Fıkhın Özellikleri

Yukarıda bu hukukun kaynaklarını ve insanların onunla ilişkilerini anlattığımız için, tekrar etmeyeceğiz.  

Şu kadarını söyleyelim ki fıkıh, yani İslam hukuku ilahîdir.  Vahye dayanır.  Bu yüzden insan kalbini tatmin eder, kanuna bağlılığı ibadet seviyesine çıkarır.  Aynı zamanda doğrudan insan kalbini temizler, ruhunu arındırır, nefsini ve iradesini terbiye eder, suç işleme istek ve şehvetinden arındırır, vicdanları terbiye eder.  Çünkü Allah Teâlâ, kanunlarına uymayanları bu dünyada ve ahirette cezalandırmakla tehdit etmiş, uyanlara da mükafat vadetmiştir.  Ona inanan, devletin gözetim ve denetimin olmadığı yerlerde bile, Allah Teâlâ’nın denetim ve gözetimine inandığından, kurallara gönüllü olarak uyar.  Böylece hukuk ile ahlak arasında doğrudan çok olumlu ilişkiler oluşur. 

İslâm hukukunun maddî müeyyideleri yanında bir de manevî, uhrevî müeyyideleri vardır.  Allah’a ve ahiret gününe iman eden Müslümanlar için bu müeyyideler çok etkili yaptıcı güce dönüşür, uygulamayı olumlu olarak etkilerler.  Suç işlemeyi önleyen bu iman, bazen bir cahillikle işlenmiş gizli suçlar için insanı gönüllü mahkemeye götürür ve ceza almasını sağlar.  Bu bazen tövbenin bir şartı olmasa bile bunu yapar ki ahiretteki cezadan kurtulsun.  Bunu beşeri hukuklarda göremeyiz.  Beşerî ve laik hukuklarda kanundan bir şekilde yakasını kurtarabilen insanlar, ona karşı gelmekten sakınmazlar.  Mali suçlar gibi kimi suçlarda vicdan azabı bile çekmezler.  Üstelik devletlerin arada bir çıkardığı teşvikleri saymazsak, kanunlara uymanın özel bir ödülü de yoktur. 

İslam fıkhı ve hukuku ilahidir.  Temel ilkelerini Allah belirler.  Allah, bütün insanlara eşit mesafesini korur.  Adam kayırmaz.  Çünkü kimseye muhtaç değildir.  Aksine herkes ona muhtaçtır.  Oysa insan hukuk yapacak olursa, kendisinin ve uzak yakın ailesinin, sevenlerinin hukukunu, menfaatlerini öncelikle çözmek ister.  Bu ise hukuku hak olmaktan çıkarabilir.  

İslam hukukunda ilahi esslar temel ilkeleri belirler.  Ayrıntılar ictihatlara bırakılmıştır.  Bu da onu zaman ve zemine göre kendini yenilemesini kolaylaştırırken, ilkelerin değişmemesi açısından sürekliliğini de sağlar.  Bu da insanlar ve nesiller arasında bilgi ve terbiye açısından fevkalade önemlidir.

İslam fıkhı aynı zamanda hem evrenseldir, hem de tam ve kamil bir hukuktur.  Bu ise bu hukuka bağlı insanlar ve ülkeler için muazzam bir birlik meydana getirir.  Kaldı ki Allah (cc.), onun uygulanmasını ister.  Bu konuda insana seçenek vermez.  Öyleyse bir başka hukuk, Allah(cc.)'ın iradesini ret anlamı içerdiği için, müslümanın vicdanını yaralar.  Sonuçta bu acı ve azap onu mutlu etmez.                                                           

İslam hukuku ile beşerî, laik, seküler, din dışı hukuklar arasında elbette bazı farklılıklar vardır. Aşağıda sayacağımız bu özellikleri ile İslam fıkıh ve hukuku haklar, özgürlükler ve rahat uygulanabilirliği açısından daha insanîdir ve daha üstündür.

Bu farkları ve özellikleri kısaca görelim:

1-İslam hukuku ilahîdir: İslam hukuku mükemmeldir.  Çünkü kaynağı ilahîdir.  İslam hukuku yücedir.  Çünkü Allah’ın kanunlarıdır.  Haşa hiç Allah ile kulu mukayese edilebilir mi?  Hiç Allah’ın kanunları ile beşerî kanunlar bir tutulabilir mi?  İslam hukuku evrenseldir, vazgeçilemez.  Kaynakları Kur’an, sünnet, icma ve kıyastır. 

2-İslam Hukuku, vicdanları terbiye ederek, insanları iyiliği sevmeye, kötülükten uzak durmaya sevkeder: Bunun için de her fiil için dünyevî ve uhrevî olmak üzere iki karşılık koymuştur.  Dünyada yaptıklarının karşılığını göremeyen bir kimse, ahirette yaptığının karşılığını tam olarak göreceğine inanır.  İnsan hayatına tesir eden en güçlü müeyyide Allah korkusu ve âhirette hesap vereceği inancıdır.  Diğer hukuk sistemlerinde böyle bir müeyyide yoktur.

3-İslam hukuku yalnız kötü ve suç sayılan fiilleri cezalandırmakla kalmamış, iyi fiil ve davranışlara da manevî mükafât koymuştur. 

4-Diğer sistemlerde kanun koyma yetkisi, anayasanın tayin ettiği bir hey’ete âit olduğu halde, İslam hukukunda bu yetki, ilim ve ehliyet ile elde edilir.  Bu ilim ve ehliyet sahiplerine müctehit denir.  Müctehitlerin ictihatlarını kanunlaştırma yetkisi ise devlet başkanına ve şura üyelerine âittir. 

5-Günlük problemleri bir nizama bağlamakla yetinmeyen İslam hukuku, ıslahatcı ve yenilikçidir.  İki günü birbirine eşit olanı zararda sayar.  İslam insanı, iyiyi, güzeli, faydalıyı daima araştırmalı ve nerede bulursa almalıdır. 

6-İslam hukukunda din;  ibadet, ahlak, hukuk ve ekonomi kurallarını da içine alır.  Müslüman hukuka riâyet ederken yalnızca ceza, tazminat, mahrumiyet gibi maddî ve dünyalık motiflerin tesirinde değildir.  İtaat ve riayet ettiği hukuk kaidelerinin, Allah iradesini temsil ettiğine inanmakta, bu sebeple de ibadet duygusu, sevap ve ebedî saadet beklentisi içinde bulunmaktadır. 

7-İslam hukukunda, gerçek manada kanun koyucu Allah’tır.  Müctehidlerin yaptığı, O’nun açık iradesini nasslardan tesbit etmek, yoruma müsait olanları yorumlamak, ilmin, teknolojinin ve sosyal hayatın gelişmesine göre kullarının doldurmasını istediği boşlukları doldurmaktır.  Müctehidlerin bütün bu faaliyetler neticesinde ortaya koydukları hükümler, kendileri ve müctehid olmayan diğer müslümanlar için bağlayıcıdır, kanun gibidir.  Müslümanların seçtiği başkan ve meclis üyeleri (Şûrâ hey’eti) , ya müctehitlerin yaptığını yaparak yahut da onların ictihatlarını esas alarak kanun yapabilirler. 

8-Laik ve demokratik sistemlerde hukuk, halkın iradesine tabidir.  Halkın adalet anlayışı ışığında, onların ihtiyaçlarına cevap vermeyi hedefler. 

İslam hukukunun hedefi ise, halkın fert ve cemiyet olarak hukukî ihtiyaçlarını karşılamak yanında onları, Allah tarafından vahyedilmiş bulunan hak, hukuk ve adalet ilkelerine göre terbiye etmek, bu ilkelerin toplum hayatında gelişmesini sağlamaktır. 

9-Sosyal ve ekonomik müesseseler ile bunları tanzim eden hukuk kaidelerinin, zaman ve mekâna göre değişmesi zaruretine karşılık, ilahî kanunların beşer tarafından değiştirilemeyeceği prensibini, İslam hukuku şu ilkelerle telif eylemiştir: 

a) Kitap ve Sünnet’de ifade edilen hukuk kaidelerinin ve hükümlerin sayısı azdır ve teferruattan ziyade genel kural şeklindedir.  Miras, âile, helal-haram gibi bazı konulardaki detaylı hükümler değişmeyeceği, insanların bunların değişmesine ihtiyacı bulunmadığı için ayrıntılı olarak açıklanmıştır.  Devletin şekli, akit, şirket vb. konularda ise seçim, meşveret, karşılıklı rıza gibi genel prensipler konmuş, bunların değişen şartlara göre uygulanması müslümanlara bırakılmıştır.  İctihad yoluyla kanun koymak ve hukuku geliştirmek için geniş bir imkân ve meydan bırakılmıştır. 

b) İslam’ın anayasası durumunda olan Kur’an ve Sünnet’in kesin hükümleri değiştirilemezken, bunlara bağlı olarak yapılan ictihada ve maslahata dayalı hükümler, zamanın değişmesiyle değişebilir. 

c) Değişmez hükümler karşısında fert ve toplum olarak müslümanlar, dara düşer, onları uygulayamaz hale gelirlerse -ki bu ancak geçici zamanlar için olabilir- bu takdirde ‘Zaruretler yasakları ortadan kaldırır. ’ prensibi ortaya konur.  İslam’ın esasında ‘Kolaylaştırma, hoşgörü ve insana gücünün yetmiyeceğinin teklif olunmaması’ prensipleri de vardır.

1 videos are created