Âdâb-ı Muaşeret Görgü Kuralları

Eski tabir ile âdâb-ı muaşeret, yeni deyişle görgü kuralları, toplum içerisinde insanların birlikte yaşamak için gerekli olduğuna inandıkları kurallardır. Bu kurallar aslında uymasalar da doğruluğu, iyiliği, faydası herkes tarafından benimsenen kurallardır.

Âdâb-ı muaşeret deyimi, edebin çoğulu "âdâb" ile “işret” kökünden türetilen "muaşeret" kelimelerinin oluşturduğu Osmanlıca bir tamlamadır. Edeb kelimesi, kökünde "davet etmek" anlamı da bulunan çok yönlü Arapça bir kavramdır. Genelde "iyiye, güzele ve estetiğe davet etmek" özel olarak da "düğün yemeğine çağırmak" anlamında kullanılır. Terim olarak edep, terbiye, iffet, zerâfet, incelik, ağırbaşlılık, söz ve davranışlarında ölçülü olma, iyi ve güzel ahlâk gibi manalara gelir.

Muaşeret ise "işret" kökünden olup birlikte yaşama, insanlarla kaynaşıp ülfet sağlama ve güzel geçinme anlamlarına gelmektedir. Kur'ân'da bir yerde ve ma'ruf kelimesiyle beraber geçen muaşeret (en-Nısâ4/19) "aklın ve dinin iyi ve güzel gördüğü tarzda yaşamak" anlamında kullanılmıştır.

Adâb-ı muaşeret ise "toplum içinde yaşamak zorunda olan insanın uymak zorunluluğunu hissettiği güzel ahlâk, nezâket, ve görgünün icaplarını, kendini kusur ve ayıplardan koruyabilecek, erdemli ve olgun bir birey olmasını sağlayacak kuralları içeren bir davranış disiplini" demektir. Ayrıca adâb-ı muaşeret, toplumsal hayatta fertler arasındaki ilişkileri kolaylaştıran, ilişkilerde insanî ölçüleri sergilemeyi sağlayan, eğitim yolu ile kazanılan bir tür estetik şeklinde de değerlendirilir.

Konuya özellikle İslâmî açıdan bakıldığında âdâb-ı muâşeret'in "ahsen-i takvim" üzere yaratılan ve "eşref-i mahlûkat" olan İnsanın sosyal hayatta saygıyı ve saygınlığını korumasını amaçlayan kurallar olduğu söylenebilir.

Aslında her insan, insan olması sebebiyle, saygıdeğerdir. Ancak her sosyal çevrede "edeb" sahibi kültürlü ve tahsilli insanların daima özel bir yerlerinin bulunduğu kabul edilir. İslâm'da sınıf farkı bulunmamakla birlikte, ilim ve irfan erbabı, faziletli insanlar daima övülmüşlerdir. Rasûlullah (sav) "İnsanları layık oldukları yerlere oturtun" buyururken insanlar arasındaki terbiye ve güzel ahlakın farkını ortaya koymaktadır. Yine o, "Güzel bir görünüm (hüsn-i hal), düşünerek ve ağırbaşlı davranma (teennî) ölçülü olma (iktisat) peygamberliğin kırkta biridir" (Ebû Dâvud, Edeb, 2; Müsned, I, 296) derken de âdâb-ı muaşeretin önemine dikkat çekmiştir.

Toplumun kültür ve hayat tarzından kaynaklandığı bilinen âdâb-ı muaşeretin, her ne kadar evrensel yönleri olsa da, genelde topluma özgü olduğu kanaati hâkimdir. Zira değişik iklim ve coğrafyada yaşayan, dil, din ve kültürü farklı olan insanlar arasında görgü kurallarının ayniliği tartışmaya açık bir konudur. Özellikle gayr-i müslimlere benzememeyi tavsiye eden İslâm dini, davranış biçimleriyle de diğerlerinden farklı görünmelerini emretmiştir. Bu demektir ki, İslâm dininin prensiplerine ters düşen bir davranış biçimi başkalarınca beğenilse dahi müslümanlar için geçerli olamaz. Ancak farklı coğrafya ve farklı ırklardan olan müslümanlar arasında temel prensiplerin haricindeki muaşeret kurallarında farklılık vardır ve bu durum müslüman milletlerdeki kültür zenginliğinin bir sonucudur. Fakat bu Kur'ân ve sünnet ile bu ikisine dayalı örf ve âdetlerin müslümanların muaşeret âdabının birinci derecede kaynağını teşkil etmesi esasını zedelemez.

Toplum hayatı demek sadece insanların aynı ortamda ve birlikte yaşamaları demek değildir. Onları bir araya getiren, birlikteliğe anlam kazandıran ortak öğelere ihtiyaç vardır. Çünkü toplumu meydana getiren fertler sadece maddeden ibaret olmadıkları gibi birbirleriyle olan bağları da hep maddî değildir. İnsanları bir arada tutan, daha çok sevgi, saygı gibi duygusal bağlardır. Hz. Peygamber: "Birbirinizi sevmedikçe iman edemezsiniz, selamlaşmadıkça da birbirinizi sevemezsiniz..." (Müslim, iman, 22) hadisinde selamlaşmayı başka bir hadisinde de "hediyeleşme"yi bir sevgi vesilesi ve tezahürü olarak zikretmiştir (et-Tirmizî, Velâ, 6).

İşte âdâb-ı muaşeret, insanları birbirine sevgi, saygı ve insanlık bağlarıyla bağlayacak özelliklere sahip davranış biçimlerini konu edinen, iyiye, güzele ve estetiğe davet eden bir hayat disiplini olması itibariyle sosyal hayatın en önemli ve kaynaştırıcı öğelerinden biridir. Bu sebeple Hz. Peygamber bir yandan dışa dönük olarak insanları hak dine davet mücadelesi verirken bir yandan da içe dönük olarak kurduğu İslâm toplumunda en yüksek derecede insanî, ahlakî ve medenî anlam ve değerler taşıyan muaşeret kurallarını benimsetmeye ve çevresindekileri hayatı boyunca bu yolda eğitmeye çalışmıştır. Bu suretle en kaba ve hoyrat geleneklerden gelen câhiliye Arapları'ndan örnek bir toplum, kibar, edepli, terbiyeli, iffetli ve erdemli Asr-ı saadet toplumunu meydana getirmek için çalışıp çabalamış ve bunda da Allah Teâlâ’nın izniyle çok başarılı olmuştur. Hadis ve siyer kitapları Hz. Peygamber'in bu uğurda verdiği mücadelenin örnekleriyle doludur.