Anayasa Laiklik İslam Partisi

Türkiye Cumhuriyeti Devleti demokrat, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak tanıtıyor kendisini “değiştirilmesi teklif bile edilemez” maddelerinin var olduğu Anayasasında. Ayrıca bizim de yaşadığımız bir tecrübe var elbette. Yazdıklarımızı bu çerçeve içinde düşünüp değerlendirmek durumundayız maalesef. Gönül isterdi ki düşüncenin önünde “değiştirilmesi teklif bile edilemez” maddelerin olmamasıdır elbette.

Gönül bu, yine hep yerli düşünceye sahip, milli olmakla beraber evrensel sorumluluk taşıyan bir partinin tek başına güçlü bir iktidar oması ve istikrarı yakalamasıdır. Koalisyonlar bu memleketi mahvediyor maalesef.

Böyle bir partinin yapamayacağı şeyler de vardır elbette bu laik sistemde. Mesela bizim en büyük davamızdan birisi olan İslam hukukunun yasalaştırılması ve devlette uygulamasıdır. Fakat maalesef bu anayasa varken hiçbir parti bunu yapamaz. Oysa benim canım, gönlüm, ruhum, aklım, kafam, kalıbım hep bunu ister. Bu benim ve tüm Müslümanların varoluş amaçlarıdır. Ama mevcut partiler ne acıdır ki isteseler de bunu yapamazlar.

Şimdi demokrasi komedisine bakınız; mevcut partilerden bunu şu anda istemek de hakkımız değil. Çünkü mevcut Anayasa varken bunu yapamazlar. Bu yüzden bu konuda söz vermemişlerdir. Verselerdi ne olurdu? Yalan olurdu. Dedik ya, mevcut Anayasa varken, özellikle de “din ve vicdan özgürlüğü” olacak yerde “din düşmanlığı, dini devletten ve sosyal hayattan kovan” şeklinde anlaşılan ve uygulanan “laiklik” maddesi orada dururken bunu asla yapamazlar. Zira o madde, “değiştirilmesi dahi teklif edilemez” maddelerden birisidir.

Haklı olarak insanın aklına şu soru geliyor;

Peki, ama bu “isteseler de yapamaz” oluş, hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu, halkın iradesinin üstünde bir iradenin tanınmadığı demokrasilerde ne anlama geliyor?

Bu demokrasiye ters düşmüyor mu?

İsterseniz soruyu bir de şöyle soralım: İslam bunu ister mi istemez mi o ayrı bir mesele, onu şimdi burada konuşmayalım,  ama demokrasi ve laiklik bir sistem İslam Partisine izin verir mi? Mesela halk bir İslamî Partiyi iktidar ederse, o da İslamî bir yönetime geçebilir mi?

Bu konuda daha fazla bilgi için bizim “Laik Sistemde İslamî Siyaset Sorunu” kitabımıza bakılabilir. Her neyse, bu şartlarda bu sorunun cevabı maalesef çok acıdır:

Kim “biz İslam hukukunu (şeriatı) getirip bu devlete ve millete uygulayacağız” diyorsa, ya yalan söylüyor veya lafı dolandırıyordur. Bu mesele her parti için geçerlidir. İsteseniz biraz açalım.

Mesela nasıl yalan söylüyor?

Çünkü bu ülkede siyaset özgür değildir, vesayet altındadır. Almanya’da “Hıristiyan Demokrat Parti” vardır. Demokrasi ve laikliğe de aykırı bulunmaz. İslam bunu ister mi istemez mi o ayrı bir mesele ama bu ülkede “İslam Partisi” diye bir parti kurulamaz. Zira bu hem demokrasiye, hem de laikliğe aykırı bulunur. Önünde de dağ gibi bir anayasa engeli vardır. Batılılaşmış insanların zihnindeki engel ise sanırım ondan daha büyüktür.

Batıda Var Bizde Yok

Biliyorum, itiraz edecek ve soracaksınız:

- “Yahu biz bu demokrasi ve laikliği Avrupa’dan aldık. Onlar bize belletti. Orda oluyorsa bizde niye olamıyor?”

Bir şaka yapayım mı?

- “Boynuz kulağı geçti” de ondan. Onlar bilmiyorlar, biz onlara da demokrasi ve laiklik dersi vereceğiz, öğrenecekler.(!)

İşin ciddisine gelelim isterseniz. Gerekçeleri şu; “bizim özel şartlarımız var.”

Nedir o özel şartlar?

Aklımızın yettiği günden beri okudukları masal veya martaval şu:

“Efendim Avrupa’nın dini Hıristiyanlıktır. O da insan eliyle reforme edilmiş, ilahî olma özelliği giderilmiştir. Yani devlet yönetecek, dünyayı düzenleyecek bir hukuku yoktur. Var olan inanç ve kanaatler de laiklik ilkesi ile zaten devlet dışına atılmıştır. Ama İslam’a gelince, hala Allah Teâla’dan geldiği gibi duruyor. İnsan eliyle değiştirilememiş, reforme edilememiştir. Yani aynı zamanda devlet yönetimine, yasamaya, yargıya, ekonomiye, eğitime, sosyal hayata kanun veren bir dindir. Bu yüzden ya onu da reforme edecek ve kanunlarını kesip atacağız, bildiğimiz gibi kesip biçerek kuşa çevireceğiz, Hristiyanlığa benzeteceğiz, ya da devlet hayatından dışlayacak, insanların vicdanlarından sokağa çıkmasına ve dünyayı düzenlemesine yasak getireceğiz. Bu konuda gerekirse demokrasi ve laiklikten fedakârlık yapacağız. İçteki Müslümanları zaten susturduk. Avrupa’dan da anlayış bekleyeceğiz.”

Hani Nerede Demokrasi?

Nitekim uygulama da böyledir. Bu uygulamada demokrasi yoktur, çünkü halkın iradesi tanınmamakta, yok sayılmaktadır.

Laiklik de yoktur.

Çünkü laiklik aslında din ve vicdan özgürlüğünün teminatı iken, bu ülkede tam tersine kullanılarak din düşmanlığının, daha doğrusu İslam düşmanlığının öldürücü silahı olmuştur. Müslümanlar bundan şikâyetçi olduğu gibi, işin garibi Batı da bundan şikâyetçidir. Ortada bir fırıldak çevrildiği kesin, ama hangisi daha samimiyetsiz, doğrusu onu kestiremiyoruz.

Komediye Bakar mısınız?

Müslümanları anladık, hadi onlara anlamsız ve amansız bir yasak var, hakkımız yeniyor diyor ve şikâyet ediyorlar. Anlamadığımız şu batılılardır.

Sistemin sahipleri de anlamıyor ve soruyorlar:

“Yahu siz kimden yanasınız? Sizin taklitçiniz ve çömeziniz olan bizlerden mi, yoksa Müslümanlardan mı yanasımız? Bu ülkede İslam’a ait ne varsa silinip süpürülmesini siz istediniz, biz de yaptık. Şimdi bu arkadan vuruş niye?”

Bize göre “niyesi”, kaba görüntünün Batının imajını bozuyor olmasıdır, o kadar. Yoksa Batıdan Müslümanlara merhamet beklenmez.

Her ne ise, “bu memlekette demokrasi ve laiklik var, özgürlük var” gibi yalan balonlarını söndürmek için Merhum Ercüment Özkan bir İslam partisi kurmaya karar vermiş. Her işini hazırlamış. Bir televizyonda bunu kendisinden duyduk. Ama yapılan istişareler sonucunda arkadaşlarının karşı çıkması üzerine iş İçişleri Bakanlığına müracaat etmeden bitmiştir.

Evet, Türkiye’de bir İslam Partisi kurulamaz. Dolayısıyla bu şartlarda İslam Hukukunu hiçbir parti teklif bile edemez. Bize göre acıdır, belki kimilerine göre tatlıdır, adamına göre değişir, ancak işin gerçeği maalesef budur.

Bu yüzden diyoruz ki; kim olura olsun, birisi kalkar bir parti kurar da “biz bu partiyle iktidar olursak İslam’ı getireceğiz” derse bu yalandır. Yok, “biz var gücümüzle bu uğurda çalışacak, yasakları kaldırmaya çabalayacağız. Toplumun bu istikamette değişim ve dönüşümüne katkı sunacağız” derse, tamamdır, buna inanır ve teşekkür eder, destek veririz.

Partinin Gücü

Partiler yurt çapında organize oldukları ve büyük bir birliği temsil ettikleri için elbette güçlüdürler. O yüzden bu sistemde partiler şunu yapabilirler:

Evrensel insan haklarını ülkeye getirir ve hukukun üstünlüğünü hayata geçirirler.

Bu arada insan hakları bazında herkese dinini diyanetini öğrenme ve yaşama imkânı verirler.

Bu herkese iyilik olduğu kadar bu sistemde yaşayan Müslümanlara da az bir fayda ve imkân değildir. Çünkü bu haklardan herkes gibi inananlar da faydalanır elbette.

Böylece dinlerini, diyanetlerini, emir, yasak ve mubahlardan oluşan mükellefiyetlerini, vazifelerini öğrenir, yaşamaya ve yaşatmaya çalışırlar. Bunun derneklerini, vakıflarını, STK’larını kurar, toplumu sevgiyle sımsıcak sarıp sarmalar, kuşatıp bürür ve barış içinde, asla cebir ve şiddete düşmeden, asla dayatmaya gitmeden toplumu müspet manada maneviyata dönüştürmeye çalışıp çabalarlar.

Dâhilde cihattan maksat da budur zaten.