Kürtçülük

Fransız inkılâbından sonra batıdan bütün dünyaya yayılan milliyetçilik akımından, diğer çok unsurlu devletler gibi Osmanlı Devleti de etkilenmiştir. Söz konusu bu akımdan, yukarıda belirtildiği gibi önce imparatorluk dâhilinde yer alan Gayr-ı Müslimler, daha sonra ise Müslüman unsurlar etkilenmişlerdir. Bir taraftan milliyetçilik akımının etkisi, bir taraftan da sömürgeci devletlerin kışkırtmalarıyla, Balkanlarda yaşayan gayr-ı Müslim unsurlar XIX. yüzyılın birinci yarısından itibaren bağımsızlıklarını kazanmaya başlamışlardır.

Dağılma döneminde Osmanlı Devleti’nde, Gayr-ı Müslimlerden sonra, yavaş yavaş Müslüman unsurlar arasında da milliyetçilik akımının etkisi görülmeye başlanmıştır. Fakat ilginç olan şudur: Gerek Türkler arasında ve gerekse diğer Müslüman unsurlar arasında bu akımı başlatanların,  ya da fikir babalarının kahir ekseriyetinin Gayr-ı Müslim olmasıdır.  

Bu anlamda, Kürtler arasında da milliyetçilik akımının etkisinin XX. Yüzyılın başlarında başladığını söylemek mümkündür. Fakat Kürtler arasında bu akım, toplumu hiçbir zaman siyasî anlamda ayrılık çizgisine getirecek bir düzeye ulaşmamıştır, belki de uzun süre kişilerle sınırlı kalmıştır.

[1]

“Kürt Teâli Cemiyeti” aslında zararlı bir cemiyet değildir. Resmen kurulmuş yasal bir cemiyettir. 22 Aralık 1918 tarihinde Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve Kürdistan Teali Cemiyeti arasında bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmayı cemiyet adına başkan Seyyit Abdülkadir, üyelerinden Sait ve Mehmet Ali, Hürriyet ve İtilaf fırkası adına ise Zeynelabidin (Konya Mebusu), Vasıf (Karesi mebusu), ve Mustafa Sabri Efendi imzaladılar. Anlaşamaya gereğince Kürt nüfusunun daha yoğun olduğu bölgelerde İslam Halifeliğine ve Osmanlı Saltananatına bağlı kalmaları kaydıyla özerk bir yönetim şekli tanınacaktı.

[2]

Şerafettin Turan der ki: “Çoğunlukla Kürt kavimlerinin oturduğu memleketlerde siyaset yönünden İslam Halifeliğine ve Osmanlı Saltanatına bağlı kalmak koşuluyla, bütün halkın çoğunluğunca seçilen bir yönetimin başkanlığı altında özerk bir yönetime sahip olacaktır.”

[3]

Cemiyetin “nizamnamesi”nin “Madde 32.si” aynen şöyledir: “Cemiyet milletin vahdet ve teâlisi esası üzerine müessis olup ananat-ı milliye ve terbiye-i İslamiye ve medeniye ve milliyeye hörmet beynelekrat ittihat ve müveddeti idame edeceğinden cemiyetin her ferdi temin-i infakı için bu esbaba karşı kendisini intiba'a vazifedar addetmelidir.”

[4]

Bundan sonrası siyasi tarihtir ki o alana girmeyeceğiz.

Evet, Osmanlıda münferit manada Kürtçüler vardır ve bunlar başta İngilizler olmak üzere Batılı devletlerle görüşmektedirler. Ancak her şeye rağmen Müslüman Kürt halkı, gerek Birinci Dünya Savaşında ve gerekse Millî Mücadele döneminde bütün cephelerde Türklerle birlikte hareket ederek, bin yıldır beraber yaşadıkları vatanlarını canla başla korumuşlardır. Kendilerini isyana teşvik eden İngilizlere de yer yer hadlerini bildirmişlerdir.

Kürtleri Osmanlı Devletine ve yeni kurulan Cumhuriyete bağlayan en önemli bağ İslâmî bağdır. Bu anlamda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da farklı yerlerde yaşayan Kürtler, Malazgirt savaşından sonra Anadolu’da kurulan Türk/İslâm devletlerini aynen kendi devletleri gibi savunmuşlar ve kabullenmişlerdir. Bu kabulleniş, belki de bir iki istisna dışında Osmanlı Devletinin yıkılışına kadar devam etmiştir.  

Millî mücadele yıllarında, gerek Erzurum kongresinde ve gerekse Sivas kongresinde Türk ve Kürt kardeşliğinden bahsedilmektedir. Erzurum kongresinin sonuç bildirgesinin birinci maddesinde Türklerin ve Kürtlerin “saadette ve felakette ortak” oldukları tespiti yapıldıktan sonra, “gelecek hakkındaki hedefleri aynıdır, birbirlerinin ırkî durumlarına ve sosyal durumlarına saygılı olup öz kardeştirler” ifadesi kullanılmıştır. Aynı amaç ve beklentiler Sivas kongresinde de tekrarlanmıştır.

Hem Erzurum ve hem de Sivas kongresinde, toplumun farlılığına ve çoğulculuğuna işaret edilmiş, bunların ‘kardeş’ olarak yaşamlarını sürdürebilecekleri vurgulanmıştır. Ayrıca Amasya protokollerinde vatan “Türk ve Kürtlerin oturdukları topraklar” şeklinde ortak vatan olarak açıkça tanımlamıştır. Aynı şekilde 1921 Anayasasında da Kürtler için ‘Türkiye halkı’ ifadesi yer almıştır.

Mustafa Kemal TBMM’nin açılışında yaptığı konuşmada Misâk-ı Millî için “kardeş milletlerin millî sınırı” ifadesini kullanacaktır. Buna benzer ifadeleri Mustafa Kemal, bu tarihten sonra birden çok defa kullanmıştır. Bu söylemler ve politikalar, Kürtleri TBMM ve Mustafa Kemal’le birlikte hareket etmeye götürmüştür. Mustafa Kemal, Teşkilât-ı Esasiye görüşmelerinde de “Türkiye halkı” ifadesini kullanacaktır.

[5]

O günlerin ırk hassasiyetini gösteren bir olayı hatırlayalım. 1 Mayıs 1920. Olay Ankara'da, Millet Meclisi’nde geçer.

“Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey kürsüye çıkar ve Sıhhat Vekâleti (Sağlık Bakanlığı) hakkında bir konuşma yapar. Konuşmasında "Türk... Türklük..." kelimelerini sık sık kullanır. Bu konuşmadan bazı cümleler alalım.

Yusuf Kemal Bey (Kastamonu Mebusu)

" ...Her Türkün söyleyeceği şey: Memleketimizde görülecek ilk iş sıhhıye işidir. Çünkü sıhhat olmazsa, çünkü Türklük sıhhatli bulunmazsa, o Türkler üzerine bina edeceğimiz hiçbir iş kalmaz... Türkleri muhafaza etmek için evvelâ sıhhati muhafaza etmeli... Türklüğü bitiren hastalıkları bir an evvel kaldırmazsak, eğer Türk ilesinin ve Türk ferdinin refahını temin edecek esbabı istikmâl etmezsek hepsi boştur..."

Yusuf Kemal Beyin bu konuşması üzerine Sivas Mebusu Emir Paşa Kürsüye çıkar. O da şöyle konuşur:

"Yusuf Kemal Beyefendi Hazretlerinin irad-ı kelâm ettiği sırada sıhhatlerinin muhafazası lüzumunu yalnız Türklere hasretmiş olmasına itiraz ediyorum... (İslâm demekti sedâları... Kelime ile oynamayın sesleri) Müsaade buyurun. Zannederim ki Müslümanlık namına teessüs etmiş bir Hilafet vardır. Değil buradaki Müslümanlar, aktar-ı cihanda bulunan umum Müslimînin bu Hilafete merbutiyetlerini unutmamak iktiza eder. Rica ederim ki, yalnız Türklük namını istimal etmeyelim. Çünkü Türklük namına biz buraya cem' olmadık. (gürültüler). Rica ederim sadece Türkler değil, Müslümanlar demek, hatta Osmanlılar demek kâfidir efendim. (İslâm deniliyor sadâları...) Bu vatanda Çerkes, Çeçen, Kürd, Laz ve daha birtakım İslâm kabileleri vardır. Bunları hariçte bırakacak, tefrikaya sebep olacak söz söylemeyelim." (Gürültüler)

Reis:

- Müsaade buyurunuz, devam etsin!

Emir Paşa (devamla):

"- Bendeniz bu mesele hakkında uzun söz söyleyecek değilim. Bu gibi sözlerin şimdiye kadar bir faidesini görmedik. Hepimiz Hilafete merbutuz. Bu Hilafet-i muazzamayı birçok asırlardan beri muhafaza edenin Türk kavm-i necibi olduğunu da kimse inkar edemez. Yalnız tefrikayı icab edecek hiçbir söz söylenilmemesini tekrar temenni ediyorum."

Sivas Mebusu Emir Paşanın bu ikinci konuşmasından sonra kürsüye, Mustafa Kemal Paşa çıkar ve aşağıdaki konuşmayı yapar ki, Paşanın o tarihteki milliyetçilik anlayışını aksettirmesi yönünden son derece ehemmiyetli bir tarihî vesika teşkil etmektedir.

"- Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada maksud olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyedir, samimi bir mecmuadır. Binaenaleyh bu heyet-i âliyenin temsil ettiği; hukukunu, hayatını, şerefini kurtarmak için azmettiği emeller, yalnız bir unsur-ı İslâm'a münhasır değildir. Anasır-ı İslâmiyeden mürekkep bir kitleye aittir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz. Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-ı millîmiz İskenderun'un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü ihtiva eder. İşte hudud-ı millîmiz budur dedik! Hâlbuki Kerkük şimalinde Türk olduğu gibi Kürd de vardır. Biz onları tefrik etmedik. Binaenaleyh muhafaza ve müdafaası ile iştigal ettiğimiz millet bittabi bu unsurdan ibaret değildir. Muhtelif anasır-ı İslâmiyeden mürekkeptir. Bu mecmuayı teşkil eden her bir unsur-ı İslâm bizim kardeşimiz ve menâfii tamamıyla müşterek olan vatandaşımızdır. Ve yine kabul ettiğimiz esâsatın ilk satırlarında bu muhtelif anasır-ı İslâmiye ki, vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ile riayetkârdırlar ve yekdiğerinin her türlü hukukuna; ırkî, ictimaî, coğrafî hukukuna daima riayetkâr olduğunu tekrar te'yid ettik ve cümlemiz bugün samimiyetle kabul ettik. Binaenaleyh menâfiimiz müşterektir. Tahsiline azmettiğimiz vahdet, yalnız Türk değil, yalnız Çerkes değil hepsinden memzuc bir unsur-ı İslâmdır. Bunun böyle telâkkisini ve sui tefehhümata meydan verilmemesini rica ediyorum." (Alkışlar)

1924’lü yıllara gelindiğinde, yavaş yavaş söz konusu bu çizgiden uzaklaşılmaya başlandığını görüyoruz. 1924 Anayasasında “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denilir” ifadesi yer almaktadır. Bu ifadeyle, ülke sınırları içerisinde var olan farklı etnik ve kültürel kimlikler bir anlamda yok sayılmış olmaktadır. Başka ifadeyle, yeni kurulan devlet, 1921 anayasası anlayışından vazgeçerek, ülkede en belirgin etnik kimlik olan Kürt kimliğini de reddetmektedir. Bu reddediş, ortalama iki binli yıllara kadar dayanmaktadır. Hatta siyasî iktidarlar, bırakın sorunu çözmek için gayret göstermeyi, uzun süre “Kürt sorunu”  kavramını bile kullanmaktan çekinmişlerdir. Fakat takdir edersiniz ki “Kürt Sorunu” kelimesini kullanmamak, bu sorunun olmadığı anlamına gelmez.

Kürtlerle yeni kurulan devlet arasındaki ilk önemli kırılma  Halifeliğin kaldırılmasından ve peş peşe gelen devrimlerin uygulanışından sonra başlamıştır.

Yukarıdaki TBMM’nde geçen olayı da anlatan Mehmet Şevket Eygi şunları söyler: “1920'de böyle konuşulurken, daha sonra, CHP tek parti iktidarı zamanında, bu söylenilenlere tamamen zıt bir ideoloji benimsenmiştir. Bu ideoloji, Tekin Alp takma adıyla kitaplar ve makaleler yazan Yahudi Moiz Kohen'in ortaya attığı sahte Türk milliyetçiliği, sahte Türkçülüktür. Bu adam, kitaplarından birine "Kahr Olsun Şeriat!.." başlıklı bir bölüm koyacak kadar azılı ve şiddetli bir İslâm düşmanıdır.

Türkiye tarihini sorgulamıyor, Türkiye yakın tarihinde olup bitenlerin iç yüzünü bilmiyor. Türkiye yasaklar, tabular, tehditler, cahillikler, karanlıklar içinde boğuluyor.

Mâzide yapılan yanlışları bilmeden, onları sorgulayıp telâfi etmeden, geleceğimizi güven altına almamız mümkün değildir.

Moiz Kohen ideolojisi Türkiye'yi bugünkü hale düşürmüştür.

İslâm dini menfi kavmiyetçiliği kabul etmez, meşru görmez.

1920'lerde, Millî Mücadele yıllarında Müslüman Kürtlere verilen sözler tutulmamıştır. Müslüman Kürtlere zulm edilmiştir. Sadece Kürtlere değil, Türklere de zulm edilmiştir. En fazla Sünnî Türklere, Kürtlere ve diğer unsurlara zulm edilmiştir. Çerkeslere de zulm edilmiştir. Diğerlerine de...

Bugünkü toplumsal çürümenin, dağılmanın, kopukluğun, yabancılaşmanın ana sebebi CHP'nin benimsediği Moiz Kohen ideolojisidir.

Evet bu ülkenin adı Türkiye'dir, burada Türk dili konuşulur, Türkler dominant unsurdur ama Kürtler, Zazalar, Çerkesler, Çeçenler, Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar, Araplar ve daha düzinelerce anasır-ı İslâmiye vardır. Onların altkimliklerine ve hukukuna hürmet edilmesi gerekir.

Türkiye bir İslâm ülkesidir. İslâm bu ülkedeki çeşitliliğin harcı ve çimentosudur. Türkiye İslâmsız ayakta duramaz. Toplumsal barışı ve mutabakatı korumak istiyorsak İslâm'a sarılmalıyız. İslâm ırkçılığı reddeder. Üstünlük ve fazilet şu veya bu kavme mensup olmakta değil; ilimde, irfanda, ahlak ve karakter yüksekliğinde, hayır ve hasenattadır.

Müslüman bir Türk, sâlih bir Kürdü, fâsık bir Türke tercih etmekle yükümlüdür. Müslüman bir Kürt, sâlih Türkü, fâsık Kürde tercih edecektir. Bu memlekette, Osmanlı cihan devletinden kalan Alman, İspanyol, Rus, Macar, Leh kökenli nüfus da vardır. Onların bir kısmı erimiş ve kökenlerini unutmuştur. Bu memlekette milyonlarca Kripto yaşamaktadır.

Moiz Kohen Tekin Alp kavmiyetçiliği Türkiye'yi bir uçurumun kenarına getirmiştir. Bu ideolojiden dönülmezse, 1920'lerin doğru ilkelerine yönelinmezse geleceğimiz çok karanlıktır. Moiz Kohen ideolojisini benimseyen, savunan, resmî ideoloji haline getiren Sabataycıların, statüko konusunda direnmeleri meşru değildir. Bazıları Türkiye'nin bölünmesini yıllarca önce kapalı kapılar ardında gizli konuşmalar ve protokollerle kabul etmiştir.

Biz anasır-ı İslâmiye yâni Müslüman Türkler, Müslüman Kürtler, Müslüman Çerkesler, Müslüman Arnavutlar, Müslüman Boşnaklar ve diğer Müslüman unsurlar böyle bir bölünmeyi ve parçalanmayı asla kabul etmeyiz. Biz hep kardeşiz. Biz evrensel bir Ümmet'in içindeki çeşitlilikleriz. Bu çeşitlilik fitne, fesat, tefrika sebebi değil, zenginlik ve güç kaynağıdır.

Tekrar ediyorum:İslâmsız kurtuluş olmaz. İslâmsız istikbal karanlıktır. Moiz Kohen ideolojisinde ısrar felaketimize yol açar.”

[6]

Aradan yıllar geçer. Aşağıda bazılarını anlatacağım nice olaylar yaşanır. Kürtler inkar ve asimile politikalarının kurbanı olurlar. Büyük acılar çekerler. Bu acılar bölücü terör örgütlerinin gerekçesi ilan edilir. Terör azar, kan dökülür, faili meçhul cinayetler olur vs.

Nihayet 2002 yılında iktidarla tanışan Ak Parti hükümetleri, cumhuriyet hükümetleri arasında, Kürt sorununu çözme konusunda en samimi ve gayretli adımları atan hükümet olmuştur. Bu anlamda, Ak Parti İktidarının geçen yıllarda uygulamaya koyduğu “Demokratik Açılım Projesi” bu adımların en önemlisidir.

Fakat bu projeyi hazırlayanlar, bu tür iyi niyetli adımların BDP tarafından istismar edilerek siyasî bir şova dönüştürülebileceğini belki de hesaba katmamışlardı. Çünkü PKK, ya da onun sivil uzantısı BDP Kürt sorununun çözülmesini kesinlikle istememektedirler. Çünkü eğer Doğu ve Güneydoğu’da terör sorunu  biterse/bitirilirse, BDP bu bölgede sür’atle destek ve tabanını kaybedecektir. Çünkü bu bölgelerde özgür ve demokratik bir ortam oluştuğunda, söz konusu eğilimin ya da partinin bu kadar oy alması mümkün olmayacaktır.

Çok yara almasına rağmen, yüzyıllardır olduğu gibi bu ülkenin en büyük ortak paydası yine de İslâm’dır. Bu ülkenin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine, bütün insanları birbirine kenetleyen en önemli toplumsal harç, Müslümanlıktır. Gerek bugün ve gerekse bugünden sonra, ilgililerin “Kürt Sorunu”nun çözüm seçenekleri arasına, yukarıda söz konusu etmeye çalıştığımız “İslâm kardeşliği ortak paydasını” mutlaka koymaları gerekir.

[7]

 


[1]

Osmanlı'da kurulan Kürt Cemiyetleri hakkında derli toplu bir yazı için bkz. http://kurd-tarihi.blogspot.com/2009/10/osmanlda-ilk-yasal-kurt-cemiyeti... (27 10 20119)

[2]

http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BCrdistan_Teali_Cemiyeti#cite_note-.C5...

[3]

Türk Devrim Tarihi / 2. Bilgi. ISBN 9754943036.

[4]

http://tr.wikisource.org/wiki/K%C3%BCrt_Teali_Cemiyeti_Nizamnamesi

[5]

Bkz. Mehmet Elma, “İktidarın BDP İle Sınavı”, http://www.cemalnar.com/index.php?Git=Makale&Durum=MakaleSonuc&yazarid=15

[6]

Milli Gazete, 2011-10-26

[7]

Bkz. Mehmet Elma, “İktidarın BDP İle Sınavı”, http://www.cemalnar.com/index.php?Git=Makale&Durum=MakaleSonuc&yazarid=15 (27 Ekim 2011)