Ilımlı İslam

Laiklik ve sekülerizm konusunu işlerken Batıda Hıristiyanlığın başına gelen felaketin, yani insan eliyle değiştirilip aslî şeklinden uzaklaştırma, daha doğrusu laikleştirme çabasını görmüştük. İşte “Ilımlı İslam Projesi” bu işlemin aynısını İslam üzerinde gerçekleştirme çabasıdır. İslam’ı da Batı standartlarına uydurmak için aslî şeklinden, orijinal halinden çıkarmak, sonra da onu “Batılılaştırma” ameliyesine sokmak gerekiyordu. Uluslararası karanlık güçler, Müslümanları etkisiz kılarak hem onları, hem de bütün dünyayı diledikleri gibi idare etmek bunu gerekli görüyorlardı. Zira İslam onların zulüm ve sömürüsüne karşı çıkıyordu. Bu projenin arkasındaki güçlerin din ve vicdan hürriyetine zerre kadar saygıları yoktu. Bu anlamda laiklik ve sekülerizm, din ve vicdan özgürlüğünün teminatı değil, onu biçen tırpan olmuştu.

Aslında “ılımlı İslam projesi”ninn temelleri Batı tarafından Tanzimet’tan bu yana atılmaya çalışılıyordu. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana fiilen “dinde reform” adı altında yapılmak istenen de “ılımlı İslam projesini” hayata geçirmek içindi. Bu düşünce günümüze kadar sürekli gündemde tutuldu. Bundan amaç ise İslam’ı tahrif ve tağyir, yani bozma ve değiştirme, içini boşaltma ve sulandırma çabalarıdır. Az sonra göreceğimiz Kemalist devrimler ile İslam biçilecek, hayattan dışlanacak, yeni nesile öğretilmeyecek, eski nesil de öldüğünde memlekette din adına bir boşluk meydana gelecektir. Bu boşluk ya öyle bırakılarak toplum dinsizleştirilecek veya oluşan din boşluğu “tanassur etmek”, yani din değiştirerek nasranileşmek, yani Hıristiyanlaşmak ile doldurulacaktı. Daha da olmazsa adı Müslüman ama inancı ve yaşantısı kafir olan bir nesil yetiştirilecekti. Müslümanlar o hale getirilmeliydi ki, isimleri Müslüman ismi olarak kalsın ama yaşayışları tıpkı bir gayri müslim gibi olsun. “Ilımlı İslâm” metodunda ilk hedef, emir ve yasaklara itaatsiz laubali bir nesil, son hedef ise inkârcı, mürted bir nesildir.

Batı Müslümanları Hıristiyan yapmaktan bir nevi umudunu kaybetmiştir. Onun istediği “Ilımlı (Light) İslâm”dır.  Bu projede; emir ve yasağı olmayan, etliye sütlüye karışmayan, çok çok haftada bir Cuma namazına giden, senede iki bayram namazlarını kılan, cenazesi camiden kalkan ve Müslüman mezarlığına gömülen Müslüman tipi esastır.  Bu yolla, dinin iman ve ahlak değerleri, emir ve yasakları yok edilecek, insanlar demokratik laik bir sisteme razı edileceklerdir. Adı Müslüman, kafası pozitivist ve materyalist, devleti laik, ahlakı çıkarcı, hayat tarzı dünyevileşmeye ayarlı bir insan tipidir bu projenin hedefi.

Batının bundan amacı uluslararası güçlerin hakimiyetini sürdürmek, dünyayı diledikleri gibi paylaşmayı gerçekleştirebilmektir. Yakın tarihimizde bu çabanın ilk örneği “Batılılaşma Programlarıdır”. Cumhuriyetin başında bu ete kemiğe bürünmüştür. Son örneği ise, FETÖ olarak bilinen terör örgütüdür. Yani çetenin elebaşısı Fethullah Gülen ve hareketi içindeki haşhaşileridir. O hainin “diyalog” dahil yürüttüğü bütün faaliyetler “ılımlı İslam projesi” içindir. Zira kendisine “kainat imamlığı” kapısı ancak böyle açılacaktı. Şöhret budalası bu kibirli adam, namım yürüsün diye, hem kendini, hem de etrafını sapıklığın ta ortasına atmıştır.

Evet, “Ilımlı İslam” bugün başını ABD’nin çektiği bir projesidir. Daha doğrusu onun öncülüğünde dünya siyonizminin bir projesidir. Ne var ki çıkarları uğruna bütün Batı dünyası bunu desteklemektedir. Bu projenin gerekçesi şudur:

“İslam Allah’ın dinidir. Bu yüzden tam inanmış bir Müslümanı kolay kolay İslam’dan ayıramazsınız. Müslümanlar İslam’ı bilip yaşadıkları sürece bizim amacımız olan Hıristiyanlığı dünyaya yaymamız ve o görüntünün altında bütün dünyayı sömürmemiz, zulümlerimizi devam ettirmemiz mümkün değildir. Öyleyse yapılacak iş, gerçek İslam’ı öğretmemek, Müslümanlara dinlerini unutturmaktır. Bu mümkün değilse, İslam’ı tahrif ederek, değiştirip bozarak etkisiz kılmaktır. Bunu yapabilmek için mümkünse Müslümanlara İslam’ı unutturmak, bunun için de İslam’ı hiç gündeme getirmemek gerekir. Bu mümkün olmuyorsa, şunlar yapılmalıdır:

İslam’ı kuşa çevirerek sıradan bir din, mesela Hıristiyanlığa benzetmek için reform yapmak. Yani İslam’ın içini boşaltmak. Yani onun dünyaya bakan ve aleme nizam veren, devlet ve sistem kuran şeriatını, yani kanunlarını, yasalarını yok saymak. İslam’ı Müslümanları savunacak olan “cihat” kavramını yok etmek. İnsanları cihattan ve şehadetten soğutmak. “İslam da Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi, devlet ve yasalardan uzak, inanç, ibadet ve ahlak isteyen bir dinidir” demek. Buradan doğan boşluğu da Batının demokratik sistem ve laik kanunları ile doldurmak. Batının bireysel ve kurumsal değerlerini, kültür ve hayat tarzını “çağdaşlık ve uygarlık” adı altında bir din gibi sunmak. Bunun dışındaki değerleri ve yaşama biçimlerini gericilik, tutuculuk, yobazlık ve çağdışılık olarak kabul ettirmek. Bunu sağlamak için, “semavî dinler”, “İbrahimî dinler”, “ilahî dinler” adı altında bu üç dini eşitlemek gerekir. Böylece insanları Allah katında geçerli biricik ilahî din olan İslam’dan mahrum etmek lazımdır”.

Maalesef Fethullah Gülen ve üst düzey cemaati, bir yandan ABD ve Dünya Siyonizminin, bir yandan da Vatikan’ın, eskiden “İslamizasyon” dediğimiz, şimdikilerin “Ilımlı İslam” dediği bu “İslam’ın içini boşaltma, şeriatsız bir İslam oluşturma” ile “demokrasi ve laikliği benimsemiş, hayat tarzı ve yaşama biçimi Yahudi ve Hıristiyanlardan farksız Müslümanlar yetiştirme” amacını benimseyip kabul etmişlerdir. Hatta Fethullah Gülen’in Papa’ya mektubunda ve görüşmesinde, onların dünyayı Hıristiyanlaştırma projesi için “hizmetlerinizin bir parçası olmak istiyorum” dediği meşhurdur.

Aynı proje geçmişte “Kemalist Devrimler” adıyla yapılmak istendi. Ezanı Türkçe okutmak kolaydı, yaptılar. Nihayet zavallı müezzine emredersin, mecburen Türkçe ezanı okur. Asıl arkadan namazlarda “Türkçe Kur’an okuma” saçmalığı geliyordu. Bugün bile İslam âlimi geçinen kelli felli hoca kılıklı koca cahillerin olduğu o günde Elmalılı Hamdi Yazır Efendi, o muhteşem tefsiri “Hak Dini Kur’an Dili” eserinin mukaddimesinde, “Türkçe Kur’an mı olur behey sersem?” demesine rağmen, işte namazı “Türkçe Kur’an” ile okutma çabaları oldu. Mehmet Akif bu dedikodular yüzünden mealini yaktırmıştır.

Hatta bu Türkçe ayetler ve ilahiler, aynen kiliselerde olduğu gibi camilere sahne yapıp orada müzik eşliğinde okutulacaktı. Tabi namaz da cemaat tarafından günde bir sabah bir de akşam olmak üzere iki kere sıralara, koltuklara, sandalyelere oturulup öyle kılınacak, toplam rekat sekizi geçmeyecekti. İşçilere, memurlara, öğrencilere, askerlere ve sair çalışanlara oruç tutmak yasaklanacaktı. Bunu kabul etmeyen veya eleştirenler iki kere uyarılacak, üçüncüsünde Türkiye sınırları dışına çıkarılacaklardır.

Yapamadılar. Çünkü namaz kılmayı mecbur edemediler, zira kendileri de kılmıyordu. Halk da o maskaralığı zaten yapmaz, kılan da evinde kılardı. O ihanet akim kaldı. Orucu kontrol etmek de bir hayli sıkıntılı veya zordu.

Kur’an-ı Kerîm’i bir kuşa çevirme planları da vardı. Önce “bu çok uzun, kısaltalım” dediler. Güya akla mantığa, bilime, laikliğe ters düşen ayetler atılacak, “İsrailiyyat” denilerek Hz. Musa, İsa, Yusuf ve sair peygamberlerin kıssaları çıkarılacak, o günün tarihte kalmış Arap olaylarından ayırılacak, tekrarlar temizlenecek, insan haklarına ve Türk kanunlarına ters düşen ayetler atılacaktır. Onların yerine Atatürk’ün “Nutuk” kitabından “vatan, millet, ahlak, devlet ve medeniyetle ilgili parçalar bulunup konulacaktır.

Hatta dahası var, Kur’an’dan başka Kur’an uydurdular. İçine kendilerince önemli konulardan yeni sureler yazıp koydular. İşte o surelerden bazıları: “Temizlik Suresi”, “Vatan Sevgisi Suresi”, “İstiklal Ülküsü Suresi”, “Askerlik ve Kahramanlık Suresi”, “İşbirliği ve Yardımlaşma Suresi”, “Yasalara Saygı Suresi”, “İnsan Hakları Suresi”, “Vergi Suresi” vs. vs. gibi. Hatta “cennet demek, adalet, huzur ve mutluluk demektir. Cehennem demek, vicdan azabı ve huzursuzluk, stres demektir” diye yorumlanacaktı.

[1]

Bütün bunlar “Kemalizm” veya “Atatürkçülük” denilen devrimlerin eksik kalmış yanlarıdır. Bu düşünceye bugün bile sahip çıkanlar vardır ve şöyle demektedirler: “Kemalist devrim çok partili devirde ihanete uğramıştır. İleride bir gün mutlaka eksik kalanlarıyla birlikte tamamlanacaktır.” 28 Şubat Post Modern Darbesi, eksik kalan bu devrimleri tamamlamak istemişti ama halkın iradesine çarpmakla tuz buz oldu ve bir daha adını ağıza alamayacak kadar rezil kepaze oldular. İşin garip tarafı bütün bu aymazlığı yapan azgınlar, bunu laiklik, din ve vicdan hürriyeti adına yapıyorlardı. Biz de o zaman manzaraya bakarak diyorduk ki, “eğer laiklik buysa, Allah bin türlü belasını versin. Bize kan ve gözyaşından başka ne faydası oldu laikliğin? Acıdan, eziyet ve işkenceden başka ne verdi bize laiklik? Benim hangi ihtiyacımı karşıladı, hangi yarama merhem oldu? Eğer laiklik buysa defolsun gitsin vatanımızdan, cehenneme kadar yolu var!”

Şimdi birisi kalkıp şöyle diyebilir: “Bunlar artık eskide kaldı. Şimdi laik cephe de az çok akıllandı. Hak ihlalini gördü. Öyleyse laiklik artık güzel günler gösterecek.”

Hayır! Batıcılar hala geçmişte dine ve dindarlara zulmedilmesini “bunlar yalan” diye inkar ediyorlar. Adamın yüzüne beraber, “yahu işkenceyi ben gördüm” diyorlar, o hala “yalan” diyor. Redd-i miras etmiyor. Yaptığı zalimliklerden pişman değil. Onun için diyoruz ki, fırsat bulsalar bugün dahi aynısını yaparlar. Aman aman, uzak olsunlar. Gölge etmesinler, başka ihsan istemez. Maksat din ve vicdan hak ve hürriyetine sahip çıkmak ise, İslam onu herkese fazlasıyla veriyor. Bizim laikliğe ihtiyacımız yoktur. Alsın, müzelerinde saklasınlar. Yaptıkları ile iftihar mı ederler, yoksa utanırlar mı, kendileri bilir. Biz bu devrimbazları çok iyi tanıyoruz. İş başına geldiklerinde emin olun aynısını yaparlar.

Bu yazdıklarımızı afaki olarak kabul edenler olabilir. Onlara 15 Temmuz darbe teşebbüsünü hatırlatarak bazı bazı sorular soralım. Belki cevabını düşünürlerken uyanırlar.

En kolay sorudan başlayalım: Batı Türkiye’de bir İslam devletinin kurulmasını ister mi?

“Hayır” dediğinizi duyar gibiyim. Çünkü Batı İslam şeriatından korkar. Onlar her yerde –güya- laiklik ve demokrasinin hakim olmasını ister. İkinci soru şu:

F. Gülen bir hoca mıdır?

Buna da “evet” dediğinizi zannederim. O zaman soru şu:

Gülen bir “hoca” ise, Kur’an ve sünnette bildirilen İslam dinini ister öyle mi?

Eğer buna da “evet” derseniz, en can alıcı soruyu sorma zamanı gelmiştir:

Amerika ve Avrupa F. Gülen darbesine destek verdiği artık kesinleşti. Öyleyse ABD ve AB Türkiye’de bir İslam devletinin kurulmasını mı istedi? Batı şeriat devleti için mi çalıştı yani? O zaman ortada bir çelişki yok mudur?

Elbette vardır.

Laiklik ve demokrasinin dünyaya hakim olmasını isteyen Batı’nın, onları reddederek kendi hakimiyetini kurmak isteyen İslam’a destek vermesi, açık bir çelişki olarak ortada duruyor elbette. O zaman soru şu:

Bu çelişkiyi nasıl açıklayacağız? Bunun anlamı nedir?

Bunun açıklaması şudur: Bu iki temel görüşten birisi yanlıştır. Eğer Gülen gerçekten bir hoca ise, Batı desteğini yanlış bir yere yapmış, yanılmış da eliyle gözünü çıkarmıştır. Yok, eğer Batı desteğini doğru yere yapmışsa, o zaman F. Gülen bir “hoca” değil, Batı için çalışan, onlara hizmet, İslam ve Müslümanlara ihanet eden birisidir. Yani çağdaş bir Pavlus’tur

[2]

. Sizce hangisidir? Herhalde ABD ve AB yanıldı demezsiniz. Zira bu çok komik olur!

Şöyle de bir soru da olabilirdi: Hem hoca olup hem de İslam devlet, yönetim ve kanunlarını istemeyerek onun yerine laik batı devlet, yönetim ve kanunlarını istemek ve alıp uygulamak olamaz mı? Başka bir ifadeyle “doğu ile batı aynı yerde birleştirilemez mi?”

Fakat bu soruyu sormuyoruz. Çünkü cevabı çok kolaydır. Ne kadar doğuya giderseniz, o kadar batıdan uzaklaşacağınızı sizin gibi herkes de bilir. Bize göre doğru cevap çok açıktır: Batı asla İslam devleti istemez. Bunun için savaşmaktadır. Bu kesin. Öyleyse Gülen “hoca” değildir. Açıklayalım. Bilindiği gibi F. Gülen "laiklik" ve "demokrasi" adı altında İslam dininde reform yaparak onu aslından alıp "ılımlı" haline çevirerek değiştirmek istiyor. İşte bu tahriftir, bozmadır, orijinal dini insan eliyle kuşa çevirmektir.  İnsanı “hoca” olmaktan çıkarmakla kalmaz, dinden de çıkarır.

Dikkat buyurun, şimdiki batıl Hıristiyanlık da kendi zamanında Hz. İsa Peygamber Efendimiz aracılığıyla sunulan “İslam Dini” idi. Sonra bu hak dinin Pavlos eliyle şeriat kısmı çıkarılıp atıldı ve kuşa çevrilerek bu hale getirildi. Yani devlet ve yönetim kısmı atıldı. Güya o Sezar’ın hakkı idi, ona verildi. Gerisi de güya tanrının hakkı idi, o da ona verildi. İşte “Sezar’ın hakkı Sezar’a, tanrını hakkı tanrıya” sözü oradan kaldı. Böylece Hıristiyanlık bir hak din iken batıl dine çevrildi. Başka bir deyişle, “ilahî” bir din iken, “beşerî” bir din oldu. İşte "Ilımlı İslam" demek, Pavlos’un Hıristiyanlığa yaptığını İslam’a yapmak demektir. Yani "İslam üzerinde operasyon yaparak onun “protestanlaştırmak" demektir.

O zaman şu soru gündeme gelecektir: Şimdi İslam’ın Pavlos’u kim olacaktır? Biraz düşünün, sizce kimdir? Size bir ipucu vereyim. Kim batıya, hatta Vatikan Hıristiyan Devletine “ben size hizmet ederim” diyor? Bunu kim diyorsa, ayağınızı kaldırınız, çünkü üstüne bastınız. İyi bakınız bakalım, tanıdınız mı onu?

Evet, şimdi Gülen bu “Ilımlı İslam” projesiyle Pavlus’un yerine geçmek istiyor. İslam’ı hayatı düzenleyen kanunlarından kopararak, laiklik ve demokrasi adı altında kendince terbiye etmek ve çağdaş dünyaya sunmak istiyor. İslam’ın devlet, kanun, yönetim ve cihat kısımlarını törpüleyerek kendince onu modern dünyada kullanılır hale getirmek istiyor. Batıya bunu yapacağına dair söz vermiş. Son yazısında Batıya bunu hatırlatıyor: “Beni Türkiye’ye teslim etmeyin, daha size yapacak çok hizmetlerim var”.

Şimdi Gülen, bir ABD projesi olan  “Ilımlı İslam” ile Pavlus’un işini yapmaya çalışıyor: “Tanrı adına iman ve ibadet et, ahlaklı ol. Fakat yönetimi, yasaları demokrasi ve laiklik adına devlete ver.”

Hangi devlete?

Siyonizmin ve uluslararası sermayenin belirlediği devlete!

O zaman adı Müslüman, yaşantısı Hıristiyan olan bir devlet ve toplum meydana gelecektir. Arada bazıları namaz kılacakmış, oruç tutacakmış, hac ve umreye gidecekmiş, toplanıp zikir çekeceklermiş, bunun Batıya, yani laiklik ve demokrasiye bir zararı yok, varsın yapsınlar. Önemli olan devlettir, idaredir, kanunlardır, genel yaşama biçimidir. O Batı tarzında olsun, yeter!

İşte gülen, bu projeyi dünyada uygulamak ve geliştirmek, böylece ABD ve Dünya Siyonizminin amacı doğrultusunda çalışacak insanları yetiştirmek maksadıyla, ABD’den icazetli olarak dünyanın 160 küsür ülkesinde okullar açtı. Bu okullar onun en çok övündüğü işi idi. Bu yüzden içte ve dışta itibar gördü, sevildi ve sayıldı. Tabi Müslümanlar olayın iç yüzünü bilmiyorlardı. “İslam’ın ve Türklüğün tebliği” zannederek aşka gelip ağlıyor ve Güleni teşekküre boğuyorlardı. Kafirler ise işin içi yüzünü bildiklerinden seviniyor ve müşterek hareket ediyorlardı. Bu okulların mecburi yabancı dili İngilizce idi. Türkçe de seçmeli ders olarak konulmuştu. Üstelik bu oran % 10’nu geçmiyordu. Burada yetişen zeki gençler, İngilizce ile Batı kültürünü alacaklar, demokrasiyi ve laikliği özümseyeceklerdi. Bundan dolayı İngiltere Gülen ve cemaatine teşekkür ederek ödül verecektir.       

Bu okullar öncelikle Türk Cumhuriyetlerinde açıldı. O zaman Sovyetlerin dağılması ile komünizmin etkisinden kurtulan bu kadim Müslüman topraklarda bu okulların açılması, Türkiye’de büyük heyecan ve sevinç dalgalanması meydana getirdi. Fethullah Gülen’in  büyülü ifadesiyle buralara fedakar öğretmenler gidiyor, bin bir meşakkat ve sıkıntılara, hatta can endişelerine rağmen okullar açıyor, Müslüman çocuklara yeniden İslam’ı anlatıyorlardı. O büyülü ifadelere göre rüyalar görülüyor, oralarda o öğretmenleri Hz. Hatice’ler, Hz. Fatıma’lar, Hz. Aişe’ler karşılıyor, Bedir’in, Uhud’un şehitleri onları bekliyor ve selamlıyordu. İnsanlar, yeni bir İslam’a davet aşkıyla paralarını veriyor, bu okullar için servetlerini akıtıyordu. O büyülü konuşmaların etkisiyle kadınlar kollarından bileziklerini sıyırıp, kulaklarından küpelerini koparıp yardım sergilerine atıyorlardı. Oralarda karşılaşılan olaylar, “Önden Giden Atlılar” imajıyla efsaneye dönüştürülüyor, gençler kırbaç yemiş kısraklar gibi yerinde duramaz hale getiriliyordu. Her dilde, her evde, bir zamanlar “siret okunur” gibi, “Hz. Ali ve Kan Kalesi Cenkleri” dinletilir gibi, “yeni Türkistan fatihlerinin” benzer efsaneler anlatılıyordu. Biz de göz yaşları içinde bu davayı, bu davayı hazırlayan Gülen’i ve fedakar talebelerini, paralarını bunlara akıtan insanlarını tebcil ediyor, zaferleri için dualar ediyorduk. Tam bir afyon yutmuş haşhaşi gibi rüyalar ve renkler aleminde uçuyorduk. Hakikatten hiç haberimiz yoktu. Davulun sesi uzaktan kulaklarımızı büyülüyordu.

Sonra yavaş yavaş efsane sönmeye, hayal hakikate dönmeye başladı. Duyduk ki o okullarda hiç İslam anlatılmıyordu. Hatta İslam’ın sembolü sayılan ezan bile okunmuyor, namaz bile açıktan kılınmıyor, kimseye de “kılın” diye tavsiye edilmiyordu, hem de bilerek ve isteyerek. “Neden?” diye sorduğumuzda aldığımız cevap ilginçti: “Devletler hala komünistlerin elinde. Allah, İslam, din, ahlak dersek hemen bizi kapatırlar.”

İşte bu yüzden dini duygularımız yavaş yavaş incinmeye başladı. Bizzat öğretmenlerden dinledik. Evet, açıktan namaz kılamıyorlarmış. Kimseye açıktan İslam anlatılmıyormuş. Namaz kılmayı bir şekilde başkalarından öğrenenlere “gizli kılın” diye sıkı sıkı tembih ediliyormuş vs. vs.

İyi de bu nasıl İslam tebliği oluyor böyle? “Altın Nesil” diye örnek alınan sahabiler böyle mi tebliğ etmişti İslam’ı? Böyle mi öğretmişti Aziz Peygamberimiz Efendimizin (sav)?

“Efendim, bu çocuklar öğretmenlerden gördükleri gibi tabii ve evrensel bir ahlak üzere yetişiyorlar. Doğru, dürüst, çalışkan, yalansız bir hayat yaşayacaklar. Yarın devletin başına geçecekler. Bir yandan insan haklarını ve hürriyetleri geliştirecek, bir yandan da Türkiye ile iyi ilişkiler kuracaklar. Biz de bundan istifade edeceğiz.”

Doğrusu bir Türkiyeli olarak bu hoşumuza gitse de, bir Müslüman olarak bizim beklentimiz çok daha başka idi. Zira iman olmadan yapılan iyiliklerin ahirette bir kıymeti, bir faydası yoktu ki! İyi ve ahlaklı bir “kafir” yetiştirmenin İslam’a ne faydası vardı? Demokrat, laik, etik bir kafir yetiştirmek için miydi bunca çaba, bunca emek ve masraf? Yahu bu bal gibi küfre hizmet ve İslam’a ihanetti! Hayallerimiz sönüyordu yavaş yavaş…

Gayri müslim ülkelerde ise zaten İslam hiç anlatılmıyordu. İnsanlar soruyordu:

- “Peki, bizim bundan faydamız ne idi?”

İşte cevapları yersen:

- “Faydamız şu: Bu çocuklar öğretmenlerden gördükleri gibi tabii ve evrensel bir ahlak (dikkat buyurun “İslam Ahlakı” değil “evrensel ahlak”) üzere yetişiyorlar. Doğru, dürüst, çalışkan, yalansız bir hayat yaşayacaklar. Yarın devletin başına geçecekler. Bir yandan insan haklarını ve hürriyetleri geliştirecek, bir yandan da Türkiye ile iyi ilişkiler kuracaklar. Biz de bundan istifade edeceğiz.”

Fesüphanellah! Bu ne rezalet yahu? Anadolunun gariban Müslümanlarının parasıyla ABD, AB, İsrail ve dünya siyonizminin çıkarlarını sağlamak için laik, demokrat, insan haklarına saygılı, Batı tarzı hayat yaşayan bir gençlik yetiştirilecek, sonra bunlar o devletlerin başına geçirilecek ve adı geçen ülkelerin dünya hakimiyetine hizmet edecekler. Bu da bize “İslamî Hizmet” diye yutturulacak, öyle mi? Böyle hile ve aldatma görülmüş müdür dünyada acaba geçmiş tarihler boyunca?

Şu kafirlerin zekasına bakınız! Müslümanların emek, masraf ve parasıyla kendine hizmet edecek ve egemenliğini sürdürecek adam yetiştirecekler. Kimin eliyle? F. Gülen ve cemaati gibi içimizdeki ahmakların eliyle! Evet, Müslümanların emek ve masrafıyla bedavadan geçinecekler. Bizim gibi saflar da buna “İslamî hizmet” diyerek heyecanlanacak, ağlayarak coşacaklar! Ayıp bize, yazık bize vah bize!

Meğer bir “ılımlı İslam projesi” için kurban olmuşuz da haberimiz yokmuş! Artık Gülen projesi iyice ortaya çıktı. Yıllarca o “Bizim laiklik ile bir sorunumuz yoktur” diyordu. Biz de “takiyye yapıyor” diyorduk. Adam “hayatta takiyye yapmadım, yapmam” diyordu. Biz hala “takiyye yapıyor” diyorduk. Gülen açıkça “siyasal İslam’a karşıyım” diyordu. Biz bunu  “siyasi partilerle işim yok” anlıyorduk. Anlaşıldı ki adam gerçekten takiiye yapmıyormuş. Demokrasi, laiklik ve M. Kemal ve devrimleri ile sorunu olmayanın elbette İslam anlayışı sorunludur.

Neticede ılımlı İslam anlayışı, ABD, AB ve İsrail’in başını çektiği uluslararası Siyonist güçlerin hakimiyetine teslim olmuş bir İslam anlayışıdır. İçinden devlet, idare, hukuk ve cihat çıkarılarak içi boşaltılmış bir din, demokrasi ve laiklik ile de Batıya teslim olmuş bir devlet projesidir. Açıkçası bu İslam’ bozma projesidir.

 


[1]

Bu yazılanlar için bkz. Hasan Hüseyin Ceylan, Cumhuriyet Dönemi Din Devlet İlişkileri, 2/175-195. Bu kitabın son cildi bizzat yaşayanların dilinden anlatılan zulüm hikayelerine ayrılmıştır.

[2]

Pavlus, Paul adını almadan önce Saul olarak anılıyordu. Kendisini İsevileri ve İseviliği yok etmeye adamıştı. Hristiyan olmadan önce İsevilere şiddetli zulümler yaptığını Pavlus kendisi itiraf etmektedir. Pavlus, İsevileri tutuklamak amacıyla Şam'a yolculuk ederken İsa kendisine göründü ve Pavlus bu vakada görme kabiliyetini kaybetti. Üç gün sonra Şamlı Hananya, Pavlus'un gözlerinin tekrar şifa bulmasına vesile oldu. Pavlus, bu yolculukta Hristiyan oldu ve bunun sebebi olarak, Şam yolculuğunda, Meryem oğlu İsa’nın kendisine göründüğünü dile getirmeye başladı. O günden itibaren Pavlus, Nasıralı İsa'nın İsrailoğullarının beklediği mesih ve aynı zamanda da Allah'ın oğlu olduğunu insanlara vaaz etmeye başladı. Dinin kanun yönetim ve kısmını attı ve onun Sezar’ın hakkı olduğunu söyledi.( https://tr.wikipedia.org/wiki/Pavlus)