Görgü kurallarında Batılılaşma Ve Hesaplaşması

Eskiden "adab-ı muaşeret" denilen, bugün daha çok “görgü kuralları” dediğimiz kurallar, bir toplum içindeki insanların birbirleriyle olan münasebetlerini düzenler. Ahlak ilmi ile bir ilgisi vardır ama doğrudan doğruya ahlakın kendisi de değildir. Her toplumun kendine has boğaz örf ve adetleri de bir teli bir bütün olarak görgü kuralları içerisine girmiştir.

 

Görgü kuralları deyince daha çok aklımıza halkın kendi arasında uyduğu kurallar gelir. Ancak cemiyet içinde çeşitli çevrelerin de az çok farklı görgü kuralları vardır. Mesela köy veya şehirde, halkın içinde veya sosyete kesiminde, devlet dairelerinde veya orduda görgü kuralları farklı olabilir. Zaman içinde değişiklik gösterse de görgü kuralları asırlara varan bir tarihi geçmişe sahiptir.

Devletin ve sarayın kendine göre bir görgü kuralları olabilir. Eskiden "teşrifat" dediğimiz bu kurallara bugün daha çok "protokol" deniyor. Devletler bu türlü protokollara çok dikkat ederler.

Bizde görgü kuralları daha çok Kur'an ve sünnette dayalı olarak ortaya çıkmıştır. Ancak her Müslüman milletin örf olamadıkları da yanarak kendine has görgü kuralları da oluşabilir. Bu görgü kuralları, devletin kanunları gibi, cemiyetin huzur ve uyum içinde yaşamasını sağlarlar. Herkes görgü kurallarına uyduğu zaman sorun çıkmaz. Büyük küçük herkes kendisine düşen görevi bildir kim nerede ne yapacaksa, üstüne ne vazife düşecekse, görgü kuralları sayesinde bunu bilir ve yapıyor. Buna göre görgü kuralları toplu biçimde çok önemli bir mukavele, yani karşılıklı sözleşmedir. Cemiyetin birbirini sevmesinde, birlik ve beraberliğinde, ortak duygu ve düşünceye dayalı olarak ortak tepki vermesinden ve her halükarda sağlıklı ve olumlu davranmasında görgü kurallarını payı ve önemi çok büyüktür.

Bizim milletimizin de tarih içerisinde böyle bir kürklü kuralları manzumesi oluşmuştur. Ancak batılılaşma faaliyetleri, maalesef bu görgü kurumlarımızı da değiştirmiştir. 19. asırda İstanbul'da daha çok yabancı azınlıkların yaşadığı Beyoğlu'ndaki " alafranga" dediğimiz batılı görgü kuralları, çeşitli vesilelerle Türk evlerine de nüfuz etme başlar. Hakikisi-taklidi, riyakârı-samimisi münakaşa edilir. Her halükarda bizim hayatımıza tatbik edilmese bile, gerek Türkiye'deki Avrupalılarla, gerekse Avrupa'ya gidenlerin gireceği muhitlerle temas için bir zaruret olduğuna kanaat getirilir.(Bkz. Orhan Okay, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Mithat Efendi, s. 117.)

Ahmet Mithat efendinin olgunluk devresinde yazmış olduğu eserlerden biri de Avrupa adabı muaşereti'dir. 1984 yılında neşredilen bu eserin başlığı altında "yahut alafranga" ibaresi de bulunmaktadır. O zaman alafranga demek, "batı yaşayış tarzına göre" demektir. Ancak olumsuz karşılanan, aşağılayan bir kelimedir.

O günün Aydın kesimi, halkın menfi bulması ve aşağılamasına rağmen, Avrupa'yı tanımak için onların yaşayış tarzını, dolayısıyla görgü kurallarına bilmemiz gerektiği inancındadır. Bunu bilmenin tek çok faydaları olacaktır aydınımıza göre. Ama onları hemen eklerler, kendi görgü kurallarımızı da bilmemiz gerekir. Acaba aydınımıza göre batında görgü kurallarını bilmemize ne gibi faydaları olacaktır?

Onlara göre Avrupa görgü kurallarını bilmeden bir faydası, bugünkü nüfus sayımına göre üç yüz milyonluk Avrupa nüfusunun medeni yapısını bilmektir. Bir faydası da edebiyatla ilgilidir. Dilimize tercüme edilen Roma'nın pilotluğu hatta makalelerde daha iyi anlaşılması ve zevk alınması için onları yazan milletlerden yaşama usullerini bilmek gerekir. Üstelik Avrupa'ya gidecek odalara, orada yaşamanın ve çeşitli çevrelerle temastaki güçlüğün ortadan kalkmasıdır. Çünkü Osmanlı'ların birçoğu bunları bilmeden Avrupa'ya gittikleri için, bir şey öğrenemeden geri dönmüşlerdir.(A.g.e. s. 117.)

 

Görgü Kurallarında Hesaplaşma

 

Batı görgü kurallarının üstünlüğünü ifade edenler daha çok insan ilişkilerindeki nezakete, saygıya, kaba ve kırıcı olmamaya dikkat çekerler. Güya Avrupalılar nazik ve kibar konuşur, küfür ve argoyu bilmezler. Bilseler de dillerine almazlar. Acaba gerçekten öyle midir?

Oysa hakikatin böyle olmadığı, onların romanlarına da yansımıştır. Üstelik bu düşünce milletimizin köklü kuralların da bunların olmadığını ifade etmek ise, bu cahillikten öte bir iftiradır.

Avrupa'ya giden Müslümanlar'ın onlar arasında yaşarken garip karşılanmaması adına batının günkü kurallarını öğrenim uygulanması belki kabul edilebilir, ama kendi vatanında, kendi görgü kurallarını bırakarak batının görgü kurallarını uygulamak ve bunu yaparken de Müslümanlar arasında garip karşılanacağını düşünmemek, düşünse de aldırmamak, nasıl kabul edilebilir?

Acaba bu batı karşısında düşülen nasıl bir aşağılık duygusu ve kendi değerlerinden nasıl bir kopma rezaletidir?

Halkın bu aşağılamasından korkan kimileri de, hemen çareyi sentezcilikte bulmuştur. Yani batının görgü kurallarıyla doğunun görgü kurallarını birleştirmekte. Ortaya çıkan ucubeye gülmemek mümkün müdür?

Bu görgü kuralları hiç şüphesiz evin içinde ve sokaklarda olduğu gibi, ziyaretlerde, misafirliklerde, ziyafetlerde sofrada da kendini gösteriyordu. Evin iç süslenmesinden tutun, gelen misafirleri ağırlamaya varıncaya kadar, artık yavaş yavaş, devlet ricalinden ve zenginlerden başlamak üzere batılı görgü kuralları, yaşam biçimi ve tavırları giderek halka da  sirayet ediyordu. Böylece bir millet, kendi değerlerinden kopuyor, yavaş yavaş yabancılaşıyordu. Bu hale geldi ki, müslümanlar, müslümanca davrandıkları zaman kınanır hale geldiler.

Mesela bizde görgü kuralı olarak birisiyle karşılaştığımızda veya bir yere girdiğimizde selam veririz. Müslümanlıkta selam çok önemlidir. Ama artık öyle bir zamana geldik ki, bir yere girerken veya çıkarken selam vermek, gericilik, yobazlık, cahillik alameti oldu.

Batılılaşmanın bizi nasıl bir davranış bozukluğuna ittiğini görtermesi için şu misali vermeliyim: Birkaç yıl önceydi. Dindar ve muhafazakâr birisi başbakan olduğunda, üst düzey insanların toplandığı bir yemeğe davet edilmişti. Ertesi gün çok satan bir gazetede şunu okuduk: "Başbakan yemeği sağ elle yedi".

Evet, sevgili Peygamberimizin tavsiyesi üzerine her Müslüman'ın yemeğini sağ eli ile yer. Ama batılılar yemeği sol el ile yerler. Kendi değerlerinden kopmuş bir gazetenin başbakanın fotoğrafını çekerek sağ eliyle yemek yediğini millete duyurması, hiç şüphesiz onu kınamasının ifadesidir. Kınamasının ve ötelemesinin bir ifadesi.

Evet, batılılaşma ile hesaplaşmamız işte bunun içindir. Batılılaşma bizim dinimiz, örf adetlerimiz, görgü kurallarımız gibi yazılı veya sözlü ne kadar konumunun ve değerlerimiz varsa hepsini yıktı. Bize değersiz bıraktı. Artık inanmadığımız bir kanunla ve sevmediğimiz, samimi bulmadığımız bir görgü kurallarıyla yaşamak zorunda kaldık. Sözlerimize başlarken görgü kurallarının önemini belirtmiştik. Batılılaşma, bütün bu önem ve faydayı elimizden aldı ve bizi iki dünya arasında şaşkın ve değersiz bıraktı.

Bugün bir yolu ayrımındayız.

Ya atalarımızdan tevarüs edip aldığım kendi yolumuza devam edecek, Müslüman olarak yaşayacağız, ya da yoldan saparak, başka din ve değerlerin insanı olarak Müslümanlıktan uzak yaşayacağız.

Bu bir abartı değil mi, gerçeğin tam kendisidir.