Toplum

Toplum deyince aklımıza gelen, sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için karşılıklı etkileşen ve ortak bir kültürü paylaşan çok sayıdaki insanın oluşturduğu bir birlikteliktir.

Toplumdaki kişiler demografik bir birikim oluştururlar. Başka bir deyişle toplam nüfus olarak görülebilirler. Yine de bir toplumdan bahsedebilmek için onun bazı özelliklerinin olması gerekir. Bunun başında ortak bir demografik birikim ve coğrafik bir mekan –vatan- vardır.  Haliyle bir toplumda işleri farklı temel gruplardan oluşmuş kesimler ve farklı olgular vardır. Mesela aile, din, ekonomi, siyaset, eğitim ve eğlenme tarzları bunların başlıcaları sayılır. Toplum ortak bir dil, örf ve adetler, töreler gibi benzer davranış görüntüleriyle kültürel olarak benzer gruplardan oluşur. Ancak her toplum kültürel olarak diğerlerinden farklıdır.  Bir toplumun en büyük özelliği ise işbirliğinin yaygın olmasıdır.  

Bu özellikleri göz önüne alarak toplumun tanımını yaparsak; toplum,  ortak bir mekanda birlikte yaşayan,  temel sosyal ihtiyaçlarını tatmin etmek için çeşitli gruplar içinde iş birliği yapan,  ortak bir kültüre bağlı olan ve belli bir sosyal birikim olarak faaliyette bulunan kişilerin örgütlenmiş işbirliğidir. 

Toplumun genel durumunu, sorunlarını, kaynaklarını, davranış biçimlerini tespit ederek bir bütün halinde değerlendirip sonuca varma toplumu tanıma ve her alanda oluşan sorunlarını çözme hususunda çok önemlidir. Toplumu tanıma ve hizmet verme aşamasında toplum önderlerini tanıma ve onlarla işbirliği içinde çalışma sorunlarının çözümüne doğrudan katkı yapacak önemli kurallardır.  Velhasıl her alanda yapılacak hizmetlerde başarının yolu toplumu tanımaktan geçer.  Toplumun değerlendirilmesi sürekli olması gereken bir süreçtir.  Oldukça zaman alabilir. Yine de bu süreçte veriler bir düzen içinde toplanmalıdır.  Ancak gelişi güzel toplanan veriler hiçbir zaman amaca tam hizmet etmez. Bu bakımdan toplum yapısının incelenmesi için gerekenlerin bir listesi yapılabilir. Standart bir çizelgenin veya formun kullanılması sağlıklı değildir.  Her şeyden önce bu incelemede toplumun nüfus özelliklerinin çok net olarak belirlenmesi ve toplumun incelenmesinde etkili olan diğer verilerde tüm toplumu kapsayacak biçimde toplanmalıdır. Bir toplumun nüfus özelliklerini tanımak gerekir. En başta o toplumun nüfusu, nüfusun yaş, cinsi, ekonomik, eğitim, meslek, din, etnik grup, medeni duruma göre dağılımı, nüfusta yaşanan hareketlilik önemlidir. Yine bölgenin tarihsel geçmişi, coğrafi yapısı, iklim özellikleri, ekonomik etkinlik ve gelişmesi, bölgenin fiziksel çevre şartları, mesela evlerin durumu, su kaynakları, çevre sorunları vs. o toplumla ilgili genel bilgilerdir.  Bütün bu genel bilgiler yanında bölgenin yerleşim özellikleri, sosyal yapı, sosyal yardımlaşma, birlik ve beraberlik gibi sosyal özellikleri, toplum liderleri, kanaat önderleri, bölgenin ulaşım imkanları, politik yapısı bilinmesi gereken durumlardır. 

Sosyoloji ilminin verilerine göre “toplum”, ihtiyaçlarını karşılamak için bir arada yaşayan ve birbirlerinden etkilenen fertlerin oluşturduğu organize bir topluluktur. Bir başka ifadeyle toplum, tarihsel gelişme içinde, aynı toprak parçası üzerinde birlikte yaşayan, ortak bir kültürü, ortak bir uygarlığı olan, hayatlarını sürdürmek ve birçok temel çıkarlarını gerçekleştirmek için işbirliği yapan insanların tümüdür. Bu açıdan millet, kavim, kültür gibi kelimelerle müşterek anlamları paylaşan bir kavramdır.

Bir toplum sosyal ilişkiler, kurumları, gelenekleri, örfleri, ölçüleri, ilkeleri, kısaca sosyal alanda gözlemlenebilecek tüm özellikleri üretir. Bunlara aynı zamanda, insanın meydana getirdiği unsurlar anlamında “kültür” adı da verilmektedir. Bu bakımdan toplum ve kültür birbirlerini yansıtmaktadır. Bu sebeple kültürün çeşitli kurumlarıyla toplum, zaman zaman eş anlamda kullanılmaktadır. Mesela dini bir grupla eş anlamlı olarak, Müslüman toplumu; devletle eş anlamlı olarak, Türk toplumu deyimleri kullanılabilmektedir.

Bir kimsenin içinde birtakım haklar ve sorumluluklar olabileceği belirli bir toplumun tarzlarını öğrenmesi sürecine “toplumsallaşma” denir. Burada belirli bir toplumun davranış kalıplarını kişiliğine mal ederek o topluma ait bir birey durumuna gönüllü bir kabulleniş ve katılım vardır. Bunun amacı ise o toplumun temel alışkanlıklarından, örf ve adetlerinden tutun da devlet yönetimine, kurumların işleyişine, hatta ilim yöntemlerine kadar uzanan temel disiplinleri benimseyip kabullenmeyi sağlar. Hatta toplumsal rolleri ve onları destekleyen tutum ve becerileri öğretir. Fertlere yetişkinlerin faaliyetlerine katılması için bir hazırlanma imkânı verir. Bu yüzden her toplumda aile, arkadaş grupları, okullar, kitle iletişim araçları toplumsallaşma çabalarında çok önemli unsurlardır. Gerek genel bilgi ve kültürü aktarmada, gerekse kişilerin tutum ve kanaatlerini etkilemede önemli olgulardır. Bir toplumun can damarı, fertler arasında işbirliği, katılım ve iletişimi doğru sağlamadır. Bunu sağlamada çevre çok önemlidir. Çünkü toplumda bir yer edinme anlamında “statü”, fertlerin hiçbir katkısı ve etkisi olmadan, toplumun kendi kabul ettiği bazı ölçülere göre elde edilmiş statüdür olduğu kadar, onların kendi yetenek, çaba ve başarılarına göre kendilerinin elde ettikleridir. Bu bakımdan fertlerin birbirleriyle ilişkili birtakım davranış kalıplarını benimseme ve yaşamada, yani toplumsal rollerini kavramada başarılı olmada, dolayısıyla fert ve toplum olarak sağlık ve mutluluğu kazanmada, o ilişkiler ağının, o toplumsal rolün önemi çok büyüktür.

Bize göre bunun yolu, insanın yaratıcısı ile sağlıklı bir iletişime geçmesidir. Bunun öteden beri işleyen en sağlıklı yöntemi ise, insanlar arasından temiz ahlaklı, doğru dürüst yaşayan, her bakımdan güvenilen, akıllı mantıklı insanların, insan ile yaratıcısı arasındaki iletişim aracılığıdır. Biz bunu, İslam’ın “peygamberlere iman” öğretisinde buluyoruz. O yüzden buraya kadar yaptığımız sosyolojik analizlerden şimdi dinin sunduğu bilgilere geçmek istiyoruz.

İslam açısından dine yaklaşırken, önce onun “insan” hakkında söylediklerini bir ön bilgi olarak öğrenmemiz gerekir. Biz bir önceki başlıkta bunu verdiğimiz için mutluyuz. O yüzden birçok sözü tekrar etmekten kurtulmuş bulunuyoruz. Çünkü insan için geçerli olan her durum, iyilik veya kötülük, başarı veya başarısızlık, genellemede toplumu da aynı doğrultuda etkiler. Çünkü toplumlar,  bireylerden meydana gelirler. Onun için toplumun saadeti, huzuru ve temizliği,  bireyin saadeti, huzuru ve temizliğine bağlıdır. Çürük tahtalardan sağlam bir gemi inşa edilemeyeceği gibi, bilgisiz, görgüsüz,  huzursuz bireylerden de güzel bir toplum inşa etmek mümkün değildir. “Ne olur inşa edilirse?” diyene, “denize girersen, görürsün” denilir. İçinde yaşadığımız acı bir gerçek olduğu kadar,  dinler tarihi,  genel tarih ve sosyal bilimlerin de bize kesinlikle bildirdiği bir gerçektir bu. İslam, ta başından beri bu gerçeği insanlara ilete gelmiştir.

İnsan, kendi huzur ve saadeti için, söz dinleyen, öğütlerden yararlanan, tarihî tecrübelerden ders alan bir varlık olmak zorundadır. Bizden önce yaşamış olanların yaptıklarından ders almalı,  bize bahşedilen akıl ve zeka gibi nimetlerimizle iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt etmeli, kendimizi sürekli gözetmeli, iyi ahlakımızı geliştirmeli, kötü huy ve alışkanlıklarımızı gidermeliyiz.

Şüphesiz bunların olabilmesi için insanın önce Allah’ı bilmesi,  sevmesi ve ona samimiyetle ibadet etmesi elzemdir. Gerçek saadet,  huzur, iç temizliği ancak ve ancak Allah’ı bilmek ve sevmekle mümkündür.

İnsanın içindeki kötü huy, güdü, şehvet, istek ve ihtiraslardan büsbütün arınması ve korunmasının Allah Teâlâ’ya iman ve teslimiyetten başka bir yolu yoktur.  Çünkü insanın bütün arzu, istek ve ihtirasları, bedeninde gerçekleşmektedir. Bedenin ise, ölümlü olduğu, açık seçik bir gerçektir. Ölüm endişesini yenen yegane unsur, Allah’a (azze ve celle) iman, Allah’a itaattır. Sonra “ahirete” iman ve hazırlıktır. Bu iman ve itaat, bu bilgi ve hazırlık,  insana sonsuz bir zevk bahşetmektedir; ahiret mutluluğu!

İşte bu bilgi, bu amel ve arınma,  sonuçta dünya mutluluğunu da getirmektedir.  Çünkü insanın orada, ölümsüz bir ebedilik,  kesintisiz bir zevk,  katıksız bir sevinç, zevalsiz bir zenginlik, kusursuz bir olgunluk ve minnetsiz bir nimet ve hakiki bir izzet içindedir.  Orada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, dillerin diyemediği,  akla hayale gelmeyen nimetler ve zevkler içinde yaşayacaktır. İşte buna iman etmenin, bunu bilmenin Müslümanlara verdiği saadet, huzur, güven ve tatmin duygusunun dünyaya bir yansıması olacaktır. Kuşkusuz bu iman, bu bilgi, dünya saadetinin de en büyük sebeplerindendir. Nihayet iman, mutluluğun en önemli kaynaklarındandır.

Görülüyor ki saadetin, huzurun,  itminanın kaynağında Allah (azze ve celle) a iman, O’nu bilme ve sevme, ona ibadet ve itaat ile ubudiyyet/kulluk vardır. Zira Allah’ı bilmenin en büyük faydası, hiç şüphesiz insanı, O’nun rızasını kazandıracak amellere,  davranışlara iletmesidir.  İhlasla ve O’nun istediği ölçüler çerçevesinde bir amele.  İman, “olmazsa olmaz” olandır ama amelsiz ilmin de bir değeri,  yani faydasız bir ilmin de değeri, herhalde yok gibidir.

Bütün bu iyi işlerin, amellerin ve erdemlerin amacı Allah rızasını kazanmaktır. Faydası ise,  kişiyi arındırmak,  kalbini temizlemek,  nefsini tezkiye etmektir.  Yani her türlü olumsuz düşünce ve davranışlardan arındırmaktır. İşte bireyin saadeti,  huzuru,  doymuşluğu buradadır. Bu aynı zamanda mutlu ve sağlıklı bir toplumun da temel unsurudur.