Tebliğ İle Propaganda Farkı

Tebliğ ve irşad başka şey, propaganda başka şey. Müslüman İslama davet ederken tebliğ eder, propaganda yap¬maz. Çünkü tebliğde yaşamak vardır, hallenmek vardır. Propaganda ile kazanılan bir insanın, bir başka propaganda ile kaybedilmesi her zaman mümkündür. Ama İslami tebliğ ile kalbi nurlandınlan, aklı ölçülendirilen, varlığı teslim alınan insanın, artık kaybedilmesi Allah'ın izniyle düşünülemez. Çünkü imanın tadını alan mü'minin bir Özelliği de peygamber ifadesiyle "dinden dönmeyi ateşten bir çukura girip diri diri yanmaktan daha çirkin görmesidir. 

 

Oysa propaganda ile bir davaya kazandırılan bir insanın, bir düşünce benimsetilen, bir cemata katılan, bir par¬tiye üye edilen bir insanın, karşı propaganda ile kaybedildiği, hayatta hep görebildiğimiz şeylerdendir. Bundan değilmidir ki, aşağı yukarı her seçimde iktidara gelen partiler değişir? Demek millet propaganda ile bir falan partiye, bir filan par-tiye götürülebiliyor ikna edilerek. Bu gün alkışladığını yarın alaşağı edebiliyor. Oysa, Hizbullaha, yani Allah partisine mensup bir insanın, düşünce ve davranışlarının proganda ile değiştirilmesi mümkün değildir.

 

İşte burada davetçi ile propagandistin farkı açığa çıkıyor. Tebliğci, davasına samimi olarak bağlanan, onu yaşayan ve onun için hayatın lezzetlerinden dahi vazgeçebilendir. Propagandacı ise bir karşılık için yapmaktadır çağrışım. Ona imanı vardır veya yoktur önemli değil. Tebliğci, tebliğ ettiğine iman etmiştir. Çabası anlatmaktır en güzel biçimde. Her an Allah ile olduğundan, O'na tevekkül ettiğinden, tam teslim olduğundan, davetinin kabul görmesi sevindiricidir; ama zıddı umudunu kesmez, ye'se düşürmez, kader der, devam der. Sevindiğinde de şımarmaz, kendinden bilmez, kibirlenmez... Önüne çıkan engellere pes etmez. "Güneşi sağ eline, ayı sol eline koysalar, davasından vazgeçmez", içi dışı davasının heyecanı ile dop doludur, her dem kudsilerledir, makamdadır, duadadır. Bir propagandacıdan hiç bir zaman bu halet-i ruhiye eklenemez. Bu candan samimiyet bulunamaz onda. Onun davası dünyası olduğu için ona halel getirecek her hareketten uzaktır, sıvışır kaçar, döner gider veya pes eder bırakır, karamsarlığın kara dehlizinde kaybolur biter.

 

Tebliğci ile propagandist arasında bir fark da davasını yaşamaktır. Tebliğci, dediğini önce kendi yaşayandır. Ele verirken telkini, kendi yemez salkımı. Dürüstlükten bahsediy¬orsa, önce kendisi dürüsttür. Yardım diyorsa, önce kendi veriyordur. Cihad diyorsa, onu en ön saflarda görürsün. Propagandacı için bütün bunlar araçtır. Kendisi dürüstlükten bahseder ama, bu bahsediş onu bağlamaz. Yardım demiş ise ele demiştir, kendine dememiştir ki. Cihad demişse, insanları cennete ulaştırmak için demiştir. Kendisinin cenneti, nefsinin hazları ve dünyasıdır, o yüzden hep arka saflardan veya savaş meydanlarından uzakta nara atmıştır... O hiç bir zaman tebliğcinin namazla, oruçla, infakla, zikirle, murakabe ile, zühdle, halvetle aldığı manevi lezzetleri tanımamıştır. Yabancıdır öyle bir hayata... Anlaması da mümkün değildir....

 

"Onlar ki lâf ile verirler dünyaya nizâmât

Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde..."

(Ziya Paşa)

 

Teliğci, davetinin bilgisindedir. Çağırdığı şeyi bilir; metodunu bilir, teorisini bilir, pratiğini iblir, teferruatını bilir, en azından buna inanır, bunun gayretindedir. Sonra dostunu bilir, düşmanını bilir. Geniş kültürlü, ilme saygılı, farklı görüşe müsamahalıdır. Kütüphane ve kitap, mabed kadar yakındır ona, çalışmak, araştırmak da bir ibadet gibidir. Oysa propagandacıya gereken ilim değil slogandır. İnsanları ikna edecek, kandıracak kadar bir ilim bulaşığı, bir kültür kırıntısı yeter ona. Gerisine ne gerek. Zaten yaptığı hep başkasına havale etmektir. Artık o başkaları, gerekeni yaparlar her¬halde...

Tebliğci, önce ahlak insanıdır, erdem insanıdır. Sözü kendisini bağlar, sözünün eridir, sözünün esiridir. Kandırma, aldatma, istismar yoktur onun lügatında... Şahsi menfaati için, makamı unvanı için değildir yaptıkları. Her şeyi kendi için isteyip de "kendim için istiyorsam namerdim" deme namerdliğini yapamaz o. Hasbidir, karşılık beklemez. Eğer davet ettiğinden bir güzellik gelecekse, en son kendine gelsin ister ve onu da alırken utanır, haya eder, "bunun için değildi" der, içi burkularak. Bazen de "ötededir" der ve reddeder karşılığı. Diğer gamdır, cömerddir, kendisi muhtaçken dahi verir, işar sahibidir. Gönül alır, gönül kırmaz, kırkılmazda. Fedakarlık istenecekse önce kendi atılır. Başkalarını takdir eder, hizmetlerine değer verir, gururlarını okşar, çoğu kez gıyabında, bazende yüzüne karşı över gerektiğinde, ama öün-mediği gibi övülmek de istemez, aferin beklemez, herkesle iyi geçinir, iyi geçinecek bir meziyetini bulur ve oradan girer, İhlaslıdır, samimidir, müsamahalıdır. Cemaata teşvik eder, cemaatı sevgi ile, ilimle, vakarla, sabırla korur. Kimseyi küçük görmez, hakir bilmez, kimseyle alay etmez, lakap tak¬maz, emindir; ihanet etmez.

 

Allah aşkına, bir propagandacıda hiç gördünüz mü bu güzellikleri, bunca yaşadınız da?.. Onun bütün derdi kendi¬sidir, kendi dünyası, kendi makamı, unvanı, kendi lezzetleri şehvetleridir. "Nefsi" putudur onun. Eğer nefsinin hazlarma erdirecekse, işte o zaman başkalarının nefisleri de putu olur ve tapar o nefislere... Aslında, taptığı yine kendi nefsidir. Çünkü nefsine ulaşmaya araç olmayan hiç bir insanın, hiç bir eşyanın değeri yoktur onun yanında. İşte o zaman yaptığı ve taptığı putunu rahatlıkla teper atar.

 

Propagandacı tez canlıdır, daveti kabul görmezse yıkılır, ye'se düşer, tersi olursa şımarır, ucb'e kibire, gurura düşer. Denge yoktur hayatında. Menfaati varsa bir topluluk içinde, klüp içinde, parti içindedir. Yardım eder, gayret eder, fedakarlık eder, yorulur didinir. Eğer çıkarı yoksa, ya da vardı da kesilmiş ise, artık onun da alakası kesilmiştir. Artık oralar¬da göremezsin onu. Karşılığını alırsa naziktir, övülecekse över, daha fazla alabilecekse verir, fayda sağlayacaksa yalan da söyler, yağcılık, dalkavukluk da yapar. El etek öpmekte mahzur görmez. Şahsiyet kişilik farklı anlamlar kazanmıştır onun yanında. Mal vardır, makam vardır, unvan vardır, bunlar hayatın gerçekleridir. Bunlarda erdem hayaldir, ütopyadır, idealdir, hatta delilik, ahmaklık, aptallıktır...

Tebliğci doğru bildiğini yapar, inancına göre yaşar.  Toplumun örfü adeti, beğenmesi, inancı istikametinde olursa ne güzel, yoksa kınayanın kınaması korkutmaz onu. Ne derler endişesi yoktur. Oysa propagandacı, insanlara ters düşmek istemez. İnançları, ilkeleri yoktur onun, insanların görüş Önemlidir, etkilenir. Moda ne ise onu yapar, ister inançta, düşüncede ister kılık kıyafette farketmez ona göre... İlke de çıkara ayarlı... Gözünde üstün insan paralı insandır. Para insanı insan yapar, toplumda yer verdirir. İnsanları yön¬lendirir. Öyleyse fakirle zayıfla işi ne onun. Haaa!... hüman-istlik mi?.. O sükse de çıkar içindi, zaten, kim inanır ki o martavala...

 

 

Ama kazanan hep tebliğcidir eğer varsa ve usulünce yapılmışsa, belki geç gelmiştir başarısı, belki biraz yorucu ama, hep kalıcı ve istikrarlı olmuştur. Propagandacının zaferi rüzgar gibidir, gelir ve eser, eğer ve büker ama, geçip gidi¬cidir. Köklü medeniyetler tebliğcilerin kurduklarıdır. Bize kalan bütün güzellikler onların çabasıyladır. Ama bütün yıkımların altında da propagandacılar vardır maalesef...

 

Bizim insanımız eğer bir toplumu Allah'ın istediği istikamette değiştirmek istiyorsa, eğer cenneti dünyaya taşı¬mak istiyorsa görevini bir tebliğci gibi, bir mürşid gibi yap¬malı, hedefe öyle yürümeli. Kalıcı olmalı onun devleti, medeniyeti, insanı. Bir propagandacı olmamalı müslüman. Bir propagandacı gibi davranmamalı.