İslam’da Sivil İtaatsizlik Pasif Direniş

Müminlerden olmayan idarecilere itaat etmek Müslümanlara dinen vacip kılınmamıştır. Bu hususta itaat değil, varsa bir anlaşmaya riayet etmek söz konusu olur.

Ancak itaat etmenin vacip olmamasından mutlaka isyan etmenin gerekli olduğu da anlaşılmaz. Elmalılı’nın da dediği gibi, “İtaatın vacip olmaması, isyan etmenin vacip olmasını gerektirmeyeceğinden, itaat mecburiyetinde bulunmamakla, isyan mecburiyetinde bulunmak arasında fark vardır. İsyan hakkı başka, isyan etme vazifesi yine başkadır.

Bundan dolayı buradan, mümin olmayan bir çevrede, bir ortamda bulunan müminlerin şuna buna karşı isyancı ve ihtilalci bir durumda kabul edilmemeleri ve belki müminlerin her nerede bulunurlarsa bulunsunlar Allah'a ve Resulüne karşı itikatsızlıktan sakınmak ve aynı zamanda kendilerinden olan idarecilere itaat etmeleri ve tağutlara boyun eğmemenin gerekli olduğunu anlamak gerekir.”

[1]

Çağımızda kendilerine itaat etmenin vacip olmasını hak etmeyen hukuk tanımaz zalim idarecilere karşı "sivil itaatsizlik", "pasif direniş" ve “demokratik muhalefet” gibi kavramlar geliştirilmiştir ki kaynağı zikrettiğimiz İslami usullerde bol bol bulunur. Doğrusu bu biçimde gerçekleştirilen kamuoyu baskılarının, sosyal hayatımızda ne denli etkin olduğunu anlatmaya gerek görmüyoruz. Özellikle hukukun üstünlüğü, insan hakları, özgürlükler, halk irade ve idaresi, yerel yönetimler, demokrasi vb. kavramların bayraklarının yükseldiği çağımızda...

Bu kavramların İslamî kaynaklarından sadece bir hadisi zikretmemiz bile, konuya yeterince açıklık getireceği kanaatindeyiz:

"Sizden bir kötülüğü gören, onu eliyle düzeltsin. Gücü yetmezse, diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezde, kalbiyle buğz etsin, ama bu imanın en zayıfıdır."

[2]

Evet, kötülük önlenmelidir. Ancak, her zaman bunun için gerekli olan "güç yetirme" elde olmayabilir. O takdirde olduğu kadar güç oranında müdahale, yani dil veya kalp ile düzeltmeye çalışma, tavır koyma ve duyarlılık gösterme mutlaka ama mutlaka olmalıdır. Buna göre kötülüğe muhalefet ve karşı koyma iki derecelidir:

1-Aktif Muhalefet: Ya kuvvet kullanarak elle veya çaba sarf ederek dille yapılır.

2-Pasif Muhalefet: Kötülüğü benimsememe, surat asma, tavır koyma, pasif direnme, dinlememe gibi muhalefetini bir biçimde ifade etme. Diğer muhalefet türlerinin kaynağı da burasıdır.

[3]

Ebu Hanife bu görüşü sadece söylemekle kalmamış, aynı zamanda uygulamıştır da. Bunun birçok örneğini Mevdudî, “Hilafet Ve Saltanat” adlı eserinde dile getirmiştir. Bunlardan biri de, Zeyd b. Ali’nin ayaklanmasına hem sözle teşvik ederek, hem de malî destek vererek katılmasıdır. Bilfiil katılmasını isteyen mektubu gelince İmam, Zeyd b. Ali’nin elçisine şunları söylemiştir: “Şayet insanların O’nu yardımsız bırakmayacağını ve gerçekten O’nunla birlikte olacaklarını bilsem, O’na uyar ve birlikte O’na muhalafat edenlerle savaşırdım. Çünkü hak imam O’dur. Ama korkarım ki atası Hz. Hüseyin gibi, O’nu da yardımsız bırakacaklar. Fakat malımla O’na yardım ediyorum ki, bununla kendisine muhalefet edene karşı güçlensin.”

[4]

Ebu Hanife’nin, zindanlarda kırbaçlanmasının altında yatan sebep, zalim sultanın yanında olmadığını, “baş kadı”lığı, yani o zamana göre belki de adalet bakanlığını kabul etmeyerek göstermesinin ötesinde, aslında o zalimlere karşı beslediği muhalefet ve bu muhalefetin defalarca yeri geldiğinde sergilenmesidir.

Aktif muhalefette güç, kuvvet ve imkân şartları ileride genişçe incelenecektir.

Abdullah Parlıyan, “Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi”nde, konuyla ilgili hadislerin tercüme ve açıklamasına geçmeden evvel, hadislerden elde edilen faydaları şöyle maddeleştirir:

 “Bu bölümdeki bir ayet ve on bir hadis-i şeriften Allaha, Rasûlüne ve müslüman olan idarecilere itaat edilmesi gerektiğini, günah işlemesi emredilmediği sürece müslüman idarecilere itaatin gerektiğini ve bu itaatin gücümüz yettiği kadar olacağını siyasi otoritesini kabul edip elini sıktığımız müslüman idareciye sebepsiz yere itaatsizlik edersek Allah’ın huzuruna tutunacağımız bir delil bulunmaksızın çıkacağımızı müslümanların müslüman olan devlet başkanlarına bağlılık sözü vermeden ölen kimselerin cahiliye devrinde ölmüş gibi muamele göreceğini, İslam cemaatinden ayrılarak ölen kimsenin de yine cahiliye döneminde ölmüş gibi muamele göreceğini, ırkı ve şekli ne olursa olsun tayin olunan müslüman yöneticiye itaatin gerektiğini, İslam devletinin devamı için her durumda itaatin devam edeceğini, İslami yönetimde birden fazla idareci ortaya çıkarsa ikincisinin başının vurulacağını, idareci idarecilikten, idare edilenlerin de kendilerinden sorumlu olduğunu, müslüman idarecilere karşı hakkımız gasp edilirse hakkımızı Allah’tan isteyeceğimizi müslüman devlet başkanına itaat edenin peygambere itaat etmiş gibi olacağını peygambere itaat edenin de Allah’a itaat etmiş gibi olacağını müslüman devlet başkanından hoşa gitmeyen bir şey görenin sabretmesi gerektiğini kim de devlet başkanına ihanet ederse Allah’ın onun cezasını vereceğini, öğreneceğiz.”

[5]

Bu hadis başlıkları bile bize çok şey öğretir.


[1]

Elmalılı, a.g.e. 3/14-15

[2]

Müslim, İman, 78

[3]

21 Nevin A. Mustafa, age. s. 118. Bu kitap, İslam siyasi düşüncesinde muhalefet ve ekolleri hakkında yapılmış gerçekten derin ve güzel bir incelemedir. Bizim de önemli kaynaklarımızdan birisidir.

[4]

Mevdudî, age. s. 375-378. Nevin, age. s. 290

[5]

Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 221