Irkçılık Ulusalcılık

Dünyanın en zararlı düşünce ve felsefelerinden olan ırkçılığın ne olduğunu iyi anlamak için önce lügat açısından tarifini yapmaya çalışalım isterseniz. D. Mehmet Doğan’ın, “Büyük Türkçe sözlük” kitabında “ırk” şu manalara gelir:

1. Aralarında kan bağı bulunan insan topluluğu, bir soydan gelen insan topluluğu, Sovyet nesep sülale.

2. Cilt rengine göre ayrılan insan topluluğu :Sarı ırk, beyaz ırk, siyah ırk Kızılderili ırkı.

3. Damar.

4. Bazı canlı türlerinde kar ek tedbirli olan fertlerin teşkil ettiği alt bölüm, şube.

Irk ayırımı: Irklar arasında fark gözetme, beyaz ırkın üstün görüp siyah ırk aşağı görme ve buna göre davranma.

Irkçı: Irk davası güden, mensup olduğu ırkı diğer ırklardan üstün gören, topluluğu teşkil eden esasın ırk olduğunu ileri süren kimse.

Irkçılık: Irk esasını kabul eden görüş, ırkçılığı benimseyen görüş.

[1]

Süleyman Haydi Bolay, “Felsefi Doktrinler ve Terimleri Sözlüğü” adlı eserinde ırkçılığı şöyle tanımlar: "Belirli insan ırklarının varlığına, bu ırkların eşit olmadığına, üstün ırkların aşağı ırkları yönetme hakkı olduğuna inanan öğreti."

[2]

Irkçılığın tanımı “Sosyal Bilimler Sözlüğü”ne şöyle girmiştir: “Irk (Race) renk, boy, ses, vücut yapısı vb. gibi kalıtımla gelecek kuşaklara aktarılabilen özellikler bakımından benzeşen ve insan topluluklarının dikey olarak sınıflandırılmasına imkan veren kategoriler.

Irkçılık (Racism) davranışların, eylemlerin, dünya ve toplumdaki her türlü gelişme ve değişmenin, egemenlik ilişkisinin ırk faktörüne bağlanarak açıklanması; bir ırkı diğerlerinden ayırıp ona üstünlük atfederek anlayış ve eylemlere meşruluk kazandırma. Kendi ırkını diğer ırklardan üstün görerek onlar üzerinde hegemonya kurmayı meşru sayıp bu uğurda mücadele verilmesini öngören ideoloji.”

[3]

Şamil İslam Ansiklopedisinde ırkçılık tanımı şöyledir: “Belli bir ırkın doğal üstünlüğünü savunan teori ve görüş. Kalıtım yoluyla geçen fiziki özelliklerle kişilik, zeka ve kültür özellikleri arasında bir sebeb-sonuç bağlantısı bulunduğu inancından kaynaklanır. Tarih boyunca üstün sayılan ırkların diğer ırklar üzerinde egemenlik kurma ve sömürme girişimlerinde meşrulaştırıcı bir gerekçe olarak kullanıldı. Toplumlar arasındaki birlik ve dayanışmayı yok etmesi, zulüm ve sömürüye neden olması yüzünden İslâm tarafından kesin biçimde yasaklandı.”

[4]

Ancak bütün bu tanımların üstüne zamanımızda yazılan ve bizim din, tarih, sanat ve medeniyetimiz için büyük bir hazine olan DİA (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), bu konularda çok zengin bilgiler verir. Tanımı bir de oradan görerek bitirelim isterseniz: “Sosyal grupların kalıtımla geçen bedenî özellikler sebebiyle farklılaştığını ve bu farklılıkların onlar arasındaki statü ve ilişkinin belirleyicisi olması gerektiğini iddia eden akım.

Irk kelimesi Arapça'da "kök, bit­kinin gövdesi, yaprağın sapı, damar, asıl, irsî özellik, nesep, menşe, ata" gibi anlamlara gelir. İbn Manzûr'un naklettiği bir beyit eski Araplar'da ırk kelimesinin "soy üstünlüğü ve asalet" anla­mında kullanılabildiğini göstermektedir. İslâmî dönemde buna yakın bir anlam­da, fakat çoğunlukla reddedici bir yaklaşımla yine bir Câhiliye dönemi kavramı olan asabiyet kullanılmaktaydı. Ancak bu kelime, çağdaş bir kavram olan ırkçılığın anlam genişliğinden uzak olup genellikle kabilecilik çerçevesinde bir içerik taşıyor­du. Zamanla bilhassa İranlılar'ın müslüman olmaya başlamasıyla birlikte kısmen ırk ayırımını ve buna dayalı çekişmeleri de ifade eden şuûbiyye kelimesi kullanıl­maya başlandı.

Günümüz Türkçe'sinde aralarında kan bağı bulunan, aynı soydan gelen büyük insan toplulukları ırk kelimesiyle ifade edilmekle beraber aynı anlamda veya da­ha az içerikte olmak üzere nesil, nesep, zürriyet, soy, sülâle, ulus gibi başka kelimeler de bulunmaktadır.

Sosyal grupların kalı­tımla geçen bazı özellikleri sebebiyle fark­lılaştığını, bu farklılıkların onlar arasında statü ve değer farklarına da yol açtığını ileri süren akımlara ise ırkçılık denmek­tedir.

Modern Arapça'da ırk kelimesi genel­likle yukarıdaki sözlük anlamıyla sınırlı kalırken şa'b, nesil, ümmet, cîl, cins, kavim gibi kelimeler kısmen belli bir insan soyu­nu veya zümresini ifade etmekte, Türk­çe'deki ırk karşılığında genellikle “unsur”, ırkçılık karşılığında ise “unsüriyye” kullanıl­maktadır. Zaman zaman unsur-unsûriyye yerine cins-cinsiyye, kavim - kavmiyye kelimelerinin kullanıldığı da görülmek­le birlikte özellikle kavmiyyenin (kavmiyet) Türkçe'deki milliyetçilik karşılığında kul­lanımı daha yaygındır.

Irk kelimesinin karşılığı olarak Batı dil­lerinde Latince asıllı race, rasse, ırkçılık teriminin karşılığında ise racisme, racialisme, racism veya rassismus gibi kelime­ler kullanılmaktadır. Batı dillerinde bu te­rimler ırkın, insanın özelliklerinin ve ka­pasitesinin temel belirleyicisi olduğu ve ırkî özelliklerin, bir ırkın diğerine üstün­lüğünü doğurduğu inancını ifade etmek­tedir.

[5]

[92]

Modern disiplinlerde ırk kavramı baş­lıca şu anlamlan içermektedir:

1. İnsan türünün alt sınıfları.

2. Etnik grup.

3. Belli bir sosyokültürel grup.

Bu son tanım­lama nesnel ölçülere dayanmaz. Meselâ Kuzey Amerikalılar'a göre siyah ırk men­supları Brezilya'da beyaz olarak tanımlan­maktadır.

Modern Batı'da ırkçı teoriler de üç farklı iddia se­bebiyle birbirinden ayrılmaktadır. Bir iddi­aya göre insan türü biyolojik olarak farklı gruplardan oluşmaktadır; İrsiyet, tevarüs edilmiş yetenek ve eğilimlerin açıklanma­sını mümkün kıtan bir faktördür. İkinci görüşte grup özelliklerinin kanla geçtiği ileri sürülürken son görüş ırkçılığın teorisyenlerince ortaya atılmış olup bazı insan gruplarının diğerlerinden fizikî, zihnî ve manevî açıdan üstün olduğunu iddia eder.”

[6]

Gelelim bu tariflerin İslam açısından değerlendirilmesine. İslâm, zulüm ve sömürüye yol açan tüm inanç ve düşünceleri yasaklamıştır. Hiç şüphesiz İslâm dini bu tanımlarda ifadesini bulan ırkçılığı da tanımaz. Onu yanlış ve zararlı bularak şiddetle reddeder. İslam’a göre insanlar bir erkek ve bir dişiden yaratılmış, sonra bunlardan neşet eden insanlık farklı diller, renkler ve kavimlere ayrılmıştır. Böylece Kur'an ırkların aynı kökten geldiklerini ifade ederek, üstünlük iddialarının temelsizliğini ortaya koymuştur. Bu anlamda İslam insanların farklı ırklardan geldiğini kabul eder. Fakat bu farklılığın onlar arasındaki ilişkilerde belirleyici rol oynamasını reddeder. 

Bütün insanlar, ırklar, kavimler, milletler Hz. Adem (a.s) ile eşi Havva'dan yaratılmıştır. İnsan toplumunun ırklara, kabilelere ayrılması da onların tanışmaları ve yardımlaşmaları amacına bağlıdır. Zulüm ve sömürüye neden olacak kalıtımsal bir üstünlük hiçbir zaman söz konusu değildir. İnsanların ve toplumların iyilik ve üstünlükleri yalnızca inançlarına, ahlak ve faziletlerine, yaşama biçimlerinde Allah'ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma konusundaki titizliklerinden kaynaklanır.

[7]

Bu bakış açısı inanca ve ahlaka yansıdığı gibi, sosyal ve hukukî düzenlemelere de yansımıştır. İnsanlar seçme ve seçilmede, devlet yönetiminde vazife almada, hukuk önünde, sosyal imkânlardan ve fırsatlardan istifadede hep eşittirler. İlke olarak İslâm'ın insan kavramında ırka dayalı bir üstünlük kabul edilmez.

Allah Teâla dileseydi bütün insanları aynı ırktan, renkten, dilden ve dinden olarak da yaratabilirdi. Fakat öyle dilememiş, insana irade vermiş, onu zenginleştirmiş, seçeneklerini artırmıştır. Çünkü bu dünya bir imtihan alanıdır. İnsanlar Allah Teâla’yı bilmede, sevmede ve itaat etmede sınanmaktadırar. Seçenekler bu açıdan düşünüldüğünde gerçekten büyük bir zenginliktir. İleride geniş olarak görüleceği gibi bu farklılıklar tanışma, sevişme, yardımlaşmada büyük önem arzederler.

Bir başka açıdan düşündüğümüzde hiç şüphesiz bu değişik ve farklı ırklar, Allah'ın ilminin, kudretinin, iradesinin ve azametinin birer alamet ve işaretidirler.  Elbette bu ırklar, barış içinde birlikte yaşamanın kanun ve kurallarını da Allah Teâla’dan almışlardır.  İslam Dini barışçı ve eşitlikçi hukuki düzeni ile inanca dayalı, uygulamasını dünya ve ahiret mes’uliyetinden alan ve bu yüzden pratikte uygulama başarısını gösteren ahlâkî ilkeleriyle bunu sağlamıştır.

Kur'ân-ı Kerîm'deki ilkeler Hz. Peygamber'in ve onun ashabının hayatında somut ifadesini bulmuştur. Daha sonraki devirlerde de akaid, kelam, fıkıh, ahlâk ve tasavvuf alanlarında eser veren âlimler tarafından ırkçılık sürekli olarak reddedilmiştir. Bu açıdan İslâm dini kendinden önceki bazı din ve kültürlerde bulunan ırkçı veya kast sistemine dayalı anlayışlarla mukayese edildiğinde inkılâpçı bir tutum sergilemiştir.

[8]

          

İslâm'a göre ırk unsuru insanlara doğal bir üstünlük sağlamadığı gibi medenî bir toplumun oluşmasında da temel etken de değildir. Medenî bir toplum, hayvanlar gibi içgüdüleriyle birlikte yaşayan insanlardan değil, özgür iradeleriyle seçtikleri inanç ve idealler çevresinde toplanan insanlardan oluşur. Bu nedenle İslâm toplumu İslâm'ı bir din, bir hayat düzen ve biçimi olarak benimseyen insanların oluşturduğu toplumdur. Belirleyici tek etkenin inanç olduğu bu toplumun oluşmasında başka hiçbir maddi ya da manevi etkenin katkısı yoktur.

İbrahim Canan’ın da dikkat çektiği gibi

[9]

insanlık tarihinde diğer tefrika sebepleri arasında en ziyade görülen ve dünya durdukça görülmeye devam edeceğe benzeyeni ırkçılıktır. İnsanlık bu yüzden pek çok istilâ, sürgün, savaş, zulüm ve katliâmlara, yani her çeşidiyle fitnelere sahne olmuştur. Gittikçe daralan ve tek cemiyet, tek âile hâlini almaya yüz tutan insanlığın terakkisinde bir engel olabilecek bu ırkî ayırımın kesin bir dille yasaklanması gerekiyordu. Bu sebeple Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ırkçılığı, unsuriyyet düşüncesinden kaynaklanan ayırımı, mükerrer ifadelerle kesin olarak yasaklamıştır.

Kur'ân-ı Kerim şu âyette insan kardeşliğini tesbit eder:

"Ey  insanlar, hakikat biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi, sırf birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cem'iyyetlerle, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır. Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır."

[10]

Şu âyet de Müslümanların kardeşliğini beyan eder:

Mü'minler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını (bulup) barıştırın. Allah'tan korkun, tâ ki esirgenesiniz."

[11]

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de: "Müslümanlar kardeştirler, birinin diğerine (hâricî sebepden gelen) bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sâdece takvâ iledir" der.

Yine Kur'ân-ı Kerim'de, ırkçılığı reddeden mühim âyetlerden biri olarak şu âyet de burada kayda değer:

"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, elinize geçirdiğiniz mallar, kesad(a uğramasın)dan korkageldiğiniz bir ticaret ve hoşunuza gitmekte olan meskenler size Allah'tan, O'nun peygamberinden ve O'nun yolundaki bir cihaddan daha sevgili ise artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah fâsıklar gürûhunu hidâyete erdirmez"

[12]

Burada, kişiye en yakın olan anne, baba, mal vs. sevgisinden üstün tutulması emredilen Allah ve Resûlü'nün sevgisiyle, dinî ahkâm ve emirlere bağlılık ve meselâ iman kardeşliğinin kastedildiği açıktır. Zira emirlere uymadan Allah'ı sevdiğini iddia etmek boş bir lâf olur.

Kur'ân-ı Kerim kan bağından çok iman bağının esas alınması fikrini pek çok âyetlerde işler. Bunlardan biri, tûfan sırasında babasının risâletini inkâr ederek gemiye binmekten imtina eden Hz. Nuh'un oğlu ile alâkalıdır. Nuh (aleyhisselam) “ehlinin kurtulacağını” müjdeleyen Cenâb-ı Hakk'a oğlu suda boğulunca sordu: "Ey Rabbim, benim oğlum da şüphesiz benim âilemdendir..." Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk kendisine: "Ey Nûh, o kat'iyyen senin âilenden değildir. Çünkü o(nun işlediği), sâlih olmayan (kötü) bir iştir"

[13]

cevâbını vererek, "kötü iş üzere olanların" mü'minlerce bağıra basılmaması dersini verir. Nitekim Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de Selmân-ı Fârisî, Cerir İbnu Abdillâh gibi muayyen bâzı şahısları ve hatta "her müttaki kimseyi" Âl-i Beyt'ten (yâni kendi âilesinden) sayarken, istikbâlde vukua gelecek bir fitneyi -ki fitnetü'sserrâ (refah fitnesi) diye vasıflar- çıkaracak kimsenin (kan itibâriyle) ehl-i beytinden olmasına ve bu sebeple kendisini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den zannedecek olmasına rağmen, kendisinden olmadığını, "zira hakiki dostlarını muttakilerin teşkil ettiğini" beyân eder.

[14]

Bu temâyı te'yiden, Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim'den "güzel bir örnek verilir" "İbrahim'de ve onun maiyyetinde bulunanlarda sizin için hakikaten güzel bir örnek vardı. Hani onlar kavimlerine: "Biz, sizden ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz nesnelerden kat'iyyen uzağız. Sizi inkâr ettik. Siz Allah'a bir olarak imân edinceye kadar bizimle aranızda ebedî düşmanlık ve buğz belirmiştir" demişlerdi..."

[15]

Kur'an-ı Kerim, bir başka ayette Hz. İbrahim ve maiyyetinde olanların bu "örnek" davranışlarının bütün Müslümanlarca benimsenmesini, müşterek bir prensip yapılmasını emreder: "Ey iman edenler, babalarınızı, kardeşlerinizi -eğer küfrü sevip imân üzerine  tercih ediyorlarsa- veliler edinmeyin, içinizden kim onların velilikleri altına girerse onlar zâlimlerin tâ kendileridir"

[16]

Ebû Zerr'e bir vesile ile: "İyi bak, sen Allah'a olan takvân ile üstünlük elde etmedikçe ne kırmızı, ne de siyahtan (acem ve Arabtan) daha hayırlı değilsin" diyen Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de kavim ve kabilecilik ile, gerek filleriyle ve gerekse sözleriyle mücâdele etmiştir. O'nun (aleyhissalâtu vesselâm) dilinde "cahiliyye da'vası", "asabiyyet da'vası", "cahiliyye asabiyyeti" vs. gibi değişik tâbirlerle ifadesini bulan kavmiyetçilik kesin olarak yasaklanmıştır:

"..Allah indinden en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır. Arabın Arap olmayan (acem) üzerine bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap üzerine bir üstünlüğü yoktur. Siyah derili olanın beyaz derili üzerine bir üstünlüğü yoktur. Beyazın da siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sâdece takva iledir."

"Kim hevâsına uyarak bâtıl yolda cenk eder, kavmiyyetciliğe (asabiyyet) çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre kapılırsa, cahiliyye ölümü üzere ölür."

"Ümmetimin helâk olması üç şeyden ileri gelecektir:

1- Kaderiyye (ilahî takdiri inkâr ederek, "kişi yaptığının yaratıcısıdır" demek),

2- Unsuriyet da'vası,

3- Dinî mes'eleleri rivayet ederken titiz davranmayıp, gevşek olmak, lâubali olmak."

"Asabiyyet (kavmiyyetçilik) davasına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dava yolunda mücadeleye girişen bizden değildir."[17]

"Kim câhiliyye davasında (kavmiyetçilikde) bulunursa cehenneme iki dizi üzerine çökmüş demektir. Dediler ki: "Ey Allah'ın Resûlü, oruç tutsa, namaz kılsa da mı?" "Evet," cevabını verdi; "oruç tutsa da, namaz kılsa da."[18]

Hz. Âişe, Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bu mevzûdaki tutumunu belirtme sadedinde şöyle der: "Dünyada takva sahibi kimse kadar ne bir kimse, ne de bir başka şey Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hoşuna gitmemiştir." Bütün bunlar ırkçılık ve asabiyyet davası hepsini sıfıra indiriyor.

İslâm alimleri, yaratıldığı asla bakarak gurur ve tekebbürde bulunmayı, iblisin Allah'ın lânetine uğramasına ve cennetten kovulmasına sebep olan ameline benzetirler. Zira o, âyet-i kerimede ifade edildiği üzere, Cenab-ı Hakk tarafından Âdem'e secde etmesi emredilince, kendi hevasından gelen şahsî re'yine uyarak: "Ben ondan (Âdem'den) hayırlıyım. (Çünkü) beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın"

[19]

der ve emre itaat etmez.

Şu halde bu ayet-i kerime de asla tekebbüre kapılma veya başkasını istiskal etme duygusunun -diğer birçok menfi duygular gibi- fıtrattan gelen ve pek ciddi vartalara atabilecek mahiyette olan bir duygu olduğunu, bunu ilk yaşayanın da şeytan olduğunu, her an bu şeytanî duyguya karşı dikkatli davranarak Allah'ın lânetine kadar gidebilecek durumlara düşülmemesini ders vermektedir.

[20]

Aynı akide çevresinde birleşen insanlar, kan bağları olmasa da kardeştirler.

[21]

Buna karşılık, aynı inancın paylaşılmaması durumunda, baba oğul arasında bile bir yakınlıktan söz edilemez. İman etmediği için babasının çağrısına uymayan Hz. Nuh'un oğlu onun ailesinden sayılmaz.

[22]

Aynı inancı paylaşan müminler küfrü tercih etmeleri durumunda babalarını ve kardeşlerini veli edinemezler.

[23]

 

Hiçbir mümin, babası, oğlu, kardeşi ya da diğer bir yakını da olsa, Allah'a ve Peygamberine düşman olan kimseye sevgi besleyemez.

[24]

Hz. Peygamber (s.a.s) de câhilî bir âdet olan ırkçılığı sık sık gündeme getirerek eleştirmiş ve yasaklamıştır. Veda haccı sırasında, Veda Hutbesi olarak bilinen ünlü konuşmasında Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba, beyaz renklinin siyaha, siyah renklinin beyaza bir üstünlüğü olmadığını, üstünlüğün yalnızca takva ile olduğunu ilan etmiştir.

Mekke'nin fethinde, Kabe'yi tavaf ettikten sonra yaptığı konuşmada Hz. Peygamber (s.a.s) aynı gerçeği şöyle dile getirmiştir: "Sizden câhiliyye ayıplarını ve büyüklenmesini gideren Allah'a hamd olsun. Ey insanlar, tüm insanlar iki gruba ayrılırlar. Bir grup iyilik yapan, iyi olan ve kötülükten sakınanlardır, ki bunlar Allah nazarında değerli olan kimselerdir. İkinci grup ise günahkar ve isyankar olanlardır ki bunlar da Allah nazarında değersiz olanlardır. Yoksa insanların hepsi Adem'in çocuklarıdır; Allah Adem'i de topraktan yaratmıştır."

Irk üstünlüğü düşüncesinin temelsizliği başka bir hadiste de şöyle ortaya konur "Hepiniz Adem'in oğullarısınız, Adem de topraktan yaratılmıştır. İnsanlar babaları ve dedeleri ile övünmekten vazgeçsinler. Çünkü onlar Allah nazarında küçük bir karıncadan daha değersizdirler."

[25]

                      

Hz. Peygamber (s.a.s) insanların aynı kökten geldiklerini ve üstünlüğün yalnız takva ile ölçülebileceğini belirtmekle yetinmeyerek Allah'ın insanları ırklarına göre değerlendirmeyeceğini de ısrarla vurgular. Bir hadislerinde "Allah kıyamet günü sizin soyunuzdan sopunuzdan sormayacaktır. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız kötülüklerden en çok sakınanınızdır." buyurmuştur. Aynı anlam diğer bir hadiste de şöyle dile getirilir: "Allah sizin mallarınıza ve şekillerinize bakmaz; fakat O sizin kalblerinize ve amellerinize bakar.”

[26]

 Bütün bu gerçek ve uyarılar karşısında ırkçılık davası güden kişinin müslümanlık iddiasının bir anlamı yoktur. Hz. Peygamber (s.a.s), "Irkçılık davasına kalkışan bizden değildir, ırkçılık üzerine savaşa girişen de bizden değildir buyurarak böyle bir kişinin yerini tesbit etmiştir.

[27]

İslâm, getirdiği evrensel kardeşlik ilkesi ile Cahiliyye döneminde şiddetle hüküm süren ırkçılık adetini ezip yok etti. Kendilerini soylu ve üstün gören Mekke aristokratlarının zulüm ve baskılarına rağmen İslâm, Romalı Süheyb, Habeşli Bilal ve İranlı Selman gibi aşağılanan insanların çabalarıyla başarıya ulaşarak evrensel bir toplum oluşturdu.

Dün ve bugün Müslümanlar arasında ırkçılık görülüyorsa maalesef bu Emeviler döneminde İslam egemenliğinin yerini alan saltanatla birlikte birçok cahiliye adeti gibi ırkçılığın da yeniden hortlayıp canlanması iledir. Yani İslam’dan uzaklaşma sebebiyledir. Daha o günlerde bile ne yazık ki Arap olmayan müslümanlar tümden mevali sayılıyor, Kureyş dışındaki Araplar bile küçümseniyordu.

Emevilerin sürdürdüğü ırkçı politika kısa zamanda Arap olmayan müslümanlar arasında da ırkçı eğilimlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Özellikle Farslar ve Türkler arasında başlayan bu eğilim giderek “Şuubiye” olarak anılan ırkçı, ulusalcı hareketlere dönüştü. Emevilerin yıkılmasında önemli bir etken olan Şuubiye hareketi Abbasiler döneminde etkisini yitirmekle birlikte bütünüyle yok olmadı.

[28]

Çağımıza gelince, bu sefer Batıda üstün bir değer haline gelen ırkçılık, “Batılılaşma” hareketleriyle İslam topraklarına girdi ve Osmanlı Devletinin yıkılmasında büyük bir rol oynadı.

Bu tarihi macera son bölümde ele alınacaktır. Çünkü ırkçılığın tarihi konumuza bir değer katarsa da bizim doğrudan amacımız değildir. Bu yüzden okuyucuyu sıkmamak için o bölümü en arkaya aldık. Yoksa ilmi bir tertibin gerektirdiği belki de bu konunun hemen tanımdan sonra ikinci bölüme oturması idi.


[1]

D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, iz yayıncılık, 11inci baskı, 1996, İstanbul. s. 510.

[2]

Ak çağ yayınları, altıncı baskı, 1996, Ankara. s, 181.

[3]

Ömer demir, Mustafa acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, vadi yayınları, üçüncü baskı, 1997, Ankara.

[4]

Bkz. Şamil İslam Ansiklopedisi, Irk vr Irkçılık md. Yine Davut Dursun, Sosyal Bilgiler Ansiklopedisi’inde ırk ve ırkçılık hakkında derli toplu bilgiler verir, bakılabilir. 

[6]

Bkz. DİA, Recep Şentürk - Kadir Canatan,  yıl: 1999, cilt: 19,  sayfa: 124-131

[7]

Hucurat,  49/13.

[8]

Bkz. TDV İslam Ansiklopedisi, Irkçılık md.

[9]

İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 4/255-257.

[10]

Hucurât, 13.

[11]

Hucurat 10.

[12]

Tevbe, 24.

[13]

Hud, 45-46.

[14]

Kz. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 4/255.

[15]

Mümtehine, 4

[16]

Tevbe, 23.

[17]

Ebu Davud, Edeb, 121, 5121. H. Münavi, a.g.e., 5/386.

[18]

Hakim, Müstedrek, 4/ 298.

[19]

A'raf, 12

[20]

Geniş bilgi için bkz. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 4/255-257.

[21]

Hucurât, 49/10

[22]

Hud, l l/46.

[23]

Tevbe, 9/23.

[24]

Mücadele. 58/22.

[25]

Tirmizi Tefsir sure, 49.

[26]

Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9.

[27]

Müslim, İmare, 53, 54, 57

[28]

Bkz. Şamil İslam Ansiklopedisi, Irk md.