İlk İslam Devletinin Doğuşu

 

Şüphesiz ki ilk İslam Devleti, Hz. Peygamber (sav)’in başkanlığında Medine'de kuruldu. O'nun Mekke'de geçen peygamberlik hayatı, bu devletin temellerini oluşturma dönemi olarak kabul edilebilir.

Mekke'den Medine'ye hicret eden müslümanlar, orada yaşayan Yahudiler, müşrik ve münafık Araplarca olmasa da, Ensar’ca, yani Medineli inanan kardeşleri tarafından çok iyi karşılanmışlar ve tarihte benzeri görülmemiş bir güzellikle aralarında "kardeşlik" anlaşması yaparak kaynaşmışlardı. Ancak Medine'de sadece müslümanlar yaşamıyorlardı. Az önce işaret edildiği gibi onlardan başka müşrik Araplar ve Yahudiler de orada yaşamaktaydılar. Bunlar, İslam'a karşı mesafeli idiler. Şüphesiz, güçlerinin yeteceğine inansalar, müslümanlara devlet kurma fırsatı vermezlerdi.

Bir de, içlerinden inanmadıkları halde, dışlarından inanmış görünen münafıklar vardı. Ve bu üç gurup da, Mekke ve dışındaki düşman kabilelerin müslümanlara ve onları barındırdıkları için kendilerine yönelik yapılan tehditlerden rahatsızdılar. Bütün bunlara, Medineli müslümanlar olan Ensar'ın Evs ve Hazreç adlı daha önceleri iki rakip-düşman kabileden oluştuklarını eklersek, Medine'nin barış içinde yaşamaya pek elverişli bir yer olmadığı kendiliğinden anlaşılır.

İşte Peygamberimiz (sav) böyle bir ortamda yapılabilecek olanın en iyisini yaptı: Bütün kabilelerin ileri gelenleri ile oturup konuşarak ortak bir metni "anayasa" olarak yazıya geçirdi ve o çerçevede hukukun üstünlüğünü esas alan ilk İslam Devleti’ni kurdu.

Bu devlet, "anayasası" incelendiği zaman açıkça gürülür ki, barış ve insan haklarını esas alan bir devletti.184  Bunu tanıyan fertler ve zümreler, din ve ırkları ne olursa olsun yeni siyasi toplumun birer üyesi olmakta, yeni haklar kazanmakta, sorumluluklar yüklenmektedir.

Yeryüzünün ilk yazılı anayasası olan185 bu metinde özetlenecek olursa "kamu hukuku ile ilgili mevzularda düzenleyici ve bağlayıcı kaideler getirmekle, devlet iktidarını tesis etmekte, umumi çizgileriyle icra ve kaza fonksiyonlarına ait meseleleri ele almakta, farklı zümreleri tabi olacakları hukuki manzumede serbest bırakarak teşrii sahada da nizamlayıcı davranmaktadır. Ayrıca -detaylara inmemiş de olsa- gerek iktidarın ve gerekse teb'anın hak ve vecibeleri metinde yer almıştır. Bütün bu vasıflarıyla ilk anayasa, başlı başına bir devrim teşkil etmektedir".186

Kurulan bu yeni devletin temel dayanaklarına bakarsak şunları görürüz: Herkesin kabul ettiği bir devlet başkanı, Kur'an ve Sünnete dayalı sağlam bir hukuk, bütün ihtilafların anında ve adaletle çözüldüğü etkin bir yargı, ülkesi, devleti ve kardeşleri için her türlü fedakârlıktan kaçınmayan özverili ve fedakâr bir toplum ve Allah için savaşan bir ordu.187

İslam devletinde Hz. Peygamber (sav) devlet başkanlığının yanında ayrıca yargı işleri, ordu komutanlığı, eğitim ve irşad, diplomasi gibi daha birçok kamu hizmetlerini bizzat yürütmüştür. O dönemde mescid, ibadet yeri olmakla beraber, aynı zamanda eğitim, yargı, sağlık, danışma meclisi, dış politika, genelkurmay, yardımlaşma... gibi bir çok kamu hizmetlerinin görüldüğü bir yerdi.188 Çeşitli beldelere giden görevliler, yönetim, yargı, mali ve eğitim hizmetleri başta olmak üzere, birçok hizmetleri gerçekleştirmişlerdir.

Medine'de kurulan İslam Devletinin sınırları genişledikçe, indirilen yeni ayetler doğrultusunda İslam devletinin anayasasında yeni gelişmeler olmuştur. Özellikle Hz. Peygamber (sav)’den sonra gelen Hulefa-i Raşidin döneminde, İslam Anayasa hukuku önemli gelişmeler göstermiştir. Özellikle Hz Ömer tarafından kurulan "divanlar" daha sonraki İslam devletlerinin temel kurumlarından birisi olarak varlığını hep korumuştur.189

Raşit Halifeler dönemi, Peygamber Efendimizin döneminin bir uzantısı olarak Asr-ı Saadeti oluşturur. Halifeler, müslümanlar arasında ehliyet esası gözetilerek seçildiği için, toplumun gerçekten önderleriydiler. Yukarıda ayrıntılı anlatıldığı gibi etraflarına daima alimleri toplamışlar, hatta onların her hangi bir sebeple yönetim merkezi olan Medine'den ayrılmalarını istememişler, sürekli onlarla istişare ederek devlet işlerini yürütmüşler, çok güzel bir şekilde amir ile alim arasındaki ilişkilere örnek olmuşlardır. Her iki sınıf da iyi niyetle çalışarak birbirlerine yardımcı olmuşlar, ümmetin ıslahına çalışmışlardır.

Hasan el-Basri'ye göre, toplumun ıslahı ve kurtuluşu, yöneticilerin ıslahı ile, toplumun fesadı da, yöneticilerin fesadı ile olur. Kendi yaptıklarından sorumlu olması, aynı zamanda toplumun tamamının fiillerinden sorumlu olması demektir. Bu ise, ne kadar büyük bir sorumluluktur.

Bu sorumluluk, özelikle valileri atamakta ortaya çıkar. Yönetici, valilerin ve diğer görevlilerinin yaptıklarından öncelikle sorumludur. İşte bundan dolayı yönetici, cahil, aciz, tembel, sorumsuz, zayıf karakterli, kibirli ve zalim valiler atamamalıdır. Çünkü kibirliler, haramlara dikkat etmezler, yaptıklarında ve verdikleri hükümlerde, Allah'ın dediklerine dikkat etmezler. Eğer yönetici, bu tür bir insanı vali atarsa, onlarla birlikte günahlarını da yüklenir. Tıpkı iyiliklerine ortak oldukları gibi…

Ona göre alimler de, sürekli olarak yöneticilere bu tür sorumluluklarını hatırlatmakla görevlidirler. Şöyle der: "Alimler, bildikleri doğruları gizlemeyeceklerine ve halka açıklayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdir."190

 İmam Gazali de: "Halkın bozulması, yöneticilerin bozulmasına bağlıdır. Yöneticilerin bozulması ise, alimlerin bozulması dolayısıyladır." diyor.191

Şüphesiz ki bu sözde büyük bir hakikat payı vardır. "İnsanlar idarecilerinin gidişatındadır". Sözü, tarihi bir tecrübenin tasdikinden geçmiştir. Ancak, ileride de görüleceği gibi, zalim idareciler, zalim toplumlara verilen birer cezadırlar. Allah teala şöyle buyuruyor: "İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine takarız."192

M. Ali Es Sabunî, bu ayetin tefsirinde İbn Abbas'tan şunları nakleder: "Allah bir kavimden razı olursa, onların başına en hayırlılarını getirir. Bir kavme de kızarsa, onların başına en şerlilerini getirir."193

Bu manada meşhur bir kutsi hadis şöyledir: "Allah teala buyurur ki: "Ben Allah'ım! Benden başka ilah yoktur. Sultanlar Sultanıyım. Sultanların, padişahların kalpleri benim elimdedir. Kullar bana itaat ettiklerinde, sultanların kalplerini onlara karşı rahmet ve re'fete göre çeviririm, kullar bana isyan ettiklerinde, onların kalplerini kullara karşı kızgınlık ve azaba göre çevirir, ayarlarım, böylece idareciler onlara kötü davranırlar. Boşuna sultanlarınıza beddua ile kendinizi meşgul etmeyin. Aksine kendinizi  zikir ve ibadetlerle, dini yaşamakla meşgul edin ki sizi onlardan kurtarayım."194

Değişik rivayetleriyle kitaplarımıza giren bu hadis,195 gerçekten büyük dersler ve ibretleri içermekte ve "Sizler nasıl olursanız, başınızda öyleleri idareciler olur."196 hadisini hatırlatmaktadır.


184 Bu anayasa için bkz M.Hamidullah, İslam Peygamberi , 1 /139-153

185 M.Hamidullah a.g.e 1/140

186 Hayreddin Karaman, Anahatlarıyla İslam Hukuku 1/ 168-169

187 M. Faruk en-Nebhan, a.g.e. s. 65-66

188 M. Hamidullah, İslam Müesseselerine Giriş, s. 57-63; Cemal Nar, İslam Sancısı, s.93.; Osmanlı Ansiklopedisi 1/27

189 a.y

190 Mevlüt Uyanık, İslam Siyaset Felsefesinde Sivil İtasızlık,. Seba y. Ankara, Mayıs 1998. s. 54-55

191 M.Beşir Eryarsoy, İslam Devlet Yapısı, s, 28

192 En'am, 129

193 Safvetu't Tefasir, 1/419. Krş. Kurtubi, 7/85

194 Bu hadisi Tebrizi, Mişkatta 3721 numara ile zikreder. Ali el-Kari, Mirkad'da aynı numara ile şerheder, 7/294-296. Hadis, Ebu  Nuaymın el-Hilye'sinden alınmıştır. Kazvini, "mevzu" olduğunu söylemişse de, Askalanî, değişik yollarla rivayet ederek bu görüşü reddetmiştir. Bkz Mirkat, 7/294 de dipnot

195 Sabuni, 2/419; Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, 2/338, Azim Neşriyat

196 Deylemi, Müsned, 3/305 (4918); Keşfu'l Hafa, 2/166, 1997