Politik İlgiden İslamın Tebliğine

POLİTİK İLGİDEN İSLAMIN TEBLİĞİNE

İlgi Uyandırma

Eğitim ve öğretimde, irşad ve terbiyede dikkat çekme, ilgi uyandırma (motivasyon) fevkalade önemli bir husustur. Aslında bütün sosyal hayatta böyledir. Bir malı satarken, bir düşünceyi yayarken, bir partiyi tutarken ilgi uyandırma ne kadar önemliyse, İslam'ı tebliğ ederken de ilgi uyandırma, dikkati çekme, zihni yönlendirme de en az o kadar önemlidir ve bu işi, İslam'ı tebliğde örnek aldığımız ufuk insan, ideal insan sevgili Peygamber Efendimiz (SAV) en güzel biçimde uygulamıştır.

İlgi Örnekleri

Dünyanın en büyük tebliğcisi ve eğitimcisi olan Hz. Muhammed (SAV) eğitim ve öğretimin altın prensiplerini koyup gösterirken uyguladığı bir metod da; ilgi çekme, dikkati yoğunlaştırmadır. Bunun için birçok şekiller kullan¬mıştır. Mesela soru. Evet O (SAV), bazen bildiği birşeyi de sorardı. Veda haccında o müthiş hutbe Öncesi sormuştur;

-Bu ay hangi aydır?.. Cemaat şaşırır. Hacda, Arafatta olduklarına göre, Efendimiz (SAV) bu ayın Zilhicce ayı olduğunu pekala bilir. Peki, maksadı ne?.. Yoksa adını mı değiştirecek bu ayın?.. İşte bu duygular içinde;

-Allah ve Resulü daha iyi bilir, demişlerdir. Nitekim O (SAV),

-Bu ay Zilhicce değil mi? diye sorunca, Ashab; -Evet öyledir., derler

Soru, içinde bulundukları belde ve gün için de aynı minval üzere sorularak, dikkat en yoğun biçime getirilince, işte o zaman:

-Kanınız, malınız ve ırzınız bu ay, bu belde ve bu yıl gibi birbirinize haramdır., diye hukukun eşsiz prensibini ifade etmiştir. 

O (SAV), İslam'ı ilk defa açıktan tebliğ ettiği gün de şöyle sormuştu:

-Şu dağın arkasında bir düşman ordusu var desem ne dersiniz? Bazen de bilmece gibi sorardı:

-Yaz kış yapraklarını dökmeyen ve bu yüzden müslü-mana benzeyen ağaç hangisidir? . )

Bu ilgi üstüne İslam anlatılacak ve zihinlerde kavrama sağlanacaktır.

Politik İlgi

Yapılan son yerel ve genel seçimlerden ötürü, İslam etrafında fevkalade bir ilgi oluşmuştur. 70 yıldır uygulanan sistem, İslama karşı, görevini bilerek yapmamış, (yapmış mı demeliydik?) aksine yapanları da engelleyerek, ceza-landırarak ortada büyük bir İslami bilgisizlik bırakmıştır, cehalet bırakmıştır. Yabancı bir ülkedeymişiz gibi geliyor. İşte bu şart ve ortamda İslam eksenli bir parti seçimlere gir¬erken İslam yeniden gündeme gelmişti. Seçimlerden zaferle çıkınca İslam daha yoğun konuşulur oldu.

Bir Haksızlık

Burada İslam'a açık ve büyük bir haksızlık yapılmakta. Bir kere bu ülkede onun parti kurarak kendini ifade ve temsil etmesine izin verilmemektedir. Bu, demokrasinin en büyük ayıbı, Batıda "Hıristiyan Demokrat Partiler" varken, bizdeki demokrasi(!) niye "İslam demokrat partisine" izin vermez?.. İzin verilse İslam bunu ister mi, yok istemez mi, o ayrı bir konu. Ama neden tıkanır önü?...

İkinci bir mesele, İslam eksenli o parti, hiçbir zaman kendini bir "İslam partisi", teklif ettiği düzeni de bir "şeriat düzeni" olarak sunmadı. Zaten öyle olsa bile sunamazdı. Zira kanunlar buna izin vermezdi.

Ama, o parti karşısındaki sağcısı solcusu bütün sistem partileri ve onları destekleyen medya, üniversite, örgütler ve aydınlar onun adına İslam'a saldırdılar. Şeriata saldırdılar. İslami öcü gösterdiler. Çağdışı gösterdiler, ilkel gösterdiler. Korkuttular kitleleri şeriat diyerek. İslama karşı "yargısız infaz" yaptılar.

Peki, kim savunacak İslam'ı?.. O parti savunamıyor, inansa da savunamıyor. Kanunlar ve uygulayıcılarının duru¬mu belli. Yaptığı kısmi savunmalar ise haliyle yetersiz kalı¬yor. İslamın kendini resmen savunacak partisi de yok. Kim savunacak İslam'ı?.. Diyanet mi?.. Hadi canım sen de.. Bu kadar güç karşısında o sıradan bir devlet kurumu... Ona ve¬rilen görev, kurumla ilgili kanunun 1. maddesinde yazılı olduğu gibi, İslamın sadece iman ibadet ve ahlak esasları hakkında bilgi vermektir. Sadece bir kültür kabilinden bilgi vermek, o kadar. Dikkat ederseniz onun bu kadarcık da olsa görev alanında İslamın muamelesi, hukuku, şeriatı yok malesef. Öyleyse... Diyanetin haddine mi düşmüş şeriatı savun¬mak!. Bugüne kadar gördüğümüz, acı ama bu.. Sonuçta İslam sahipsiz kalmış, sanki ortalık malı, hergelen hergele vuruyor ona malesef.

Yasaklama ve kısıtlamalarla dolu yasaların izin verdiği nisbette İslami savunmak için geriye halk, özellikle de vaiz¬ler, imamlar, öğretmenler, öğrenciler gibi özel ve vakıflar der¬nekler, ocaklar, tarikatlar, basın yayın, medya gibi tüzel kişi¬likler, gönüllü kuruluşlar kalıyor.

Sıra Güzel Tebliğde

İşte İslam'ı tebliğ eden bu kuruluşlar, çalışmalarını her zamankinden biraz daha fazla artırmalı ve imkanlarını zorla¬malıdırlar. Çünkü, İslam hakkında uyanan fevkalade bir ilgi var.

Nedir İslam?.. Şunların dediği gibi karanlık çağların ilkel düzeni mi?.. Gelirse, herkesi asacak kesecek mi? Yaşanmaz mı kılacak hayatı?.. Bütün insan hakları, demokratik haklar elden mi gidecek? İnanmayanların hali ne olacak?.. Dünyadan tecrit mi edilecekler?...

Acı ama, hala İslami böyle düşünüp korkanlar var. İslam ile ne alakası var şu sayılanların ama, bunu bilmeyen ne kadar da insan var.

Dünyada ilk defa İslamın seçimle devlet başkanı tayin ettiğini, onun krallıkla alakasının olmadığını, hukukun üstün¬lüğünün geçerli olduğu uygulamaların sonunda adi suçların bile cemiyetten kalkıp hatta zaman içinde mahkeme ve hapis¬hanelerin bile işsiz kaldığını, herkesin can, mal, din, akıl ve nesil emniyeti için de mutlu yaşadığını, uygulanan İslam ekonomisi ile zenginlerin zekat verecek fakir bulamadık¬larını, böylece yoksulluk probleminin kökten kaldırıldığını, insanların ahlaklı ve uygar olup, hiç kimsenin kendisi için istemediğini başkaları için de istemeyen güzel insanlar olduk¬larını, belki sen biliyorsun ama, bilmeyen ne kadar da insan var... Kendi dininden, tarihinden, medeniyetinden habersiz ne kadar da müslüman var?!.

Tebliğde Usul

Öyleyse tebliğ ve irşad faaliyetlerini artırmalıyız. İslama saldırılar bize hız vermeli, heyecanımızı, coşkumuzu artırmalı. Sair ne güzel demişti:

 

Ey düşmanım sen benim ifadem ve htzımsın, 

Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın.

 

(NFK) Ancak İslamı anlatırken, bir partiyi anlatır gibi politik uslüp ve metodlardan kaçınmalıyız. Her davanın bir davet usul ve üslubu vardır. İslamın da elbet kendine has orijinal bir davet usul ve üslubu vardır. Başarı ancak bu usul ve üsluba riayetledir.

Bir defa muhatabı bir inanç zeminine çekmeliyiz. Politikaya karşı olmak anlamına değil bu kuşkusuz. Yeri gelmişken söyleyelim politika da sistem içinde bir güç merkezidir. Tıpkı ekonomi, eğitim, medya, silahlı güçler ve kökü dışarıda karanlık güçler v.s. gibi güç merkezleri yanında siyaset de bir güç merkezidir ve ihmale elbette gelmez ama konu İslamın tebliği olunca o yüzden diyoruz, muhatabı, poli¬tika yoğunluğundan çekmeliyiz inanç zeminine. Böylece yer¬siz cidalden, tartışma üslubundan kurtulmuş oluruz. Malum, siyasetin sermayesi yoktur. Herkes saatlerce konuşabilir. Hem hak davayı savunanların şahsi kusurlarını da bularak, yer yer haklı da olabilir. İşte bu ve benzeri sebeblerden onu inanç zeminine çekmeliyiz diyorum.

Konuşurken karşımızdakinin bilgi ve kültür seviyesini iyi tesbit edip, önce kabullerinden yola çıkarak onure etmeli, benliğini aşmaya ç alışmalı, ama katiyen kaldıramayacağı bir yükü, aklının alamıyacağı bir bilgiyi öncelikle ona sunma-malıyız. Bu vereceğimiz bilginin eksikliğinden değil ona "Fitne" olması endişesindendir. Peygamberimizin de bu konuda hadisleri vardır. "İnsanlara, akıllarının miktarınca konuşun" Halka anlayacakları dille konuşun, Allah ve resulünü yalanlamalarını ister misiniz." 

Yine az, öz ve kısa konuşmak sözün yalama olduğu şu zamanda belki daha faydalı olacaktır. Kuşkusuz yaşanan İslamla bu daha da tesirli olacaktır. Ama muhakkak yumuşak konuşmalıyız. Kaba ve sert olmak davaya yapılan en büyük kötülüktür. Üstelik düşmanın ekmeğine yağ'sürmektir. Birisinin aylarca çalışıp ta bir kıvama getirdiğini bir kaba kişi bir kaba sözüyle bir anda kaçırıverebilir. Nefs-i emmareyi yenmek gerek. Odur bizi böyle kaba yapan. Haklı olabiliriz. Evet belki bize daha büyük kabalık yapılıyordur, inancımıza ve kişiliğimize saldırılıyordu v.s. Ancak biz davamızın yayıl¬ması adına, tebliğimizin başarısı adına bunları sineye çekebil-meli, içimizde hazmedebilmeli, yapılan hataları yüze vurma dan düzeltmeye çalışabilmeliyiz. Hiç şüphesiz başarmanın mutluluğu o anda kabalığa kabalıkla karşılık vermenin nefse verdiği mutluluktan daha büyüktür. Dahası bu mutluluk ahi-retede yansıyacak, orada da sürecektir sonsuza dek inşallah.

O yüzden kişiler değil, kişilerin yaptıkları yanlışlar tenkit edilmeli. Adı geçmemeli suçluların, yani bizden kork¬mamalı kimse. Mahcup olurum dememeli. Rahat olmalı yanımızda, Bir de ümit vermeliyiz. Kimsenin işini bitirmemeli, cehenneme postalamamalıyız hemen. Aftan da mağfiretten ve merhametten de bahsetmeliyiz. Yanlışta bir ömür yaşamışlara tevbe kapısını açmalıyız sonuna kadar. Allah'ı sevdirmeliyiz. RasuluUahı sevdirmeliyiz. Kulların yakılmak için değil, cennetlerde severek, sevindirerek yaşatıl¬ması için yaratıldığını anlatmalıyız. Ama yerine göre kork¬maları için, teslim olmaları için, İslama karşı savaşmalannda iradelerinin çözülmesi, zafer ümitlerinin kınlması ve bu savaş vazgeçmeleri için cehennemi de anlatmalıyız. Geçmişteki kafirleri kuşatan azabı ve gazabı da anlatmalıyız. Ancak kişiye göre ve ölçü dahilinde olmalı bütün bunlar.

Öğretme esastır. Çünkü insanlar genellikle İslamı bilmiyorlar. Mağrur olmayalım; Biz de onlardan biri ola¬bilirdik, İmana olan şükrümüzü İslamı öğreterek bilfiil yapalım, aslında kimse fıtraten şerri ve kötülüğü istemez, Kötülük iyi zannedilerek yapılır. Herkes iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa hasret... Hasm-ı hakiki cehalettir. Akif ne güzel diyor:

 

Ey hasm-ı hakiki!., seni öldürmeli evvel

Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el...

 

Öyleyse, cehaletle mücadelenin aslı ilimdir. İlmi yay¬maktır. Ancak cahil kendine cahil denilmesinden veya cahil yerine konulmasından hiç hoşlanmaz. Bu yüzden, nasihatten, uyarıdan hoşlanmaz insan, kızar.

İşte bu ruh haline dikkat ederek yaklaşmalı, onu incitmeden öğretmenin yollarını bulmalıyız. Katiyen kusur aramamalı, görülmüşse de örtmeli, o konuda kör, sağır ve dil¬siz kesilmeliyiz. Kazanmak için yapmalı bunu. İslam da böyle istiyor zaten.

İslam, tebliğde tatlı dil ve güler yüz, bilgilendirme ve nasihatla beraber muhatabın ikna edilmesini istiyor. Bu gün İslam hakkında yanlış bilgilendirilenlere ve onun için alakası olmayan şeyleri söyleyenlere kızmamızın bir faydası yoktur. Ama bu genellikle politik zeminde böyle.. Ne varki ikna öyle kolay şeylerden değildir. Bunun için bilgi gerek, hikmet gerek, sabır gerek, olgun bir şahsiyet gerek.

Muhatabın söylediği sözler elbet saçma, ama onu din¬lerken saçmaladığını yüze vurmadan dikkatle ve değer verdiğini, ciddiye aldığını bildiren bir tavırla dinlemeliyiz. Önce iyi bir dinleyici olmalıyız. Bu onu rencide etmeme, nef¬sine savunma fırsatı vermeme içindir. Tabii birde'olaya Allah rızası için yaklaşma, İhlaslı olma var. Maksat galip gelme ile övünme, falanı filanı matetme değil. Öyleyse iknada ilim ve hikmet kadar karakter sağlamlığı ve soğukkanlılık ta önemli.

Bütün bunlar için cedel üslubundan, münazara ve tartış¬ma üslubundan çıkmalıyız demiştim ta başta. Değil yapma, yapanın yanında bulunma bile bazen zarar getirebilir.

Böyle bir ikna gücüne, tebliğde başarılı olabilme gücüne erebilmek için yeniden İslamı öğrenmeğe koyulmakla beraber, İslama davetle ilgili kitaplara da bir göz atmalıyız herhalde...

Sonuç olarak, ama müsbet, ama menfi İslam’a ilginin yoğun olduğu, İslam’ın sürekli konuşulduğu şu zaman diliminde bu ilgi yoğunluğundan istifade iletopluma İslam’ı iyi tebliğ etmeli, bu konudaki gözüken açlığı iyi doyurmağa gayret etmeliyiz.