıfların kalıtımla geçen doğuştan bazı özellikleri sebebi
ile başkalarına karşı farklı olduğunu ve bu farklılığın ona bir değer, bir konum
ve statü sağladığını ileri sürüp iddia etmesidir. Bu manada bir
“milliyetçiliğin” de ırkçılık olduğunu yukarıda birinci bölümde uzun uzun
anlatmıştık.
Bu tarife göre kainat içerisinde aklı
ve iradesi ile Allah Teâla’ya karşı mükellef, yani sorumlu olan iki varlıktan
başkası da ırkçı olamaz. Nitekim cinlerin yaratılışı insandan önce olduğu için,
bildiğimiz kadarıyla ilk ırkçı da onlardan çıkmıştır.
Kimdir bu ilk ırkçı?
İblis’tir. Hani “Şeytan” dediğimiz şu
malum “İblis”. Onu biraz daha yakından tanıyacak olursak, “Şeriat örfünde
Şeytan, Yüce Allah'ın Âdem'e secde emrine karşı gelip isyan ettiği için ilâhi
rahmetten kovulan ve insanların amansız düşmanı olan, cin taifesinin inkarcı
kesiminden (el-Kehf, 18/50) gizli bir varlıktır.
Diğer isimleri ise Garûr, Vesvas,
Hannâs, Kâfir, Sağîr, Mârid, Tâif, Fâtin, Mel'ûn, Mez'ûm, Medhûr, Mekzû, Kefr,
Hazûl, Adüvv, Mudill, Merid'dir.[1]
Nasıl ırkçı olmuştur?
Allah Teâlâ’nın meleklere ve İblis’e
Hz. Adem’e selamlama secdesi etmeleri emri gelince “beni ateşten yarattın,
Adem’i topraktan. Ateş topraktan üstündür. Öyleyse ben ona secde etmem” diyerek
isyan etmiştir. Kur’an’da bu kıssa birçok surede anlatılır. Ama biz derli toplu
bilgiler veren A’raf suresindeki ayetleri alalım istedik ilk önce:
“11 - Sizi Biz yarattık, sonra şekil
verdik size. Peşinden de: "Haydi, hürmet için secde edin Ademe!"
dedik meleklere. Onların hepsi hemen secde ettiler, yalnız İblis dayattı. Secde
edenlerden olmadı. [2]
12 - Allah buyurdu: "Söyle
bakayım, Sana emrettiğim halde, secde etmene mani nedir?" İblis: "Ben
ondan daha üstünüm; çünkü Sen beni ateşten, onu ise bir çamur parçasından
yarattın."
14 - "Bana, onların
diriltilecekleri kıyamet gününe kadar mühlet verir misin?" dedi.
15 - Allah: "Haydi, sen mühlet
verilenlerdensin!" buyurdu.
16-17 - "Öyle ise!" dedi:
"Sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere
Senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım. Sonra onların gâh önlerinden, gâh
arkalarından, gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım, vesvese verip pusu
kuracağım, Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın."
[34,20-21]
18 - "Çık oradan alçak ve
kovulmuş olarak!" buyurdu. "Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki
cehennemi sizlerle dolduracağım." [17,63-65]
19 - "Sana gelince Âdem, seninle
eşin cennete yerleşiniz, istediğiniz her tarafından yeyip içip yararlanınız.
Yalnız şu ağaca yaklaşıp da zalimler zümresine girmeyiniz."
20-21 - Fakat o Şeytan onlara,
gözlerinden gizlenmiş olan edep yerlerini açığa çıkarmak için vesvese verdi.
Onlara şöyle telkinde bulundu: "Rabbinizin size bu ağacın meyvesini
yasaklamasının tek sebebi, sizin meleklerden veya ölümsüz hayata nail
olanlardan olmanızı önlemektir" diyerek, kendisinin onların iyiliğini
istediğine dair yemin üstüne yemin etti. [20,120]
22 - Böylece onları aldatarak
mevkilerinden düşürdü. Şöyle ki: O ağacın meyvesini tadar tadmaz, edep
yerlerinin açık olduğunu farkettiler. Derhal, buldukları cennet yapraklarıyla
edep yerlerini örtmeye başladılar.
Onların Rabbi ise nida edip buyurdu: "Ben sizi o ağaçtan menetmedim
mi? Ben Şeytanın sizin besbelli düşmanınız olduğunu söylemedim mi? Niçin Beni
dinlemediniz de bu perişan duruma düştünüz?"
23 - "Ey bizim Rabbimiz,
kendimize yazık ettik. Şayet Sen kusurumuzu örtüp, bize merhamet buyurmazsan,
en büyük kayba uğrayanlardan oluruz" diye yalvarıp yakardılar.
24-25 - Buyurdu ki: "Birbirinize
düşman olarak inin! Size dünyada bir süreye kadar kalma ve yararlanma imkânı
veriyorum: Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan diriltilip
mezardan çıkarılacak-sınız."
26 - Ey Âdem'in evlatları! Bakın size
edep yerlerinizi örteceğiniz giysi, süsleneceğiniz elbise indirdik. Fakat unutmayın ki en güzel elbise, takva
elbisesidir. İşte bunlar Allah’ın
ayetlerindendir. Olur ki insanlar düşünür de ders alırlar.
27 - Ey Âdem'in evlatları! Şeytan,
edep yerlerini açığa çıkarmak için, babanızla ananızın üzerlerindeki takva
elbiselerini çıkarttırmak sûretiyle onları cennetten uzaklaştırdığı gibi, sakın
sizi de belaya uğratmasın. Çünkü o da, askerleri de sizin kendilerini
göremeyeceğiniz yerlerden sizi görürler. Doğrusu Biz şeytanları iman
etmeyenlerin dostları yapmışızdır.” [18,50]
İşte maceranın özeti budur. İblis’in
iddiası ise kendi elinde olmayan yaratılışındaki maddî özelliklere itibar
etmek, yani ırkçılık yapmaktan başkası değildir. Ona göre ateş topraktan
farklıdır ve üstündür. Bu üstünlük kendisine bir değer ve konum sağlamıştır. Bu
değer ve konum onu kendisinden daha düşük ve değersiz birisine secde etmekten
alıkoymuştur. İşte ırkçılık budur.
Üstelik İblis'in bu üstünlük ölçüsü
geçersizdir. Kişiye değerini kendi hammaddesi veya soyu değil; Allah'ın koyduğu
ölçü verir. O yüzden ilk ırkçı, şeytandır. Irkçılık ve soy üstünlüğü iddiası,
şeytanî bir mantıktır.
Kur’an İblis/Şeytan ile Adem (as)
arasındaki geçen kıssayı ve neticelerini çok geniş olarak anlatır ve ırkçı
şeytana karşı insanı çok uyarır. Bu da onun ırkçılığa dikkat çekmeyi ne kadar
öncelediğini ortaya koyar. Çünkü İblis/Şeytan ilk ırkçı olmakla beraber
ırkçılığın nerdeyse bütün duygu, düşünce ve davranış biçimlerini, şekillerini,
kodlarını, dolayısıyla tehlikelrini, zararlarını, kötülüklerini ifade ve temsil
eder. Bu yüzden biz de ırkçılığı ve zararlarını iyi anlamak için İblis’i iyi
tanımak ve kendimizi onun şerrinden korumak zorundayız.
Peki, bu ırkçılığın cezası ve akıbeti
ne olmuştur?
Bunun cezası huzur-u ilahîden ve
Cennet’ten kovulma, iyi arkadaşlarından ayrılma, ebediyyen sevilmeme ve
lanetlenme, bir daha asla kendisine merhamet nazarıyla bakılmama ve sonsuza
kadar cehennemde azap içinde kalma olmuştur.
İşte herkim -neuzü billah- ırkçılık
yaparsa iyi bilsin ki Allah Teâlâ’ya isyan etmiş, Şeytana uymuş ve onu
kendisine önder yapmıştır. Cezası da tıpkı Şeytan gibi huzur-u ilahîden ve
Cennet’ten kovulma, iyi arkadaşlarından ayrılma, artık ebediyyen sevilmeme ve
lanetlenme, bir daha asla kendisine merhamet nazarıyla bakılmama ve sonsuza
kadar cehennemde azap içinde kalma olacaktır.
İblisin Allah'ı tanıması, O'na fayda
vermedi. Allah'ın varlığına ve sıfatlarına inanması da O'na bir yarar sağlamadı...
Allah'ın emirlerini öğrendiği halde bu emri kabul ve reddetme yetkisini
kendisinde gören, yüce Allah'ın daha önceden kendisi hakkında hüküm verdiği bir
meselede hakimiyet yetkisini kendisinde gören, bu hakimiyet yetkisiyle Allah'ın
sözkonusu meseleye ilişkin hükmünü reddedebileceğini söyleyen her insan da
iblisin konumundadır. Demek ki, bu bilgiye ve itikada (inanç sistemine) rağmen
meydana gelen bir küfürdür. Çünkü iblisin ne bilgisi eksikti, ne de itikadı!..
İlk ırkçı İblis ile, çağımızın
ırkçıları akıl ve mantık yürütmede aynı hatayı sergiliyorlar, aynı cihetten
Allah Teâlâ’nın karşısına dikiliyor ve dikleniyorlar. Yani aslında Allah
Teâlâ’yı bilmiyor değiller, biliyorlar, ama Allah'ın kesin hükmüne rağmen,
kendisinin de bir görüşü, bir hükmü, bir kanunu, bir doğrusu olabileceğini
ileri sürüyorlar. İşte bu yüzden çağımızın ırkçıları da laiktir, sekülerdir,
dünyacı ve maddecidir, Allah Teâlâ’nın
kanunlarını reddederler, kendi koydukları kanunları daha üstün, hayırlı
ve yararlı bilirler.
İşte şeytan Allah'ın kesin emri
ortada olduğu halde, kendisinin gördüğü sebeplere ve illetlere dayanarak
kendisi hakkında hüküm verme yetkisini kendisinde gördü. Halbuki kesin ilâhi
hüküm ve apaçık emir ortadayken tartışma olamaz. Allah Teâlâ’nın emri
karşısında düşünmek değil, itaat gerekir. Uygulama zorunluluğu doğar. Aslında
İblis yüce Allah'ın yaratıcı, mülkün sahibi, rızık verici ve her şeyi düzene
koyan, her şeyin ancak O'nun izni ve belirlemesiyle meydana geldiğini bilmiyor
değildi. Fakat buna rağmen kendisine ulaştığı biçimde emre itaat etmedi ve bu
emri kendi mantığına dayanarak başka yollara girdi:
"O da "Ben ondan üstünüm;
beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın" dedi.
Acaba bu iddiasında haklı mıydı?
Nerde?
Haklı olduğu bir yer varsa o da durum
tesbitidir: “Beni ateşten, onu çamurdan yarattın." Gerisi külliyyen hata
ve hayaldir, husn-ü kuruntudan ibarettir. Çünkü o dar görüşlüydü, maddenin
ötesini görememişti. Maddeyi tek ve gerçek ölçü sanmakla şeytanca bir yanılgıya
düşmüştü. His ve duygularıyla hareketi sonucu kendi nefsinden kaynaklanan
yanılgısını Allah'ın emrine tercih etmekle ilahi bir lütuf olan “insanın
üstünlüğü” gerçeğini kabul etmemişti.
Bu ayetlerin tefsirinde Büyük
Müfessirimiz Elmalılı Hamdi Yazır şöyle söyler: “Beni ateşten, onu çamurdan
yarattın." demesi, aslında doğrudur. Fakat İblis bu iki yaratılış olayını
mukayese ile, bundan "ben ondan üstünüm" sonucunu çıkarmak için
görüşünde hata etmiştir. Çünkü bir taraftan yaratıcının yaratmasını itiraf ile
ona dikkat çekiyor gibi görünürken, diğer taraftan hayır ve üstünlükte bakışını
sadece madde ve unsurla sınırlamış, fâilin ihtisasının nisbetine, şekle, gayeye
bakmamıştır.
Âdem'in yaratılışında "İki
elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?" (Sâd, 38/75) ilâhî
buyruğuyla hatırlatılan hususi üstünlüğü, "Onu düzenleyip insan şeklini
verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secdeye kapanın" (Hi c
r, 15/29) ilâhî buyruğuyla hatırlatılan ruh ve sureti, "Ben yeryüzünde bir
halife yaratacağım" (Bakara, 2/30) ilâhî buyruğuyla hatırlatılan gayeyi
göz önüne almayıp, yalnız madde ve unsura itibar etmek isteyen İblis, Âdem'de
topraktan, kendisinde ateşten başka bir özellik görmemiş ve diriden ölü, ölüden
diri yaratan ve eşyanın özellikleri ve üstünlüklerini kereminden bahşeden Yüce
Yaratıcı'yı maddeye mahkum gibi varsaymıştır.
Hiç düşünmemiştir ki, çamur ile
ateşin özündeki fark da sadece Yaratacı'nın tahsisine borçlu olan bir yaradılış
farkından başka bir şey değildir.
Bundan anlaşılır ki, âlim
geçinenlerin birçoğunda görülegelen sadece maddeye yöneliş (maddecilik)
İblis'in mesleklerinden bir meslektir. İşte yukarda işaret edildiği üzere bu
yanlış görüşüyledir ki İblis, "Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan
yarattın" küçük önermesi altında; "Ateş çamurdan üstündür, üstün olandan
yaratılan da üstündür" diye iki gizli büyük önermeye işaret ederek,
bunları birer açık gerçek ve müselleme (yardımcı teorem) gibi varsaymış ve
bundan "Ben ondan daha hayırlıyım" sonucunu çıkarmak istemiştir.
Oysa ikinci önerme toptan doğru
olmadığı gibi, birinci önerme de mutlak olarak doğru değildir. Gerçekte
genellikle yaratılış bakımından ikisi de mahluk olmak ve yaratıcının hükmüne
mahkum bulunmak bakımından eşit olduktan başka, özellik bakımından da toprağa
mahsus özellikler, ateşe mahsus özelliklerden daha kapsamlı ve üstündür.
Hele ahlâkî bir temsil ile
düşünüldüğü zaman, ateşin hafifliğine, hiddet ve şiddetine, telaş ve
ızdırabına, kibire eğilimli ve yayılmacı olmasına karşılık, toprağın vakar ve
sakinliği, sabır ve dayanıklılığı, sebatı, yumuşaklığı, haya ve cömertliği,
seçkinlik ve olgunlaşma yeteneği ne kadar yüksektir.
İblis gerek bilgi edinme
noksanlığından, gerek anlayışındaki bozukluktan, yani bilgiyi haktan değil
nefsinden almak davasında bulunduğundan dolayı bunda da yanlışa düşmüştür. Ve
yine bu yanlış iledir ki, (Allah Teâlâ’nın ona kendi ruhundan üfleyerek
maddesine bir de mana, ruh, can, akıl, düşünce, tefekkür, bilgi kattığını
görmemiş) Âdem'i sırf çamur, kendisini sırf bir ateş seviyesinde mukayese
etmiş, çamurdan yaratılan Âdem'in Allah'ın seçkin kılması ile çamurdan büsbütün
başka şerefli bir duruma yükseleceğini, kendisinin de ateşten büsbütün başka
bir lanete uğrayacağını anlayamamıştır. Ve yalnız Âdem'e karşı değil, ilâhî
sual ve emre karşı da gurur ve bencillikle deyivermiştir.
Bunun üzerine: Bu isyanın büyüklüğünü
ortaya koymak amacıyla vakit geçirilmeden derhal cezalandırıldı:
"Allah O'na: "O halde in
oradan, orada büyüklük taslamak haddine düşmedi. Çık dışarı, sen alçağın
birisin" dedi.
Allah buyurdu ki öyleyse in oradan, o
bulunduğun cennetten, yahut melekler toplumu içinden. Çünkü senin orada
büyüklenip gururlanman olmaz. O yüce makam, haddini bilen taat ve tevazu sahibi
kimselere mahsustur. O halde çık, sen artık küçülenlerdensin.
Kibirlenmek küçüklüktür; büyüyecek
olan büyüklenmez, büyüklenen mutlaka küçülür, alçalır, küçük düşürülür. Yücelik
sıfatları kendisine ait olan Yüce Allah, bu emirle onu bulunduğu makamdan
derhal azledip indirdi. Kibirine karşılık küçüklüğe ve hakarete mahkum etti.
Aslının ateş olmasına güvenerek, hayırlılık ve fazileti kendisinde aslından,
yaratılıştan intikal eden bir miras, elinden alınmaz bir kişisel özellik gibi
varsayarak bu imtihan zamanına kadar bulunduğu o mutluluk makamından
düşmeyeceğini zanneden ve bu zannıyla Yaratıcı'nın emrini eleştirmeğe kalkışan
İblis'e bu ilâhî emir, eşyanın bütün özelliklerinin sadece bir Allah vergisi
olduğunu, bu şekilde bir defa da fiilen anlatıverdi. İblis bu tutumuna karşılık
olarak cennetten kovulmuştur. Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmıştır. Allah'ın
lanetine müstehak olmuştur. Alçaklık damgası yemiştir.
Böylece Hz. Âdem'e karşı büyüklük
taslaması ve secde emrine isyanı neticesinde ilâhi rahmetten ebediyen kovuluşu
"İblis" adını almasına sebep oldu. Hz. Âdem'e secde emri karşısında
isyan eden ve hakikatle ilgili bütün bağları koparılan ve melekler arasındaki
yerini de kaybederek tamamen yalnız kalan şeytan bu defa intikam peşine düştü.
Bir başka deyişle şeytanca tutum içerisine girdi. Hedefi insandı. İnsanı da
kendisi gibi düşündürüp yaparak Allah yolundan saptırmaktı. Çünkü insan
yüzünden ilâhi rahmetten uzaklaştırılmıştı. Bunun intikamını almalı, kin ve
nefretini dindirmeli, düşmanlığını icra ederek öcünü almalıydı. İşte bu insanı
saptırma, onu da Allah Teâlâ’nın din,
kanun ve şeriatına uymayarak isyan ettirme ve hor hakir kılarak alçaltma
amacına ulaşabilmek ve Cehennemdeki azabına ortak etmek için Allah'tan ahirete
kadar mühlet istedi. Allah da ona kıyamete kadar mühlet verdi.
Buradan da anlaşılacağı gibi, şeytan
aslında Allah'ı bildiği gibi öldükten sonra dirilmeyi de biliyordu. Bunu inkâr
etmediği gibi, Âdem'in nesli ve zürriyeti olacağını, dünyada bir müddet yaşayıp
sonra öleceklerini ve bir gün gelip tekrar diriltileceklerini de biliyordu. Şu
halde onun küfrü, Allah'ı ve âhireti inkâr şeklinde değil, teklif edilen emrin
gereğini yerine getirmeyi kabul etmeme, din ve şeriata itiraz şeklindedir.
Irkçıların hemen hepsinin din ve şeriata karşı çıkan laik, pozitivist, maddeci,
dünyacı insanlardan oluşu, hayatlarını kafalarınca yaşama arzusu, “insanın
özgürlüğü” diyerek onu kayıt altına alan dini kanunlardan bağımsızlık
istekleri, aynen İblis’in düşünce ve davranış biçimidir.
Belirli bir zamana kadar mühlet
verilen şeytan, hatasını anlayıp tevbe ederek suçunu affettirme yoluna gitmedi.
Oysa böyle bir bağışlanma yolunun varlığını da biliyordu. Adem ve Havva’nın
tövbesini de izlemiş, bu konuda indirilen ayetleri de öğrenmişti. Ama bunu
gururuna yediremedi. Bilakis daha da azgınlaştı. Bütün ırkçılara gurur, kibir,
kendini beğenme ve başkalarını küçük görerek aşağılama hususunda örneklik ve
önderlik etti. Kendisine, kıyamete kadar meşgul olabileceği bir hedef seçti. Bu
hedef, İlâhi rahmetten uzaklaştırılmasına sebep olan insandı. Gönlünü intikam
duyguları bürümüştü. Cüretkâr bir edâ ile bu duygularını Yüce Allah'a şöyle açıkladı:
"- Beni azdırdığın için yemin
ederim ki, yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim ve onların hepsini
saptıracağım."[3]
Aldığı cevap şu idi:
"Halis kullarım üzerinde senin
bir nüfûzun olamaz. Ancak sana uyan sapıklar bunun dışındadır."[4]
“Yerilmiş ve koğulmuş olarak defol.
Yemin olsun ki, insanlardan sana kim uyarsa; sizin hepinizi Cehennem'e
dolduracağım."[5]
Şu halde şeytana uyan ondan, onun
tebaasından olup onun âkıbetine uğrayacaktır. Bu âyetlerden de anlaşılacağı
gibi şeytana, Allah'ın hâlis kulları üzerinde etkili olabilecek hiç bir güç
verilmemiştir. Buna göre düşüncesinde, yaşayışında ve huyunda şeytana karşı
olan insan, "Allah'ın kulu" sıfatını koruyacaktır. Şeytana âit bir
vasfı taşıyan kimsede ise, şeytandan bir haslet var demektir .[6]
Şimdi bu macera Kur’an-ı Kerîm’in
hemen başında anlatılır ve Müslümanlar bu konuyu iyi bilirler. Bu yüzden bu
mevzudaki ayet ve hadisleri ve gerekli açıklamaları uzun uzadıya yazmayı
gerekli görmüyoruz. Bizce işin ilginç yanı ilk ırkçının kim olduğu, sözde
gerekçesi ve kötü akıbetinin belirtilmesidir ve zannımca bu kadarcık bir bilgi
bile maksada kafidir.
ŞEYTANIN IRKÇI KARAKTERİ
Bütün ırkçıların fikir ve eylem
babası sayılan ilk ırkçı İblisin Kur’an’da bazı huy ve karakter özellikleri
anlatılmış ve hilelerine, tuzaklarına örnekler getirilerek insanlar onun
düşmanlığından uyarılmaya çalışılmıştır. Bunları kısaca şöyle sayabiliriz:
1- Şeytan ebediyyen
lanetlenmiştir.
Lanet, sonsuza kadar Allah Teâlâ’nın
rahmetinden kovulmak demektir. Bu yüzden şeytan da sonsuza dek ilahî rahmetten
kovulmuştur.[7]
Unutmayalım ki ona inanma, ona davet
etme, uğrunda kavga etme, ölme ve öldürme gibi her bakımdan ırkçılık da
lanetlenmiştir. Irkçılık olan yerde de İblis gibi rahmetten kovulma vardır.
Bunun tabii sonucu da tefrika, ayrılık, kavga ve kan dökme, savaş ve istismar
vardır. Bunlar ise cehalet, zayıflık, fakirlik, zillet ve illet sebebidirler.
2- İblis, kibirlidir.
“O vakit meleklere: "Adem için
secde edin!" dedik. İblis dışındaki bütün melekler secde ettiler. İblis
bunu yapmadı, kibrine yedirmedi ve kâfirlerden oldu.”[8]
Burada onun kötü huy, tıynet ve
cibiliyetinin ne olduğu somut biçimde ortaya çıkıyor: Yüce Allah'ın emrine
karşı gelmek. Üstün olanın üstünlüğünü onaylamaya yanaşmamak. Günahı üstünlük
taslama aracı haline getirmek ve bile bile gerçeğe gözünü kapamak. Bütün
ırkçılar kibirlilik göstermiş, Allah Teâlâ’nın
insanı mükellef kıldığı akide ve kanunları beğenmeyerek kendi
kafalarından akide ve kanunlar koymuşlardır. Bütün ırkçıların Allah Teâlâ’nın
koyduğu şeriata düşman ve ümmetçiliği reddetmeleri tesadüfi değildir. Çünkü
takip ettikleri şeytan da aynı yolda yürümektedir.
3- İblis Tağuttur.
Tağut:
"Tuğyan" (azgınlık) kökünden mübalâğa kipiyle bir cins ismidir ki
tekile, çoğula, erkeğe, dişiye de söylenir. Tuğyanın ta kendisi kesilmiş,
isyankâr, azgın, azman, azıtkan demektir. Allah'a karşı isyankâr olup zorla,
zorlama ile veya gönül rızasıyla kendisine tapınılıp mabud tutulan, gerek
insan, gerek şeytan, gerek put, gerek dikili taş ve gerekse diğer herhangi bir
şey demektir. Bunun tefsirinde "şeytan veya sihirbaz, yahut kâhin ya da
insanların ve cinlerin, inat edip büyüklük taslayanları veya Allah'a karşı
mabut tanınıp buna razı olan Firavun ve Nemrud gibiler veya putlar diye çeşitli
rivayetlere rastlanır.
Şeytan da Yüce Allah'ın emrine karşı
gelmekten dolayı “Tağut” adını alanlardandır. Tağut, İnsanları Allah'a (C.C.)
karşı isyana sevkeden, isyankâr kişi veya kurumun adıdır. Bu yüzden her bâtıl
mâbud, sahte tanrı, İslâmiyetten önce Kâbe'deki putlar veya onlardan birinin
ismi olarak da bilindiği gibi, Şeytan’a da denir. Bu açıdan ırkçılık yapan ve onun için savaşanlar da
yeryüzünde Allah Teâlâ’nın kanunlarını
tanımayarak ona ve dinine savaş açan tağutlar, yani azgınlardır. Bu açıdan
dünün Nemrut, Firavun ve Cengiz’i ile bugünün Hitler, Mussolini, Lenin, Stali
ve Mao’nun ne farkı vardır?
4- İblis insanlara düşmandır.
“Ey insanlar! Yeryüzünde olan bütün
nimetlerimden helal hoş olmak şartı ile yeyiniz; Fakat Şeytanın peşinden gitmeyiniz. Çünkü o sizin besbelli düşmanınızdır.”[9]
“Ey iman edenler! Hepiniz toptan
barış ve selamete girin de Şeytanın adımlarının peşinden gitmeyin. Çünkü o sizin aranızı açan belli bir
düşmandır.
Eğer size bunca gerçekler, açık
deliller geldikten sonra yine de tökezlerseniz iyi bilin ki: Allah Azizdir,
Hakimdir: son derece güçlü ve onurlu, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
Şeytanın peşinden gidenler ne
bekliyorlar? Onlar akılları sıra, buluttan gölgelikler içinde Allahın ve
meleklerin gelip haklarındaki hükmün verilmesini, işlerinin bitirilivermesini
mi bekliyorlar? Bütün işler ve hükümler
Allaha aittir O insanların keyfine göre iş yapmaz, kendi bildiğini işler.”[10]
Irkçılar da dünyada hiçbir zaman
barış içinde yaşayamaz, insanların arasını açarak muhakkak kavga ve savaş
çıkarıp insana düşmanlık yapar, yeryüzünü ve nimetlerini tahrip eder,
milletleri ve devletleri tökezleterek yıkılıp yok olmalarına sebep olurlar.
Bizim tarihimizde Emevî, Abbasî devletlerinde olduğu gibi Osmanlıların
yıkılmasında da ırkçılık başroldedir. Türkiyenin tökezlemesi ve bir türlü
kalkınamasının altında yatan en büyük sebep de yine ırkçılıktan başkası
değildir.
5- İblis, kötülüğü, hayasızlığı ve
Allah Teâlâ’ya karşı gelmeyi emreder.
“O size hep çirkin ve murdar şeyleri
ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri iddia etmenizi emreder.[11]
“O Şeytana ki: "Ya Rabbî, Senin
kullarından mutlaka bir pay edineceğim. Mutlaka onları saptıracağım, onları
birtakım temennilerle oyalayacağım. Onlara davarlarının kulaklarını yarmalarını
emredeceğim de Allahın yaratışını değiştirecekler" dedi. Her kim Şeytanı,
Allahtan başka dost edinirse, şüphesiz besbelli bir ziyana girmiştir.”[12]
“Allahtan başka onlar sadece bir kısım
kadınlara tapıyorlar ve onlar, aslında Allahın lanet ettiği o inatçı şeytandan
başkasına yalvarmıyorlar.” [13]
Hiç
kimse "Şeytana tapıyorum" demez, fakat "işi gücü şeytanlık
olan", hep Şeytanı sevindirecek işler yapan kimse, ona ibadet ediyor
demektir. Irkçılar da öyledir. Ne ırkçılık yaptıklarını kabullenirler, ne de
Şeytana taptıklarını. Cahil oldukları için dinden imandan çıktıklarını bile
bilemezler. Oysa işleri güçleri fısk, fücur, isyan, günah ve hayasızlıktır.
6- İblis insanları kuruntulara
düşürürür, vesvese verir.
“Şeytan onlara sadece vaadlerde
bulunur, birtakım kuruntularla oyalar. Şeytan aslında onlara kuru bir
aldatmadan başka ne vaad eder ki! İşte öylelerinin varacakları yer cehennemdir
ve oradan kurtuluş için hiçbir çare bulamazlar.”[14]
Şeytanın aldatma yolları
sayılamayacak kadar çeşitli olup, nefislere de caziptir. İnsanı en zayıf tarafından
aldatmaya çalışır. Irkçılık da bunlardan birisidir. Cazip olma ve insanı meftun
etmede belki birincisidir. Allah Tealaya karşı gelirler, şeriatı reddederler,
kafirleri taklit ederler, isyan ve günahla ömür tüketirler, ama bütün bunlardan
sonra da din için kavga verdiklerini ve Allah Teâlâ’nın kendilerini affedeceğini söylerler. Ne büyük
bir kuruntu, ne büyük bir aldanmadır yaşadıkları…
7- İnsanları aldatmak için yaldızlı
laflar ederler.
“Böylece biz her peygambere, insan ve
cin şeytanlarını düşman yaptık. Onlardan
kimi kimine, aldatmak için birtakım yaldızlı sözler fısıldayıp telkin ederler.
Eğer Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı.
O halde onları, düzmekte oldukları yalanlarıyla başbaşa bırak! Bir de bu
telkini, ahirete inanmayanların gönülleri ona meyletsin, derken ondan
hoşlansınlar ve işledikleri suçlarını işlemeye devam etsinler diye yaparlar.”[15]
Irkçılar da yaldızlı, yani yalan
yanlış duygulu ve hamasi sözlerle, şiir ve destanlarla insanları, hasseten
küçük çocukları ve cahil halkı kandıraraırlar.
8-İnsanla arkadaşlık kurmaya
çalışırlar.
“Mallarını halka gösteriş için
harcayıp Allaha ve ahiret gününe iman etmeyen kimseleri de Allah elbette
sevmez. Şeytan kimin arkadaşı olursa, artık o arkadaşların en kötüsüne düşmüş
demektir.”[16]
Bunun altında yatan sebep, cehenneme
arkadaş kazanmaktır. Irkçılar da saf ve cahil insanlara yapışarak onların din,
toplum, vatan, bayrak, ırk, kahramanlık gibi masum duygularını tahrik ederek,
düşman üzerine salmak isterler. Irkçılara kulak verenler, hem canlarından, hem
vatanlarından, hem de ahiretteki iyi makamlarından mahrum olurlar.
9- İblis kafirlerin dostudur.
(Bakara 257; Enfal, 48; Meryem, 83
vd.)
İblis münafıkların dostudur
(Mücadele, 19-20; Haşr, 17-19)
İblisten Allah’a sığınmak
gerekir.(A’raf, 200; Nahl, 98; Mü’minun, 97-98 vd.)
Şimdi biz bütün bu huyların ve kötü
durumların açıklamasını ve ırkçılık ile alakasını yazabilirdik. Ama daha önce
yazdıklarımızla okuyucuya bir mukayese düşüncesi verdiğimizi zannettiğimizden
ötürü ayet numaraları ile iktifa ediyor ve kitabımızın hacmini büyütmekten
sarf-ı nazar ediyoruz.
[1] Şamil İslam Ansiklopedisi, “Şeytan” md. Oradan naklen;
(Frûzâbâd, Kâmus Tercemesi, İstanbul 1305, IV, 665; Seyyid Muhammed Murtaza
ez-Zeb-Ed, Tâcü'l-Arûs, Beyrut (t.y) IX, 353; İsmail b. Hammad el-Cevher,
es-Sıhah, Beyrut, 1399/1979, V, 2144; Râgıb Isbahân, el-Müfredât f Garibi'l
Kur'ân, Mısır (t.y) s. 383; es-Seyyid Sâbık, el-Akâidü'l-İslâmiyye, Beyrut
(t.y) s. 139; Süleyman Ateş, İnsan ve İnsan üstü, İstanbul 1979, s. 36 vd.;
Mehmed Hulusi İşler, Nefis ve Şeytan, İstanbul 1984, s. 106).
[2]
Benzer ayetler parantez içinde gösterilmişlerdir. Aynı ayetler için bkz. 15,29-32;
2,34; 38,71-72.
İnsanın dünyadaki konumu ve
ahirette ebedî hayatında elde edeceği sonuç ile ilgili olan Hz. Âdem ile İblis
kıssası Bakara, A'raf, Hicr, İsra, Kehf, Tâhâ ve Sâd sûrelerinde ele alınmakla
birlikte, her sûrede farklı uzunlukta, değişik siyak içinde, farklı üslûp ve
ayrıntılar ve bulunduğu muhtevaya göre hedeflenen gayelerle anlatılır. En uzun
anlatım işbu A'raf sûresindedir. İblisten istenen secde, ibadet secdesi değil,
Allaha itaatinin bir nişanesi olarak istenen bir inkiyad (ve selamlama)
secdesidir. Allah bütün insanlık nev'ine kıyamete kadar vereceği muazzam ilim
kabiliyetine, maddî ve manevi faziletlere karşı İblisten beklediği itirafı, Hz.
Âdemin şahsına göstermesini istemiştir. İblis gururu yüzünden kaybetmiş, Adem
tevazuu ile kazanmıştır. Zahiren cennetten çıkmasına sebep olan hadisenin
hikmeti: tavzif, yani görevlendirmedir. Böylece Allah’ın insan nevine verdiği
muazzam ilim kabiliyeti, sınırsız maddî ve manevî istidatlar gelişme imkânı
bulmuş, onun yeryüzündeki halifeliği gerçekleşmiştir. Fakat insan, bu üstün
makamından kendisini düşürmek için pusuda bekleyen kıskanç şeytanın
aldatmalarına karşı, devamlı sûrette uyarılmakta ve Allaha sığınmaya davet
edilmektedir.(Bkz. Suat Yıldırım’ın mealine düştüğü not. )
[3] Hicr,
15/39.
[4] Hicr,
15/42
[5]
A'raf, 7/18
[6] Daha
fazla bilgi için Bkz. Şamil İslam Ansiklopedisi, Şeytan md.
[7] Bkz.
Hıcr, 35; Sad, 78.
[8]
Bakara 34. Benzer ayetler için bkz. Bakara, 256-257; A’raf, 11-13; İsra, 61, 62
vd.)
[9] Bakara,
168,
[10]
Bakara, 208-210..
[11] Bakara,
169
[12] Nisa, 118-119. Burada Cahiliye araplarının bazı uygulamaları kınanmaktadır. Putlar namına kesilmek üzere adak edilen hayvanların kulaklarını yararlardı. Çocukların başlarında putlar namına bir mikdar saç bırakır, cildi mavi renkle boyar, fıtratı değiştirir, bazı mahluklara tapınırlardı. Fakat şuna dikkat etmek gerekir ki, Kur'an dünyadaki varlıklar üzerinde, münasip biçimde yapılan değişiklikleri reddetmez. Aksi takdirde medeniyetin tümü, Şeytanın saptırması olurdu. Oysa medeniyet, Allah tarafından yaratılan şeylerin düzgün bir şekilde kullanılışından başka bir şey değildir. Kur'anın şeytânî değiştirmeler diye reddettiği husus, insan fıtratının ve eşyanın (yani varlıkların) Allahın verdiği tabiî fonksiyonların aksine kullanılması olayıdır.
[13]
Nisa, 117. Benzer ayetler için bkz. 53,19; 43,19; 37,158-159; 34,41.
[14]
Nisa, 129-121. Benzer ayetler için bkz. 14,22; 4,123; 99,7-8]
[15]
En’am, 112-113. Yine bkz. 3,184; 6,34; 41,43; 25,31.
[16] Nisa,
38.
WebDevelopper © 2018 - Dizayn ve Kodlama GkyKrkc