Çağdaşlaşma

“Muasır” demek “çağdaş” demektir. “Çağdaşlık” ise kaba tabirle “aynı zaman diliminde yaşamak, aynı asırda dünyada olmak” demektir. Eskiden “Çağdaş” yerine “muasır” ile beraber “asrî” kelimesi de kullanılırdı. Yani tarih içinde birbirlerini görmeseler de aynı asırda yaşamışlar demektir.

Ancak felsefî anlamda bugün “çağdaş” olanın tanımı değişmiştir.  Artık bu kelime, “içinde bulunulan çağın anlayışına, şartlarına uygun olma, çağın gereklerine uyma, zamanın icabına göre hareket etme” anlamında kullanılmaktadır. Buna göre çağın bilgi, düşünce, teknik, refah ve değerler sistemine uygun insan manasında kullanılmaktadır.

Öyleyse bu çağda öne çıkan “çağdaşlık”, kimi kıt akıllı ve eksik düşüncelilerin zannettiği gibi “dini inkar etmek” değil, belki “bilim, teknoloji ve insan hakları, hukukun üstünlüğü, eşitlik ve özgürlük” gibi aslında her çağda olan ama bu çağda daha bir öne çıkan insanî değerlere sahip çıkmakdır.

Tıpkı daha önce de zikrettiğimiz “Batılılaşma”, “demokratikleşme”, “parlamentarizm”, “kapitalistleşme”, “laikleşme”, “sekülerleşme”, “aydınlanma”, “modernleşme”, “rasyonelleşme”, “liberalleşme” kavramları gibi bu iki kavramın da Batılılaşma ile arasında yakın ilişkiler vardır. İzzet Er bu ilişkileri, “çağdaşlaşma” kavramını açıklarken şöyle belirler:

“Çağdaşlaşma sosyal değişmenin özel bir şeklidir. Modern (çağdaş), yaşadığımız zaman ya da yaşadığımız zamana uygun demektir. Kelime latincedeki "modenuis"tan, o da, "hemen şimdi" anlamına gelen "modo"dan türetilmiştir. Çağdaşlaşma, terim olarak, tarih boyunca gelişmiş kurumların bilimsel bilgideki olağanüstü artışı yansıtan ve hızla değişen fonksiyonlara adapte edilmesi (uyarlanması) süreci diye tanımlanır.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak günümüzde de geçerli olan bir anlayışa göre, modern, yani çağdaş kelimesi, toplumlar arasına en çok gelişmiş olanların temsil ettiği teknik, bilgi ve ilmi zihniyetin karşılığıdır. Aynı anlayışa göre "çağdaşlık", teknolojik, siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmede en ileri olan ülkelerin ortak özelliklerinin ifadesi "Çağdaşlaşma" da, ülkelerin bu Özellikleri elde etme çaba ve özlemlerini, yahut aynı mahiyette bir cereyanı dile getiren bir terimdir. Oysa benzer durumları İfade etmek için başka kelimeler de kullanılmakladır. Yakın zamanlarda, özellikle gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkeler üzerindeki etkisini belirtmek üzere "Avrupalılaşma", "Batılılaşma", "Sanayileşme" terimlerinin de kelime hazinemize katıldığını görürüz.

Uluslararası Sosyal Bilimler Ansiklopedisi (International Encyclopcdia of ihe Social Sciences, 1967) modernizasyonun eski bir olayın zamanımızdaki adı olduğunu ve "azgelişmiş ülkelere, gelişmiş ülkelerin vasıflarını kazandıran sosyal değişme sürecini ifade elliğini belirtir. Aynı maddenin yazarı adı geçen ansiklopedide konuya şöyle devam eder: Emperyalizm çağında, geleceklerinin imaj ve tasvirleri, sömürge halklarına sömürgeciler tarafından sunuluyordu. Hind'den söz ederken “İngilizleşiyor”, Hindiçin'den söz ederken “Fransızlaşıyor” deniyordu. Uzun süren sömürgecilik yılları, emperyalist rejimler arasında -millî menşeleri bir yana- büyük benzerlikler olduğunu gösterir; eski deyimler -İngilizleşmek, Fransızlaşmak vb.- kullanılmaz oldu. Avrupalılaşmaktan söz edilmeye başlandı.

Sosyolog G.Young'a göre, Avrupalılaşma, rönesans düşüncesi ve protestan zihniyetinin hakim olduğu modern Avrupa'daki sanayi devriminin ürünü olan belli sosyal sistemleri nüfuz yolu ile Asya, Amerika, Afrika kültür ve medeniyetleri üzerine yaptığı tesirlerdir. II. Dünya Savaşı Avrupa devletlerinin zayıflamasına ve Amerikan nüfuzunun yayılmasına neden oldu. Böylece batı dilleri yeni bir kelime ile zenginleşti: Amerikalılaşma. Avrupa Amerikanlaşıyordu. Ama dünyanın diğer ülkeleri söz konusu olunca kullanılan terim "Batılılaşma" idi. Ne var ki, savaş sonrası yıllar, bu daha geniş ifadenin bile gereğinden fazla dar olduğunu ispat elti. Topyekûn bir terime ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacı karşılamak İçin "modernizasyon" kelimesi uyduruldu.

Burada Fransa'da cereyan eden bir hadiseyi zikretmek faydalı olacaktır. Fransa'da araba üreten bir fabrikanın yüksek maaşla sosyolog ve psikolog arayan bir ilanına orada doktora yapan bir müslüman sosyolog müracaat eder. Fakat, fabrikanın sosyolog ve psikolog aramasına bir türlü anlam verememiştir. Fabrikanın halkla ilişkiler müdürü, bir Asya ve Afrika haritası üzerinde gösterdiği bazı şehirlerde pek çok müşterileri olduğu halde, diğer bazı kasaba ve şehirlerde arabalarının hiç satılmadığını belirtir ve devamla: "Bunun nedenini mühendislerden öğrenemiyoruz. Bu halkın neden hoşlandığını, bu arabaları niçin tercih edip almadıklarını araştırmak sosyologların görevidir; Mümkünse arabanın şekil ve rengini onların isteklerine göre değiştirebiliriz, yok olmazsa, onların zevkini değiştiririz" der.

Bu arada bazı sosyologların modernleşme adı altında, önceleri hiç araba almayan bir Afrika kabilesinin örf ve âdetlerini değiştirerek nasıl müşterileri haline getirdiklerinden bahsetmeyi ihmal etmez.

Bu örnekten de anlaşılacağı üzere, modernleşme, emperyalist güçlerin sömürgecilik emellerini sürdürmek için hakimiyetleri altındaki sömürge ülkelerinin âdetlerini, hayat şeklini, dünya görüşünü, hatta gerekiyorsa, -ki hep böyle olmuştur-, dini değerlerini değiştirmek maksadiyle yürüttükleri faaliyetin genel adı ise de, bu durum, çağdaşlaşma sürecinin sadece bir parçasının ifadesidir. Ne gelişmiş ülkelerin geleneksel durumlarını yeni şartlara adapte etme çabalarını, ne de az gelişmiş ülke¬lerin kendilerinden daha geri olanlar üzerindeki etkilerini kapsamaktadır. Çağdaşlaşma, kurumları çağdaş şartlara ve anlayışa uyarlamanın başlangıcının, genel olarak düşünülürse tarihin hemen her devrinde vuku bulduğu söylenebilir. Ancak çok belirgin şekildeki örneklerini XII. ve XIII. yüzyıldan başlayarak yoğun olarak XVII. ve XVIII. yüzyıl Batı Avrupa toplumlarında görüyoruz. XIX. ve XX. yüzyıllarda bu değişiklikler bütün toplumları ve bütün beşeri ilişkileri etkisine alan bir dönüşüme yol açar. Onun için XVII. ve XVIII. yüzyıllarda İngiltere ve Fransa'nın "Batılılaş-ma"sımdan, ya da XX. yüzyılda Japonya'nın ve onun tarafından Mançurya'nın "Avrupalılaştırma"sından bahsetmek güç olsa gerektir.

Esasında çağdaşlaşma, son yüzyılların engin tecrübelerine istinad eden teknik, bilim ve bilimsel zihniyete göre geleneksel kurumları yeni şartlara uyarlama çabası, bir başka ifadeyle yenileştirme sürecidir. Buna modernleştirme süreci de denir. Tarihi açıdan bakılacak olursa, modernleşme sürecinden geçen kurumlar, bütün dünya milletlerinin geleneksel (ananevi) kurumlandır. Fakat, modern (çağdaş) ve geleneksel kelimelerinin izafî olduğunu unutmamak gerekir. Batı Avrupa toplumları için geleneksel kurumlar ortaçağın müesseseleridir. Orada modernleşmenin geleneksel sistemle çatışması XII. ve XIII. yüzyıllarda ortaya çıkmıştır. Mütakip asırlarda Elizabelh döneminde adalet sisteminin Osmanlı sistemine göre yenileştirilmesi amacıyla bir ingiliz heyetinin İstanbul'a geldiği bilinmektedir. Benzer geleneksel safhalar, ana çizgileriyle, modernleşmenin geleneği zorlamasından önce diğer toplumlarda da görülür. Az gelişmiş olanlarda geleneksel dönem XX. yüzyıla kadar sürmüştür. Buna göre, bu gibi ülkelerde yenileşme-çağdaşlaşma sürecine giren kurumlar XX. yüzyıldaki!erdir. Japonya'da ise, XIX. yüzyıl kurumlarıdır. Hemen ilave edelim ki, bugünün modern kurumları bir zaman sonra gelenekselleşecektir.

Tarihi metod kullanarak sosyolojik bir değerlendirme yapılacak olursa, günümüzün batılı çağdaş (modern) toplumlarındaki bu gelişme dahili ve kendi kendine bir sosyal değişimin ürünüdür. Klasik kurumları çağdaşlaştırma süreci asırlar boyunca yavaş yavaş ve her¬hangi bir sosyal sarsıntıya meydan vermeksizin gerçekleşmiştir. Gelişen bilim, teknoloji ve bilimsel zihniyetin gereği olan değişiklikler toplumun mevcut sosyal değerleri ve kurumları arasındaki denge zedelenmeden sahip olunan kültürün unsurları yeniden yorumlanmak ve gelişen şartlara tutarlı bir şekilde uyarlanmak suretiyle olmuştur. Sonradan çağdaşlaşanlarda İse, özellikle farklı kültür özellikleri gösteren toplumlarda gelişen bilimsel seviye, teknoloji ve bilimsel zihniyete sahip kültürler tarafından gittikçe artan bir dış baskı hususiyeti taşır; bu ülkelerde değişmeler hızlı, hatta birdenbire olmuştur. Onun için o ülkelerde geleneksel kurum ve anlayışlarla modernleşme çabaları arasında kronik mücadeleler, iç sarsıntılar, kültürel yozlaşma ve yabancılaşmalar görülür. Bazen o hale gelinir ki, artık toplum ne geleneksel, ne de modern bir toplumdur.

Bazı sosyal bilimciler, gerek sömürge ülkelerindeki tecrübelerine, gerek bilimsel birikime istinaden bir takım çağdaşlaşma modelleri üzerinde durmuşlardır. Hemen hepsinde, önce toplumda çağdaşlaşma eğilimi oluşturmak, yerli çağdaşlaştırma ajanları (idareci ve aydın tabakadan) bulmak ve çalıştırmak, siyasi ve askeri güçlere nüfuz edip ele geçirmek, bunun için tüm eğilim kurumlarından, kitle basın yayın araçlarından azami ölçüde istifade etmek, çeşitli güç odaklarını halkın gözünden düşürmek ve yok etmek gibi ortak hareket planları mevcuttur. Yaygın sosyolojik kanaata göre, böyle standart modeller yerine, her toplumun kendi kültürüne dayalı, kendi sosyal değerlerine dayanan çağdaşlaşma usulleri daha yararlıdır. Özellikle İslâm toplumları için, İslûmİ değerlere dayanmayan, onlara aykırı olabilen usuller toplumda sosyal çözülmelere (dejenerasyon) vesile olur.”

[1]

Evet, bütün bu metotların ülkemizde nasıl uygulandığını önümüzdeki blümfe göemeye çalışacağız. Ancak bu bölümü Hayrettin Karaman’ın şu cümleleri ile bitirmek istiyorum:

“Bilim, teknik ve insânî değerler açısından ilerlemek, gelişmek, medeniyete katkıda bulunmak belli bir milletin, kavmin ve ırkın tekelinde değildir. Böyle düşünen ırkçı görüşler tarihe karışmıştır. Kavimler, milletler birbirini engellemez, sömürmez, asimile etmeye çalışmazlarsa, aksine destekler ve yardımlaşırlarsa her millette (insan oldukları için) gelişme, kalkınma, kültür oluşturma ve insanlığa değerler sunma kâbiliyeti vardır.

"Din terakkiye mânîdir, değildir" tartışması, Batılılaşma âfetinin haberci rüzgârı olarak ortaya çıktı; Ziyâ Paşa'nın deyişi ile "Evvel yoğidi işbu rivâyet yeni çıktı". "Din terakkiye mânîdir" diyenlere göre hem müslüman olmak, hem de ileri, gelişmiş, çağdaş olmak mümkün değildir.

Bu tartışmaya girmeden önce çağdaşlaşmaktan maksadın ne olduğunu açıkça ortaya koymak şarttır. Çağdaşlaşmak madalyonun iki yüzü ile (hem bilim, teknik, teknoloji, ekonomik kalkınma, insan hakları, hayatı kolaylaştırıcı icatlar, keşifler vs. hem de stres, terör, cinsel özgürlük, ahlâksızlık, dinsizlik, sekülarizm, kirlilik, tene ve toprağa mahbûsiyet, Allah yerine kendine tapınma... ile) Batılılaşma, Batı standartlarını yakalama ise, buna hem milliyet, hem de din mânîdir, engeldir, ikisi bir arada olamaz.

Çağdaşlaşmaktan maksat, madalyonun güzel, insana yakışan yüzünü temsil etmekse -ki bu da ya alternatif değerler üretmekle, yahut da bünyeyi, öz kültürü koruyucu tedbirler alınarak, buna özen gösterilerek yapılacak zarûrî iktibaslarla gerçekleşir- buna İslâm mânî değildir. Mânî olmadığını geçmişte isbat etmiştir.

Günümüzde insanlığın selâmetini, mutluluğunu ve gerçek mânâda maddî ve mânedî alanlarda gelişmesini; müslümanların kendi değerlerine dönerek, dinamiklerini kullanarak alternatif kültür ve medeniyetlerini tecdîd etmelerinde, yeniden insanlığa sunmalarında görüyoruz. Bu yeniden doğuş imkânı İslâm insanında bilkuvve mevcuttur, fiilen mevcûdiyeti, gün ışığına çıkması ise şuura, gayrete, eğitime, rehberliğe ve güce bağlıdır.”

[2]

Bilimde ve teknolojide geri kalmak neticede fakirlik ve zayıflığı getirir; fakir ve zayıf olanlar tarih boyunca olduğu gibi bugün de güçlüler, yani medeni ve çağdaş onlar tarafından sömürülmekte ve yutulmaktadır. Herkes de bilir ki bilim, teknik ve insani değerler açısından ilerlemek, gelişmek, medeniyete katkıda bulunmak belli bir milletin ve ırkın tekelide değildir. Ancak konu İslam açısından çok önemlidir.

Bize göre sayılan bu “insanî” değerler, aynı zamanda “İslamî” değerlerdir ve bu insanların varoluş sebepleridir. İnsanî değerlerin ideal tablosu İslam’da olduğu için, bunlardan vazgeçmek İslam’dan vazgeçmektir, bundan geri kalmak, İslam’da geri kalmaktır. Bu konu dinimizde bu kadar önemlidir. Kur'an-ı Kerîm'de zamanın ve çağın insan açısından çok önemli bir kavram olduğuna işaret edilerek "Çağa yemin olsan ki, insan zarardadır" buyurulmaktadır.

[3]

Konuyla ilgili olarak zamanla ahkamın değişmesi ve çağın icaplarına göre hareket edilmesi hususunda Mecelle'de "Ezmanın teğayyürü ile ahkamın teğayyürü inkar olunamaz"

[4]

 denilmektedir. Buna göre İslâm nazarında çağdaşlaşma meşru ve mubah olabilir. Fakat gayri meşru ve haram olan Batılılaşma ile bu çağdaşlaşmanın sanki aynı olguyu ifade ediyormuş gibi sunulma kurnazlığı, halk nazarında bu kelimenin bütün sıcak ve sevecenliğini kaybettirmiştir. 

 

[1]

Bkz. İzzet Er, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, “çağdaşlaşma” md.

[2]

Bkz. http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/0975.htm (Yeni Toplum, Mart, 1992.)

[3]

Asr 1

[4]

Mecelle 39. Madde