Sekülerizm

Türkçeye “sekülerleşme” olarak da çevrilen bu sekülarizasyon kavram, aslında “dünyevileşme” demektir. Yani din ile olan bütün bağları koparma, dini hayat dışına atma, onu yaşam biçiminde bir değer olarak görmemedir. Buna göre sekülerleşme, dinî olan, din ile ilgilendirilen bütün değer, ilke ve ölçülerin bireysel ve toplumsal hayatın dışına atılması, öte dünyadan alakasını tamamen kopararak, bütün bütün ahiretten bağımsız bu dünya hayatını dilediğince yaşama düşüncesi veya yaşam tarzıdır. Laiklik ile farkı şudur: Sekülerizm, genel olarak dünya hayatını din dışı yaşama biçimidir. Laiklik ise bu yaşam biçiminin siyasal örgütlenme şeklini ifade etmektedir. 

Sekülerizm ya da sekülerleşme dünyayı, din ve ahiret düşüncesi olmadan yaşamayı ifade eden bir kavramdır. Bir başka ifadeyele insanın dünya hayatını bildiğince ve keyfince yaşamasını ifade eden bir kavram. Laiklik ile yakınlığı, dinin sosyal yapıdaki otorite ve geçerliliğini yitirmesidir. Sekülerizm laiklikten de ötededir. Tıpkı devlet gibi bireylerin de aklen, kalben ve hissen dinî ve metafizik bağlarından kurtulması ve dinin bir vicdan meselesi haline gelmesidir. Bunun bir adım ötesi ateizmdir. Yani din ve tanrı tanımamak. Bu açıdan bakıldığında ona laikliğin arka planı diyebiliriz herhalde. Laikliğin tabii neticesi batıda sekülarizm’i oluşturur. Ateizme ise insan aklının, kalbinin ve ruhunun tahammülü yoktur. Bu yüzden ateist topluluklardan bahsedilemez. Onlar hep birer münferit vak’a olarak kalacaklardır.

Mustafa Armağan “Sosyal Bilimler Ansiklopedisi”nde bu sekülarizasyon kavramı için “dinin sosyal yapıdaki otorite ve geçer­liliğini yitirmesi, doğaüstü olayların tabii ve dünyevi olayların işi gibi algılanması, in­san aklının dinî ve metafizik bağlardan kur­tulması ve dinin bir vicdan meselesi haline gelmesidir” diyor. Ona göre “dinin çöküşü” demektir.

[1]

Tıpkı laiklikte olduğu gibi bu kavram da dini düşünce, hukuk, ahlak ve dinî kurumların sosyal hayatta kıymetlerini ve önemlerini kaybettiklerini anlatır. Aslında Batıya ait bir kavram olarak Batının dini ve sosyal hayatı için bir değer ifade eder. Ama Batıcı kafa “din değil mi? İslam da öyledir” kolaycılığı ile yanlışa düşmüştür. Öyleyse Müslümanların yaşadığı ülkelerde de din devlete karışmayacak, sosyal otoritesini bitirecektir. Bu son anlamında laiklik'le eşanlamlıdır.

“Sekülarizasyon terimi sosyoloji, siyaset, ilahi­yat ve kültürle ilgili disiplinlerde, bazı farklılıklar gösterir. Sekülarizasyonun ilahiyat­taki etkisi, Hıristiyan teologların Kitab-ı Mukaddes'i değişen tarihi şartlara uygun olarak dünyevi ve zamana uyan bir tarzda yorumlamaları şeklinde olmuştur. Onlar Hıristiyanlığın yüzyıllarca yanlış yorum­landığını, aslında Hıristiyanlığın ona karşı olmak bir yana, bizzat laik (seküler) oldu­ğunu iddia etmişlerdir. Kültür alanında ise sanat, felsefe ve edebiyatın dini muhtevala­rının zayıflamasını ve bilimin bağımsız bir disiplin olarak yükselmesini dile getirir.

Terimin bütün bu anlamlarının Batı'ya özel şartlarda ve Batılı düşünce geleneği çerçevesinde oluştuğu gözden uzak tutul­mamalıdır. Buna bağlı olarak, 196O'lı yılların sonu ile 1970'li yılların baş­larındaki tartışmalarda sekülarizasyonun Kitab-ı Mukaddes'in bir ürünü olduğu, ona özellikle Hıristiyanlığın yol açtığı söy­lenmiştir. Örneğin ünlü sosyolog Peter L. Berger, Weber sosyolojisini izleyerek sekülarizasyonu Yahudi-Hıristiyan geleneği­ne; Tevrat'a, ilk Hıristiyanlığa ve Protestan­lığa bağlamaktadır. Bu yaklaşım sekülarizasyonu insanlığın olgunlaşma sürecinin sonucu olarak gör­mekte, çocukluk ve gençlik dönemlerini Yahudi-Hıristiyan geleneği ile Reformasyon sırasında idrak eden sekülarizasyonun, olgunluk aşamasına modem dönemde ulaş­tığını varsaymaktadır.”

[2]

Bize göre bir İslam peygamberi olan Hz. İsa’nın tebliğ ettiği din, o günün İslam versiyonu, çeşidi idi. Biliyorsunuz İslâm, zaman içinde tekamül ederek, gelişerek gelmiş, son şeklini Hz. Muhammed’in (sav) tebliğinde almıştır. “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim”

[3]

ayeti bunu anlatır.

Bu açıdan bakınca iki Hıristiyanlık söz konusudur: Birisi Allah Teâlâ’nın gönderdiği, asıl adı İslam olan Hıristiyanlıktır. Diğeri ise doğduğu yer olan Kudüs'ü bırakıp Roma'ya yerleştiğinde Batılılaşmış, şeriatı atılmış  ve dünyevî bir mahiyete bürünmeye başlamış batıl, muharref bir din olan Hıristiyanlıktır. Maalesef bugün doğuda ve batıda Hıristiyanlık denince akla gelen, batıl ve bozulmuş, tahrif ve tağyir edilmiş halde bulunan bu “muharref” dindir.

Dolayısıyla sekülerizme sebep olan, asıl olan değil, onun Batılılarca yorumlanması yol açmıştır. Sonra Batıda laikliğin gerekçelerini tekrar hatırlayalım. Bu süreç sekülerizm için de kaçınılmaz bir süreçtir.  Burada pozitivizmin etkisini unutmayalım. O düşünceye göre dünya gittikçe esrarını yitirecek, bilinme­yen tabiatüstü olaylar ve güçler artık bilimle açıklana­cak, hayat rasyonelleşecek ve din git­tikçe anlamsızlaşıp yok olacaktır. Bu yaklaşım modern toplumda nasıl olup da büyüye, hu­rafelere ve gizli bilimlere olan ilginin orta­dan kaybolmadığını; gelişmiş denilen top­lumlarda doğu dinlerinin ve tarikatların ne­den giderek cazibe kazandığını; Siyonizm, İslami hareketler ve Latin Amerika'daki radîkal Katoliklik gibi dini hareketlerin canlı­lıklarını nasıl sürdürdükleri ve modern dün­yada kendilerine nasıl yer bulabildikleri gi­bi sorulan cevaplayamamaktadır.

Sekülarizasyonun ortaya çıktığı yerler, İslam’ın bilinmediği yerlerdir. İsterse bu Müslümanların yoğun yaşadığı yerler olsun. Önemli olan ilmî keyfiyettir.  Bunun başka izahları birer teferruattan ibarettir. Bu açıdan bakıldığında maalesef dinini bilmeyen Müslüman toplumlarda, özellikle de Batıcı ay­dınlar, çağdaşlaşma, küreselleşme ve modernleşme adı altında seküler bir hayat yaşamaktadırlar. Laiklik de diyebileceğimiz bu anlayış, dini sosyal hayattan dışlayarak ferdin vic­danına gömer. Siyasi literatürde önemli bir yer tutan sekülerizm, siyasi otoritenin meşruluğunun kaynağının din ve kutsal kitaplar olmasını reddeder. Böyle olunca iktidarın kaynağının halk olduğu demokrasilerde laiklik veya sekülerizm önemli bir yer tutar. Hatta çoğu demokratlar, laik ve seküler anlayış olmadan gerçekte demokrasinin olamayacağını söylerler. 

İslâm'da seküler, sekülarizm ve seküla­rizasyona karşılık olacak hiçbir terim mev­cut değildir. İslâm bunların kendisine uygu­lanmasına karşı çıkar. Seküler hayatta Kur'an'daki en yakın ifade “el-hayatu'd dünya”dır. Bu kavram hadislerde “hubu’d dünya / dünya sevgisi” şeklinde geçer. İslamî kaynaklarda “dünya”, dikkat çekici bir kelimedir. Bir yandan Allah Teâlâ’nın yaratıcılığındaki ilim, kudret, tekvin, irade, azamet ve ihtişamı gösteren muhteşem güzellikte ve her zerresi ile bir nimet olan bu dünya, baktıkça yaratıcısından haber veren bir mesaj, nimetlerini kullandıkça da halikına şükrün gereğini söyleyen bir hitaptır. Okudukça marifet ve ilahiyyat fışkıran “kitab-ı kebîr-i kâinattır. Ama bir başka yanıyla da, yani lezzetler, şehvetler, cazibedar yanıyla da kulu Allah’ından alan, yaratıcısını unutturan bir fettandır. Kur’an ve sünnet bu yönüyle ona dikkat çekerek “dünya sevgisinin bütün kötülüklerin başı olduğu” gerçeğine karşı insanları uyarmıştır. Resulullah (sas) Efendimiz de ümmeti hakkında dünya sevgisinden çok korkmuş ve onları dünyaya karşı sürekli ikaz buyurmuştur. Bugün bu gerçek, “dünyevileşme” kavramıyla ifade edilmektedir.

Kutsal kitaplarımızın “geçmiş ümmetleri helak ettiğine” dair dikkat çektiği bu dünya sevgisi, insanı Allah Teâlâ’nın ibadet ve zikrinden uzaklaştırması ve haramlara, günahlara, şehvet ve zulümlere sebebiyet vermesi sebebi ile lanetlenmiştir. İşte sekülerizm denilen bela, buna bir de küfrün eklenmesiyle katmerleşmiş olan “dünyevileşme” olgusunun ta kendisidir. Yani dünya sevgisi ile ona kul köle olma, bunun neticesinde Allah Teâlâ’yı ve ahireti unutma belası.

[4]

İşte bu haliyle “dünyevileşme” anlamında “sekülerizm”, tamamen bir inanç sorunudur. Küfrün bir tezahürüdür. Bu konuyu çağımızın fıkıh alimlerinden bir hocamızın görüşünü yazarak bitirelim:

“Seküler kavramı daha genel dünyeviliğe, beşerî alana yani Allah"ın dininin müdahale etmediği, yok sayıldığı bir alan yapısına tekabül eder. Laiklik ise bunun içerisindeki siyasi boyutu temsil etmektedir. Öyleyse, ister laisizm, ister sekülerizm olsun, özünde öyle bir alan öngörüyor ki, din oraya kesinlikle karışmayacaktır. Buradan hareketle İslâm’a geldiğimizde, İslâm’da dinin karışmadığı özel ve genel hiçbir alan yoktur. Vardır diyen ya bilmiyor ya yanlış biliyor ya da bildiği halde saptırıyor demektir. "Biliyor, ama bu bilgi farklı bir yoruma dayanıyor" diyenlere cevabım şudur: "İslam’da yorumun kuralları vardır, usulsüz vüsul olmaz."

[5]

 


[1]

Mustafa Armağan, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Sekülarizasyon md.

[2]

A.y.

[3]

Maide, 3.

[4]

Bu konuda geniş bilgi için bkz. Cemal Nar, İnançta Kirlenme, “Dünya Sevgisi” bölümü.

[5]

Hayrettin Karaman, Demokrasi çoğulculuk laiklik ve İslam, Yeni Şafak Gazetesi, 25 Mayıs 2014. http://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/demokrasi-cogulculuk-laiklik-ve-islam-53629