Camileri Okul Yapalım

İslam toplumunun merkezi mesciddir. Camiler, ümmetin ta içlerine ilim, ibadet, hukuk, ahlak, kültür, sanat, şuur, sevgi, saygı, hizmet, gayret ve uygarlık pompalayan kalb gibidirler. İslam oralarda öğrenildi, oralarda yaşandı, oralardan ulaştırıldı aleme... Oralarda yetiştirildi İslam medeniyetinin mühendisleri... Basit bir hayat yaşayan sıradan insanlar, belki de cahiliyye ortamında uzun süre kalmaktan  kömürleşmiş kapkara insanlar, orada elmaslaştılar, billurlaştılar ve kimi öğretmen, kimi hakim, ki¬mi vali, kimi komutan, kimi asker, kimi doktor, kimi iktisatçı, kimi sanatkar... olarak dünyanın dört bir yanma dağıldılar. Yeni bir dünyanın inşasının ustaları, mescidlerden yetişti sürekli.

 

Gittikleri yerlerde yaptıklan camiler, İslam’ın merkez camisi Mescid-i Nebeviye benziyordu. Mescid o zaman, dinin öğretildiği, yaşandığı, ibadet edilen yer olmakla beraber, aynı zamanda hükümet konağıydı, mahkeme salonuydu, istişare meclisiydi, genelkurmaydı, hariciye işlerinin görüldüğü yerdi, has¬taneydi... Ama her şeyden önce okuldu mescidler...

 

Bu okulun belli bir müfredatı yoktu. Yaş sınırlaması, dil sınırlaması, zaman ve mevsim sınırlaması yoktu. Samimi bir havası vardı, müsamahası vardı, herkese müsaidliği vardı. Dersler sohbet tarzında, seminer tarzındaydı. Soru serbestti. Herkes istidat ve kabiliyeti oranında istifade ederdi. Orada oturmak bile ibadetti çünkü... Itikaf bir çeşit ibadetti. Bu müsaid ortam, bereketli bir ilme vesile oluyordu. İlim orada, şaşılacak kadar tez öğreniliyor ve yayılıyordu.

 

Burada mescidlerin manevi havasının etkisi büyüktü kuşkusuz. Çünkü mescidler, doğrudan Allah’ın eviydil. Oralara Allanın rahmeti, mağfireti, sekineti, huzuru, feyzi, bereketi iniyordu. Dikkatli bir kulak, meleklerin kanat seslerini işitebi¬lir, hassas bir ten, meleklerin dokunuşunu duyabilirdi. Yer yüzünün en hayırlı yerleri olan mescidlerden yayılıyordu nur aleme. İnsan nasıl huzur duymaz, nasıl içi açılmazdı oralarda. Oralarda olmak, kalbde iman bitiriyor, ilahi rızaya erdiriyordu. İslam birliğinin açık bir alametiydi mescidler; orada göre¬bilirdiniz dünyanın her tarafından gelen kardeşlerinizi. Orada içiniz rahat oturabilirsiniz, alim ile cahil, zengin ile fakir, amir ile memur, siyah ile beyaz, arap ile acem yan yana, severek sayarak, birbirinizden dolaylı dolaysız faydalanarak, orada oturabilirsiniz.

 

İşte böylesine güzel, sevimli, huzurlu, feyizli, nurlu bir ortamda ilim öğrenmeye efendimiz arkadaşlarını teşvik ediyor ve yönlendiriyordu. İlim, bu din için, bedende ruh, vücudda baş gibiydi. Başsız bedenin, ruhsuz bedenin bir kıymeti olamazdı. Bu baş ilimle dolacak, bu ruh ilimle nurlanacaktı. Bunu, her müslümana farz kılmıştı resulullah (SAV). 

 

O, mescidine çıktığında, bir kısım insanlan ibadet etmek, bir kısmını da ilim öğrenmek için toplanmış görüyordu da, ilim için toplananların yanında oturmak üzere yönelirken şöyle diyordu: "İki meclis de hayırdadır. Ama onlardan biri, digerinden daha faziletlidir. Şunlara gelince, Allah’a ibadet ediyor ve istiyorlar. Dilerse verir, dilerse vermez. Amma bunlara gelince, hem öğreniyorlar, hem de bilmeyenlere öğretiyorlardı. Kuşkusuz ben, öğretmen olarak gönderildim." 

 

O, sabah, akşam mescidlere ilim için gitmeyi, bazan 3-4 kere kazanmak ve infak etmek,  bazen Allah yolunda cihad etmek, bazen de tam bir hac gibi ecir kazanmaya bedel   gösteriyordu. Bazan da şöyle müjdeliyordu: "Bir topluluk, Kur'an öğrenmek, onunla aralarında ders yapmak için Allah'ın evlerinden bir evde toplandıklan zaman, onları melek¬ler sarar, rahmet bürür, üzerlerine sekinet, huzur iner, ve Allah, yanındakilere onları anar ve över. Kim, bir ilim öğrenmek için bir yola girerse, Allah ona cennet yolunu kolaylaştırır. Amelinin geri koduğunu , nesebi ileri götürmez. " 

 

Onun yetiştirdiği cemaat da, namazı kılar kılmaz halkalar halinde toplanıyor ve Kur'an, hadis, fıkıh dersleri yapıyorlardı.  Ashabın bu işe verdiği önemi şu iki rivayet yeterince açıklar sanınm: "Ali el-Ezdi diyor ki:

 

-İbn Abbas'a cihad’dan sordum. Dedi ki:

 

-Sana, senin için cihaddan daha hayırlı bir şeyi göstere¬yim mi? Bir mescid yapar, içinde Kur'an'ı, Peygamberimizin (SAV) sünnetini, dinin fıkhım öğretirsin.” 

 

Yine İbn Abbas: "Gecelerde ilim müzakeresi, bana onu ihyadan daha sevimli gelir."  derdi.

 

Bunun böyle olmasından daha tabii ne olabilir?.. Bu di¬nin yayılması ilimledir, ikna iledir, insanların ihtiyaçlarını  giderme iledir çünkü. Dün zavallı papaların, bu gün ise bilim adamı kılığındaki 

 

 

Zavallı müsteşriklerin dediği gibi bu din kılıçla, zorla ve zorbalıkla değil, gönüllere gire gire yayılmış¬tır. İlmin ise en müsait ortamı herkese açık olan mescidlerdir. Peygamberimiz, Mescid-i Haram’da, uygun olmadığı dönemlerde Erkam bin ebi'l Erkam'ın evinde, Medineye hicret eder etmez de hemen inşasına giriştiği Küba ve Mescid-i Nebe-vi'de eğitim ve öğretim işine devam etmiş, mescidleri bir okul haline getirmiştir. Öğretimin eğitimle beraber olduğu, bedenle beraber ruhun da olgunlaştığı, büyük küçük bü¬tün hak ve vazifelerin öğretildiği, hem öğretilip hem de uygulandığı enteresan bir okul. Esas ders, Kur'an ve sünnet. Zaten hayatın bütünü onlarda. O ikisini iyi anlayan, her derdine der¬man bulmuş demektir.

 

Bu kadar farklı insana eğitim verirken, elbette bir usul gözetilir. Ancak, muhatabın seviyesini gözetme, tedriç, insanı fıtratının farklılığına göre yönlendirme, yerine göre örnek verme, şekil çizme, tekrar etme, soru sorma, uzaktan gözetme gibi peygamber efendimizin kullandığı bir çok eğitim ve öğretim usulünü anlatmayacağız. Maksadımız, sadece eğitimin onunla başladığını ifadedir. Aynı durum Hulefa-i raşidin dö¬neminde de uygulanmıştır. Daha sonra yeni yerler fethedildikçe, bilinen usul, oralarda da devam ettirilmiştir. İslam dünyası, fethedilen yerlerdeki bu üniversite camileriyle ihya edilmiştir. Mesela Osmanlıda Fatih ve Süleymaniye camileri ne ise, Mısırda Ezher ve Amr İbni As, Samda Emeviye, Bağdatta Mansuriye, Fas'ta Karavin, Zeytune, Samarrada Ahmet bin Tolon camileri de öyledir. Buralar, asırlardır İslam’ın öğretil¬diği üniversitelerdir. Hala da vazifelerini yapmaya devam ediyorlar. Malik bir Enes, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tırmizi, Nesai, İbn Mace hep camilerde ders veren Hadisçilerdir. İbn Cerir Taberi, Makatil, İbn Cüref, Süddi, Camii tefsircileri, Evzai, Sevri, ibn Uyeyne, Zeyd bin Ali, Ebu Hanife, Ma¬lik, Şafiî, Ahmed B. Hanbel vd. camide ders veren fıkıhçılar, hukukçu¬lardır. İstesek buraya camilerde ders veren bir kısım kurralan, lugatçıları, doktorları, mühendisleri, matematikçileri, kimyacıları, astronomicileri, tarihçileri, coğrafyacıları, hatta siyasetçileri yazabilirdik. Medeniyet tarihimiz bunların örnekleriyle doludur.

 

Daha dün Osmanlının sonunda, camilerimizde değişik hocaların verdiği düzenli dersler olurdu. Takip edenlerin ica-zet bile aldıkları bu herkese açık dersler, ümmetin yetişme-sinde en büyük amildi. Kaç ilim adamım dinledim, "eskileri dinlerken, bunlar hangi fakülteden mezun diye düşünürdüm. Oysa onlar hiç okumamış, ama hep dinlemişlerdi." derler de dert yanarlardı şimdiki sığlıktan.. Nerede yetişmiş o cemaat?.. Ya camide, ya tekkede... Cumhuriyet geldi, ikisini de yasak¬ladı. Tekkeleri sürekli kapattı. Camileri ise Diyanete bağladı. 

 

Peki Laik devlette Diyanet olur mu? Laikçiler “Olmaz” diyorlar. Hukukçular “olmaz” diyorlar. Amerika, Avrupa “olmaz” diyor. Peki buna rağmen niye oluyor? Amaç ne? Diyanetin laik devlette vazifesi ne? Çok açık; Laik devlet Diyaneti “Din ve şeriat tehlikesinden laikliği korumak ve dini kontrol altına almak için” kurmuştur. Özerkliği bile yok. Sıradan bir idari kurum, sıradan bir devlet dairesi yani. Ne özgürdür, ne özerk malesef. Ama bu hukuka ve gerçek laikliğe sığmazmış. Sığmazsa sığmasın, size danışan mı var!... “Ama  efendim, demokrasi var, insan hakları var, din ve vicdan özgürlüğü var, düşünce ve ifade hürriyeti var”..  “Daha konuşuyorsun!.” 

Tabi bunun sonucunda camilerde ne tefsir, ne hadis, ne fıkıh... hiç bir ders okunmaz oldu. Va'zlar ise, belli okulu bitirenlere ancak "izin¬le” serbest..  İzni de verirlerse tabi. “Efendim, benim yasal hakkım, vermek zorundalar” diyenlere cevap “evet, yasal hakkın var. Git derdini Marko paşaya anlat” deniliyor. Yahu Marko paşa çoktan öldü bilmezler mi bunlar? 

         Zaten biraz dini hakikatları açık bir dille söyleyen vaizlerin çekecekleri var tabii... Diyanet dışından va'z yapmak isteyenler de teşvik yerine tedirgin edilmiştir. Neden?.. Diyanetin yapısı yüzünden!.. Çünkü sıradan bir idari kurum olan Diyanet, gelen hükümetlere göre başkan değiştirir ve tavır takınır. Eğer hükümetler Islam’a sıcak bakmıyorsa, müftüler, ya her şeyi göze alan ve hizmet yolunu açan insanlardır. Çoğu zaman karşılığını eza ve cefa ile alan böyle fedakar zevat-ı kiramı bulmak da her zaman kolay değil. Kimse ayıplamasın, nihayet o da bir devlet memurudur. O da ev bark geçindiriyor. 

 

İmamlar ve müez¬zinlere gelince, çok samimi ve fedakar insanlardır, çok da hiz¬met etmişlerdir mecbur olmadıkları halde ama, onların yetki ve etkileri de çok sınırlıdır.

Diyanetin değerlendirilmesini bir başka yazıya bırakarak sözü uzatmayalım, şimdi müslümanlar milyarlarca paralar harcayarak cami yaptırıyor ve Diyanete teslim ediyorlar. So-nuç; sadece beş vakit namaz kılınan bir mekan, o kadar!.. Diğer zamanlar ise çoğunlulujla kapalı.. Arada namaz kılmak isteyenlere ise basitce döşenmiş son cemaat mahalli gösterilir. Caminin içindeki geniş ve huzurlu mekan yasak onlara…

Bir kaç insan bir araya gelse de, "biz burada ilim öğ¬renmek istiyoruz." deseler, bir çok yerde müftülükçe izin ve¬rilmez. Yaşanmıştır bunlar, iftira değil. Bazı yerlerde de bin türlü naz u niyaz ile izin verilir.. Neden?. Korku efendim korku. Neden korku? Müslümanlardan. Acaba niye okuyorlar? Acaba “hizbullahvari” bir örgütlenme içindeler mi? Müftü ne yapsın!.. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. O da ister ki anlayış göstersinler de adamı müşkül du¬ruma düşürmesinler.. "Aman efendim bunda müşkül duruma düşecek ne var" diyen, devleti ve düzeni tanımamış, Diyaneti anlamamış, kendini Osmanlıda yaşıyor, müftüleri de Şeyh'ul İslam zannetmiş insanlardır. Ya çok saflar yani, ya da çok iyi niyetlidirler... Ya da vazife delisi (!..) “Deli olmadan veli olunmaz” diye herhalde bunlar için denilmiş olsa gerek.

 

Ne var ki, bu durum aşılmalıdır. Müslümanlar, haklarının bilincinde olarak camileri, “düzenin işgalinden” kurtarmalıdırlar. Bu ümmetin kurtuluşu, gelişindeki usule göre olacaktır. Gelişinde ilim vardı ve bu da camilerde, mescidlerde elde edilirdi. Öyleyse bu usulü yeniden ihya etmeliyiz. Camilerde yeniden ilim halkaları oluşturmalı, hayatımızın belli aralıklarında, oralardaki meclislere gitmeli ve eğitim öğretimden geçmeliyiz. Alimlerimiz oralarda oturmalı, halkımız da önlerinde kemal-i edeble okumalıdır. Peygamberimizin mirası budur. "Ebu Hureyrenin davetine icabetle" bu mirastan hissemi¬zi almalıyız. Hani o, bir gün, ilim ve ibadeti kasdederek, çar¬şıda "Ey Ahali!.. Mescide koşun, Peygamberimizin mirası da¬ğıtılıyor" diye bağırmış da, halkı mescide doldurmuştu.

 

Mescid-i Nebevi, örneğimizdir. Orayı -Hamdolsun- ziya-retimizde, namaz aralarında kürsülere oturmuş, insanlara ders veren üstadlar gördük. Aynısını ülkemizde de niye yapmaya¬lım?.. Mesela Kahramanmaraşta Ulu Cami bu işe çok uygun¬dur. Hem geniş, hem merkezi yerde, hem kaloriferli, ısınma sıkıntısı yok. İşte böyle uygun camilerde, belli bir program dahilinde, yeniden derslere başlanılması bir zarurettir. Bu vebali, hocalarımız okutmakla, halkımız dinlemek ve okumakla, idare¬cilerimiz ve zenginlerimiz, gerekli imkanları sağlamakla omuz¬larından atmalıdırlar. Elbette zor bir iş. Ama, mutlaka olması ge¬reken bir iş. İhlas ister, gayret ve çaba ister, irade ister, teşvik ister, devamlılık ister, güven ister, nefisle mücadele ister.. Yani mesuliyet duygusu ister..

 

Ne okunabilir? 

 

Tabi, gelenlere bağlı. Yani onların ilmi sevi¬yelerine, isteklerine, dayanma güçlerine göre bir ders ve kitap seçilir. Bunu tesbit, dersi veren hocanın takdirine kalmıştır. Ama camilerimizde Kur'an, hadis, fıkıh, siyer ve İslam tarihi dersleri gayet güzel gider.

 

Bunlar için şöyle bir teklif getirebiliriz:

 

A- Kur'an-ı Kerim Dersleri:

 

1- Amaç: Kur'anı, tecvidi ile okumak ve Kur'an hakkında bazı usul bilgileri vermek.

2- Kitaplar:

a) Kur'an okuma cüzleri: Hocası seçer.

                           b) Tecvid: Tayyar Altıkulaç. Tecvid'ü Kur'an. D.İ.B. Yayınlan.

 

B- Fıkıh Dersleri:

 

1- Amaç: Muhtasar bir fıkıh bilgisi edinmek.

 

Mezhepleri tanımak. İslam fıkhının güzelliklerini ve üstünlüklerini öğrenmek. 

2-    Kitaplar:                                                         

1- Ömer Nasuhi Bilmen (Sadeleştirilmişi) Büyük İslam ilmihali.

2- A. Fikri Yavuz. İslam İlmihali

3- H. Karaman. Haramlar Helaller.

4- Muhtar metni (arapça terceme ve şerhiyle)

 

C- Hadis Dersleri:

 

1- Amaç:

a) Kısaca Hadis usulü.

b) Sahih hadis kitapları

c) Hadis metni.

2- Kitaplar:

1- İ.L. Çakan, Anahatlanyla Hadis Usulü

2- Nevevi, Riyazüs Salihin.

                       3-M.Ali Nasıf, Tac terçemesi.

 

D- Tefsir Dersleri:

 

1-Amaç:

 

          a)   Kur'anı baştan sona kısaca tefsir.

                        b)  Usul bilgisi.  

 

          2- Kitaplar:

 

1-A. Sabuni; Safvet'uttefasir.                        2- İ. Cerrahoğlu. Tefsir Usulü 3-Ö.N. Bilmen Tefsir

4- Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili

 

E- Siyer ve İslam Tarihi Dersleri:

 

1- Amaç:

2-

a) Peygamberimizi her yönüyle tanıma

b) Peygamberimizin hayatını öğrenme

 

      c)Hulefa-i raşidinin dönemini öğrenme.

                d) Büyük sahabilerin hayatını öğrenme. 

 

2-Kitaplar;

 

1- Kadı lyaz, Şifa Tercümesi

2- Hamidullah, İslam Peygamberi.

                            3- İ.L. Çakan - M. Solmaz, Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi

3- Siret Ansiklopedisi.

4- Y. Kandehlevi, Hayatu's Sahabe.

 

Bu derslerin eğitim-öğretimden başka daha bir çok faydalan da vardır. Mesela bu dersler sayesinde, yeni dostluklar gelişir, fi¬kir alış varisinde bulunulur, bir çok ihtilaflar önlenir, yanlış bilgi¬ler giderilir, İslam düşmanlarının olumsuz etkileri silinir, edeb, alışkanlık haline gelir ve uygulanır, ilme ve sağlam inanca dayalı bir birlik ve beraberlik kurulur, ihtiyaçlar giderilir, yardımlaşılır, ümmet bilinci gelişir vs.

 

Şüphesiz bu, büyük bir caba ve gayretin sonucu olabilecek bir güzelliktir. Ama, emin olun bu ülkemiz için bir devrim niteli¬ğindedir. Zira nice insan vardır ki, bir şeyler öğrenmek istiyor ama, nerede ve nasıl olacak bilmiyor. Bir de yanlış öğretenler var, onların tuzaklarından da kurtulur böylece. Çünkü bu dersler, açıktır, şeffaftır. Yanlışlar olursa, düzeltmek kolaydır.

 

Her şey aslına dönermiş. Biz de Asr-ı Saadete dönüş istiyoruz. Bu işin başındaki gariblere kavuşmak ve karışmak istiyo¬ruz. Medeniyetimizi yeniden inşa istiyoruz. Bu da, ancak ilimle olur. Gelin camileri birer okul yapalım. Bunu Rabbimizden isti¬yoruz. Bizi bu istikamette yaşatsın, bunda başarılı eylesin.