İslam Toplumunda Gayr-İ Müslimler

Müslüman olmayan insanlara “kâfir” denildiği gibi “Gayr-i Müslim” de denir. Bunlar iki gruba ayrılır. Birincisi Yahudi ve Hristiyanlar gibi “ehl-i kitap”; yani son peygamberden önce bir zaman Allah tarafından gönderilmiş bir Peygambere ve kitaba bağlı bulunan ama sonradan sapıtanlardır. İkincisi ise bunların dışında kalan bütün batıl ve beşerî dinlere mensup müşrik, putperest veya tamamen dinsizler olanlardır. Bu iki grup arasında bir kısım hukukî farklılıklar vardır.

Bizim gayr-i müslimlere davranışımızın temelini, önceki konularda kısmen gördüğümüz gibi, onların bize karşı olan tutumları belirler. Eğer bizimle barış içinde yaşarlarsa bizden hukuka riayet ile adalet ve iyilik görürler. Şu âyet bütün kâfirler için bunu ifade eder:

"Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik etmenizi ve onlara karşı âdil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah âdil olanları sever. Allah, ancak sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasak eder; kim onları dost edinirse; işte onlar zâlimlerdir."

[1]

  

Âyette açıkça ifade edildiğine gibi Müslümanlara karşı savaşmayan, düşmanca davranışlarda bulunmayan kâfirlere hukuk çerçevesinde adâlet ile ve güzellikle muâmele yapılacaktır. Yani herkese kendi durum ve statüsü içinde iyi davranılacak, İslam Ahlakının gereği olarak gönülleri kazanılmaya çalışılacaktır.

İslâm ahkâmına göre, İslâm idâresini kabul edip bağlandıktan sonra ehl-i kitaba ibadetlerini serbestçe yapabilme hürriyeti tanınır. Anlaşma şartlarını tamamen yerine getirmeleri ve âdil ölçülerde kendilerine konan cizyeyi (baş vergisini) ödemeleri hâlinde İslâm idâresinin himâyesinde olup can ve mal güvenlikleri sağlanır.

Bu hususlara muhâlif davranan müslümanlar, büyük bir günâh işlemiş sayılırlar. Hz. Peygamber ve Râşid Halifeler döneminden itibaren tüm âdil İslâm idârelerinde ehl-i kitaba bu hakların eksiksiz verildiği, anlaşma metinlerine bu hususların hassâsiyetle yazıldığı ve uygulanmasında büyük titizlik gösterildiği, tarihî bir gerçektir. Bu hassâsiyet, Peygamber efendimizin hadisinde en güzel şekliyle ifadesini bulmuştur:

"Bir zımmîye zulmedenin, kıyâmet gününde hasmı benim!"

[2]

Sefere çıkan ordu komutanlarına ve valilere halifeler tarafından verilen tâlimâtlarda, muâhedûn, ehlü'z-zimme veya zimmîler sıfatıyla ehl-i kitabın haklarına riâyet etmeleri, kendilerine ibadet hürriyeti verilmesi ve insânı muâmelede bulunulması sıkı sıkıya emredilmiştir. İmâm Ebû Yûsuf'un Kitâbü'l-Harâc'ı, Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm'ın Kitâbü'l-Emvâl'ı ve diğer İslâm hukukçularının kaynak eserleri bu tâlimatları ile ehl-i kitaba uygulanacak ahkâm ve verilecek haklar konusunda geniş bilgiler ihtivâ ederler.

[3]

Ancak kafirler İslâm’a ve Müslümanlara karşı düşmanca bir tutum ve davranış içinde iseler, onlara dost ve yardımcı olmak, onları başımıza idareci koymak, onlara sır vermek ve taraflarını tutmak, İslam’a hıyanetlik sayılarak haram kılınmıştır. Bu konu ayrıca yazılacağı için bu kadarcık bilgi yetinelim.

İlk halifeler döneminde ehl-i kitabın, Arap Yarımadası'ndan sürülüp çıkarılması, Hz. Peygamber'in, "Arap Yarımadası'nda iki din birarada bulunmayacaktır"

[4]

şeklindeki bir hadisine dayandırılırsa da bunun yanında ehl-i kitabın, anlaşma şartlarına uymamaları ve huzursuzluk çıkarmalarının da bu uygulamaya esas teşkil ettiğini göz önünde bulundurmak gerekir.

Ehl-i kitap ile diğer gayr-i müslim olanların bazı hukukî farklılıkları vardır demiştik. Şimdi bu konuya açıklık getirelim.

Ehl-i kitabın yiyeceği müslümanlara helâldir: “Bugün size temiz ve faydalı şeyler helâl kılındı. Kitap verilenlerin yiyecekleri size, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir.”

[5]

Bu âyetin manası genel olup, domuz, şarap, içki, ölü hayvan gibi aslı haram olan yiyecekleri kapsamaz. 

Ehl-i kitab kadınlarla müslüman erkeklerin evlenmesi câizdir. İslâm, müslüman bir erkeğin kâfir veya müşrik bir kadınla evlenmesine izin vermezken, kitap ehlinden olan, yani yahudi veya hristiyan bir kadına evlenmesine izin vermiştir. Çünkü bunların dini, aslı bozulmuş olsa da semâvî bir dindir. Bu konuda Kur'an'ı Kerim'de şöyle buyurulur:

“Mehirlerini verdiğiniz takdirde, iman eden hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitab verilenlerin hür ve iffetli kadınları, zina etmemek ve gizli dost tutmamak şartıyla size helaldir.”

[6]

  

İslâm ülkesinin vatandaşı olmuş kâfirlere, arada bir anlaşma (zimmet) olduğu için "zimmî, ehl-i zimmet" denmiştir. Bunlar, din ve inanç dışında kalan sâhalarda, müslümanlarla eşit haklara sahiptirler. Bir hadise dayanan formül şöyledir:

"Lehimize olan onların da lehine, aleyhimize olan onların da aleyhinedir."

[7]

Bu statüye tâbi olan gayr-i müslimlerin haklarını savunmayı bizzat Rasûlullah üzerine almıştır: "Bizimle anlaşması olana (zimmî vb.) haksızlık eden veya gücünün üstünde yükleyen yahut da rızâsı olmadan bir şeyini alan kimse, kıyamet günü karşısında beni bulacaktır."

[8]

Savaşta ve barışta kâfirlerin bilgi ve gücünden faydalanmak caizdir. Onlarla hediyeleşmek, selâmlarını almak, hastalarını ziyaret etmek, alış-veriş yapmak da caizdir. Ancak Müslümanlar, kâfirlerin dinlerine ve dinî davranışlarına katılma, benimseme, beğenme, özenme mânası taşıyan davranışlardan sakınma hususunda titizlik göstereceklerdir.

[9]

  


[1]

el-Mümtehine: 60/8-9.

[2]

Ebû Dâvûd, İmâret, 33; ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Cihad 153.

[3]

Bkz. Ahmet Önkal, Şamil İslam Ansiklopedisi, “ehl-i kitap” md.

[4]

Muvatta', Medine, 18,19.

[5]

el-Mâide, 5/5.

[6]

Maide 5/5.

[7]

el-Mavsılî, ag. esr., Cüz, IV. s. 119.

[8]

Ebû-Dâvûd, K. el-İmârah, 33.

[9]

Bkz. http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/helalharam/0151.htm  Kâfirler ile müslümanların karşılıklı ilişkileri üzerine İbnu'l-Kayyim, Ahkâmu-ehli'z-zimme, A. Zeydân, Ahkâmu'z-zimmiyin, Prof. M. Hamidullah, İslâmda Delvet İdâresi; H. Karaman, İslâm Hukuku I ve III isimli eserlere bakılabilir.