Tepki Bilinci

Bilinçli bir müslüman içinde yaşadığı topluma karşı sorumludur. Kendisi ne kadar İslamı yaşayarak bireysel hayatı¬na bir güzellik ve mutluluk kazandınyorsa, başkaları da onun bu güzelliklerinden belli bir ölçüde faydalanarak müslümanlığı artacak, dolayısıyla mutluluğu katlanacaktır. Kendisinin yanlışları, kendisi gibi başkalarını da olumsuz etkileyecek, onları üzecek, kıracak, belki de İslamı yaşama imkanlarını kısıtlayacak, giderek kaldıracaktır. Başkalarının hataları, gü¬nahları da aynen öyle, onlar gibi, kendisini de, toplumunu da olumsuz etkileyecektir. Bireyler birbirine, "bir binanın tuğla¬ları gibi" bağlanmıştır İslamda. Özel hayat korunmuştur kuşkusuz, ne var ki, özel olumsuzlukların gün gelip toplumu etkilemesi de imkan harici değildir.

Bu sebebten ötürü müslüman duyarlıdır. Bir iyilik gördü mü onu takdir eder. Bazen yüzüne karşı, ama çoğu kez gıyabında över o güzelliklerin sahibini, onu örnek göstererek başkalarını da teşvik eder. Böylece artar iyilikler güzellikler. Kuşkusuz bunlar bulaşıcı hastalıklarda olduğu gibi "sirayet" gücüne sahiptirler. Evet, huylar mikroplar gibidirler; iyi olsun kötü olsun, başkalarına da bulaştırırlar. Müslümanlar bir kötülük, çirkinlik, yaramazlık gördüklerinde de hassastırlar; uyarırlar kardeşlerini o kötülük açıktan yapılmışsa... Çünkü, yalnız yapanda kalmayacak, sirayet edecektir topluma... Onu öyle terk etmek,

 duyarsız, tepkisiz kalmak, müslümana haram kılınmıştır. Özel ıstılahıyla "emr-i bil'ma'ruf nehy-i ani'l mün-ker" yapabilene farz kılınmıştır. Bu sorumluluğun terki fitnelere, fesatlıklara, felaketlere sebeb olur. Çünkü işlenen her bir haram, şüphesiz bir cana, mala, şerefe, namusa, akla, nesle veya dine zarar getirecektir. Kırgınlıklara, dargınlıklara, düş-manlıklara sebeb olacaktır. Bu yüzdendir fitnelere, fesatlıklara ve felaketlere sebeb oluşları.

O zaman müslümanla Ma'budunun arası da açılacaktır. Allah, günahı açıktan işleyen insanları da, onlara tepkisiz ka¬lanları da beraber cezalandıracaktır. Kabul etmeyecektir kul¬luklarını, yakarışlarını. Belki giderek tepkisiz kalanların kalb-leri de suçlulannkine benzeyecektir. Kalbten kalbe suç yansı¬yacaktır. Nur yerine, karanlık yansıyacaktır kalblerden kalb-lere, anlatılan "sirayet"ten ötürü. Kalbler bozulacaktır, yakarı¬şı unutacaklardır. Belki o zaman yapılan tepkinin de, yani geç kalınmış tepkinin de bir faydası olmayacak ve azap toptan ge¬lecektir. Kurunun yanında yaş da yanacaktır. Yaşın suçu, tep¬kisiz kalmak, yılanın başım küçükken ezmemektir. Zamanın¬da bir kişiye tepki duymayanlar, ilk çıktığındaki ilk kişiyi et-kisizleştiremeyenler, "sirayet" sonucu, "koca bir toplumla ba¬şa çıkamama" mazeretini dinletemeyeceklerdir herhalde. Za¬manında gerekeni yardımlaşarak yapsalardı, elbette bu acı sonuçla karşılaşmayacaklardı... Doğrusu bu mazeret, mazur göstermez kimseyi.

Efendimiz (SAV) bu durumu bir gemi örneğiyle açıklar. Bir gemi denizde yol almaktadır. Alt katta da, üst katta da in-sanlar vardır. Alttakiler, sularını üstten almaktadırlar. Bir gün derler ki kendi kendilerine "yahu biz niye kendi yerimizden bir delik açıp da suyu buradan almayalım?" Başlarlar geminin dibini delmeye... Eğer buna seyirci kalırlarsa, "nemize lazım kendi yerlerinden yarıyorlar" derlerse, üsttekiler de batar ge¬mi battığında. Böyle bir felakette en kötü durumda olanlar, olayları takip etmeyen habersizler, gafletle uyuyanlar olacaktır herhalde. Çünkü tedbirsiz yakalanacak, gafil avlanacaklar¬dır. Evet, "bu gemide ben de varım" diyen herkes, zamanında gereken müdahaleyi yapmak zorundadır. Bu hem kendini, hem de herkesi kurtarır. Ancak bir şeye dikkat etmek de la¬zımdır: Onlara müdahale edeyim derken, usulsüz, ölçüsüz aşın hareketlerle gemiyi alabora etmemek. Önemli olan ge¬miyi batırmamaktır. Öyleyse tepkimiz de ölçülü ve usulüne uygun olmalı.

Ölçü önemlidir. Metotsuzluk başarısızlıktır. Öyleyse, bir kötülük gördüğümüzde, eğer o gizli işleniyorsa, biz de gizlemeliyiz. Aksine bir davranış, o insanı yaralamak, hayası¬nı öldürmek, belki de bundan sonra ayıplan günahları açıktan işlemesine sebeb olmakla başkalarına da kötü ömek olarak suçun yaygınlık kazanmasına yol açmaktır. Ama bir yolu var¬sa, gizlice nasihat da güzeldir.

Uyan, tatlı dil ile yapılmalı ve önce yapılanın yanlış olduğu anlatılmalı. Ola ki bilmiyordur. İkna güzel şeydir. Ancak bütün bunlar fayda vermezse, azar ve ağır söz de olabilir. Tabiki adamına göre ve fitne çıkarmayacaksa. Fiili müdahale devlet işidir. Bizim yetkimiz varsa onu da kullanınz. Mesela evladımız, eşimiz, öğrencimiz üstünde sınırlı da olsa bir yet-kimiz vardır. Onlann velisiyiz, bu yetkimizi müsbet yönde kullanabiliriz.

Şüphesiz bu işler pek hoşa giden şeyler değildir. Keyfi¬miz kaçabilir, üzülebiliriz. Dahası, düşman kazanabiliriz. Bu¬na katlanmamız, katlananlara destek olmamız, yardımlaşmamız gerekir. Çünkü hem kendimizin ve toplumumuzun çıkarı, hem de Rabbimizle rabıtamız için üstümüze bir vazifedir bu. Üstelik biliyorsak, ümit ediyorsak ki, biz iyilikle emrettiğimiz, kötülükten sakındırdığımız zaman "o insan dinleyecek¬tir, o zaman bu iş üstümüze vacib olmuştur, asla terkedilemez. Ama dinlemeyecek, üstelik hakaret edecek ve saldıra-caksa, daha çirkin olaylara ve daha büyük fitnelere sebeb olacaksa, o zaman da terketmemiz evladır. Yok, kabul etmeyecek ama, sövmeyecek ve saldırmayacaksa, o takdirde kişi muhayyerdir. Kuşkusuz, uyarmak daha güzeldir, daha faziletlidir. Yalnız unutmayalım, bir de kalbimiz var. Onunla da tepki duyarız. Yani, sitem ederiz ona, sevgimizi çekeriz, yalnız bırakır, ilgisiz kalırız. "Surat asma hakkımızı" kullanırız. Evet kamuoyu baskısının nelere kadir olduğunu bu demokrasi ve çok partili seçim çağında daha iyi görüyoruz.

Ancak bir şeye de çok dikkat gerekir; yasakladığımız, ayıpladığımız şeyi kendimizin yapmaması. Değilse işimiz bitmiştir. Yapmadığı şeyi söyleyenlere Allah da kızar, insanlar da. Bir de sevgi ve şefkat her zaman galip gelmeli. Nefsimiz adına kırmamalıyız kişileri. Yaptığımızın Allah için olduğuna karşımızdaki de inanmalı. Bunun bir ilke adına olduğuna inandırmak, şahsi çıkar, ego tatmini, güç gösterisi veya kişisel intikam adına olmadığına ikna etmeliyiz. Bunun için ilim ve edeb gereklidir. Bir de sabır ve tahammül.. Zaten onsuz olmaz ki bu işler.

Sanırım açık bir toplumu, şeffaf bir toplumu, duyarlı bir toplumu, yani İslam toplumunu ancak böyle kurabiliriz.