2 – Sahabe Devri

II – SAHÂBE DEVRİ (FIKHIN GELİŞME ÇAĞI) 

Bu devre; “Hulefâ-i Râşidîn Devri”, ”Fıkhın Gelişme Çağı”da denir. Hz. Peygamber’in vefatı ile başlar, hicrî 40 senesine kadar devam eder. Hz. Peygamber vefat edince ilahî teşrî de sona ermiştir. Hz. Peygamber ashabına “size iki şey bırakıyorum; ikisine sarıldığınız müddetçe sapıtmazsınız. Kur’an ve benim Sünnetim. ” buyurmuştur.

  Dört halife devrinde fetihler neticesinde İslam ülkesinin toprakları genişledi. Müslümanlar bir takım yeni hâdiseler ve çeşitli örf-âdet, kültür, nizam ve kendilerine has alışkanlıkları bulunan milletlerle karşı karşıya geldiler. Hz. Alin’in hilafeti zamanında önceleri siyasî iken, sonradan îtikâdî ve fıkhî mezhepler hâline gelen Şiâ ve Hâriciye mezhepleri doğdu. 

 

A - Bu Devirde Fıkhın Kaynakları: 

  Sahabeler, karşılaştıkları problem ve meselelerin hüküm ve hal tarzını, Kur’an ve Sünnet’te aradılar. Kur’anda hükmünü bulamadıkları meseleler için, Sünnet’e baş vurdular. Sünnet'te bulamayınca ictihada başvurdular. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamanlarında ilim şûrası vardı. Hz. Ebu Bekir kendisine bir mesele arz edilince ilk önce Kur’ân’a başvuruyordu. Kur’an’da hükmünü bulamadığı mesele için Sünnete başvuruyordu. Meselenin çözümünü Sünnette de bulamayınca âlim sahâbileri topluyor, o mesele hakkında onların görüşlerini alıyordu. Eğer sahabiler bir mesele hakkında görüş birliğine varırsa onu alıyordu. Ve buna icma deniyordu. İhtilaf olduğu durumlarda ise, çoğunluğun görüşünü benimsiyor ya da kendisinin kuvvetli bulduğu görüşü alıyordu. Hz. Ömer de Hz. Ebu Bekir’in usulünü uyguluyordu. Halifeler bizzat kendileri de ictihadlarda bulunuyorlardı. Bu devir de yapılan ictihadlara “Re’y” adı veriliyordu. 

Şu halde bu dönemde fıkhın dört kaynağı vardı:

1-Kur’an, 2-Sünnet, 3-İcma, 4-Re’y (İctihad) . 

  Bu devirde re’yin manası. Kitab ve Sünnet’in açıklamadığı hükümleri, nassların ve İslamî prensiplerin ışığı altında hükme bağlamaktır. Istılah olarak zikr olunmamakla beraber, sonraki devirlerde “İstihsan, İstishab, Mesâlih-i Mürsele, Örf ve Âdet, Kıyas. . ” Adı verilen esas ve metotlar, bu devirde “re’y” ismi altında tatbik edilmiştir. 

 

B – Sahabe Müctehidleri

  Kur’an dili arapçayı iyi bildikleri, Hz. Peygamber (s.a.v)  ile beraberlikleri sayesinde Allah ve Rasulü’nün maksadını kolay anladıkları… için sahabe neslinde müctehidlerin sayısı oldukça çoktur. Ancak kendilerinden hüküm ve fetva nakledilen sahabe müctehidi 130 civarındadır. Bunlardan yedisinin fetvaları birer kitap olacak kadardır. Bunlar: Ömer b. El-Hattab, Ali b. Ebî Tâlip, Abdullah b. Mes’ud, Âişe, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer (r. anhüm)  dir. Bu yedi sahabeye “Fukahâ-i Seb’a”da denir.

Hz. Ebu Bekir, Osman, Muaz b. Cebel ve Ebû-Mûsâ el-Eş’arî’nin de içinde bulundukları bir gurubun fetvâları, birer risâle olacak kadardır. Geriye kalanların her birinden ise ancak birkaç fetva nakledilmiştir. 

 

C - Sahabe Devrinde Hüküm Ve İctihat Prensipleri

1- Sahabe, ictihadın kapısını açmış ve bunu teşvik etmiştir. Hz. Ömer, Ebu-Mûsâ el-Eş’arî’ye gönderdiği mektupta onu anlayış, kıyas ve ictihada dâvet ve teşvik etmiştir. 

Aynı halîfe, Kadı Şurayh’a da şöyle demiştir. “Kitab’dan açıkça anlayabildiğinle hükmet, eğer Kitab’ın tamamını bilmezsen, Rasulullah’ın hükmettiği ile hükmet, bunun hepsini bilmezsen doğru yolda olan âlimlerin kazâları ile hükmet, bunların da hepsini bilmezsen re’yinle ictihad eyle, âlim ve sâlih kişilerle de istişare et” (İbni Kayyim: İ’lâm) . 

  Sahabe, ictihadını çok defa istişâre yoluyla yapmıştır. Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in sırf istişâre (danışma)  işi için, Medine’den ayırmadıkları birer heyetleri vardı. 

2-Sahabe ictihad ve re’y yoluyla vardıkları hükümleri kesin telaki etmemiş, Kitab ve Sünnet’e nisbet eylememiş, bu iki kaynağa dayanan hükümlerden ayırma konusunda titizlik göstermişlerdir. 

  Hz. Ebu Bekir’e “kelâle”nin ne demek olduğu sorulunca: “Ben bu mevzuu re’yimle cevaplandıracağım; eğer doğru ise Allah’tandır, hata ise benden ve şeytandandır; Re’yime göre kelâle: bir kimsenin baba ve çocuk bırakmadan vefat etmesi, yani mirasçıları arasında bunların bulunmamasıdır. ” der. (İbni Hazm: el-İhkâm) .

  İbni Abbas: “Kim yiyecek bir şey satın alırsa, onu ele geçirmeden satmasın” hadîsini rivâyet ettikten sonra “her şeyin böyle olduğunu zannediyorum” demiştir. (İbni Hazm: el-ihkam) . 

  3- Bu devirde nazarî ictihad ve teşrî faaliyeti başlamamıştır. Onların teşrî faaliyetleri tatbîkîdir. Hâdise meydana gelince hükmü araştırılır ve bulunur. Vukuundan önce hâdise ve meselelerin hükmü ile meşgul olunmazdı. 

  4- Zamânın ve hüküm mesnetlerinin (illet)  değişmesiyle, hükümleri değiştirmişlerdir. Bu cümleden olarak:

  Hz. Ebu Bekir zamanında, Hz. Ömer’in îtirâzı üzerine Müellefe-i kûluba verilen zekât, verilmemiştir. Çünkü artık İslâm’ın onlara ihtiyacı yoktur.

  Hz. Ömer’in hilafetine kadar câmide, toplu olarak kılınmayan terâvih namazı, bu devirden itibaren -farzlara karıştırılma ihtimali ortadan kalktığı için- cemaatle kılınmaya başlanmıştır. (el-Baci:Müntega) .

  Hz. Peygamber, kaybolmuş develere rastlayanların, onları yakalamamasını, serbest bırakmalarını istemiştir. Çünkü develer uzun zaman kendi kendilerini idare edebilirler. Bu arada sahipleri onları bulabilirler. 

  Hz. Osman, kendi zamanındaki ahlâki durumu göz önüne alarak kayıp develerin, ilandan sonra satılmasını ve bedelinin, sahibi çıkınca teslim edilmesini emretti. Hz. Ali ise tutulup devletin ahırında sahibi çıkıncaya kadar beslenerek bekletilmesini istedi. (el-Bâci:Müntegâ) .

  5-Kitab ve Sünnet’in meşru kıldığı, izin verdiği bazı hususları, kötü neticelerin önlenmesi için men etmişlerdir. 

  Kur’ân’ı Kerim, Ehl-i Kitab (gayrı müslim)  kadınlarla evlenmeye izin verdiği halde (Mâide:6) , Hz. Ömer Medayin vâlisi Huzeyfe’ye yazdığı bir mektupla bunu men etmiş ve ‘devam ederse Müslüman kadınlar kocasız kalır, bu onlar için felaket olur’ demiştir. (Cassas:Ahkâm’ül- Kur’ân) .

Hz. Osman, hilafetinde, Mina’da, namazı (sefer’i olmasına rağmen iki rekat değil)  tam kılmış ve ‘Ey İnsanlar, şüphesiz Sünnet Rasulullah ile iki dostunun Sünnet’idir, fakat bu yıl, anlayışı kıt, bilgisiz kimseler çok, onların bunu görüp namazı devamlı iki rek’at kılmalarından korktum. ’ demiştir. (el-Bâci) . 

Hz. Ömer devrinde Şam ve Irak fethedilince gâzîler, arâzînin beşte dördünün -menkul ganimetler gibi- kendilerine dağıtılmasını istemiş, bu isteği ileri sürerken ganîmet âyetine (Enfal: 84)  ve Hz. Peygamberin tatbîkâtına bağlamışlardı. 

Halife ise bu topraklar dağıtıldığı takdirde, sonra gelenlere bir şey kalmayacağı ve o zaman da, bu toprakların korunamayacağını ileri sürüyor, taksim yerine eski sahiplerinde kalmasını, alınacak haraçtan, âmmenin istifadesini istiyordu. İstişâre sonunda halîfenin görüşü kabul edildi. (Ebu Yusuf: Haraç) .

  6-Sahabe, meşru nizamı korumak ve hukûku muhafaza etmek için bazı nasların zahirini terk etmek veya tahsis ve ta’mim yoluna gitmişlerdir. 

Hz. Ömer zamanına kadar bir defada îfa edilen üç boşama, bir sayılırken, bu devirde -suistimalleri önlemek için- üç talak sayılmıştır. (Müslim) . 

  Hz. Ömer bir kıtlık yılında hırsızlıktan dolayı el kesme cezasını tatbik etmemiştir. (el-Bâci) .

  Hz. Ömer devrine kadar, sanatkarlar nezdinde -onların kusuru olmadan- zâyî olan eşya ödetilmezken bundan sonra -zamânın ahlâkî durumunu göz önünde bulundurularak- ödetilmiştir. 

  7-Sahabe, bazı hadiseleri Hz. Peygamber zamanında vukû bulanlara benzetmişler, daha önce benzeri geçmemiş bazı hükümleri ise “hayırlı, iyi ve maslahattır.” diyerek benimsemişlerdir: Kur’ân-ı Kerim’in Mushaf haline getirilmesi, fiyatların kontrolü, Hz. Osman zamanından itibaren Cüma namazı için dış ezan (minâreden okunan ilk ezan)  burada örnek olarak verilebilir. 

 

D- Sahabe Devrinde İhtilaf

  Kur’ân-ı Kerim ile sahih Sünnetin açık olarak ifade ettiği bir hüküm üzerinde, Müslümanların ihtilafı, farklı görüş ve inanışlara sahip bulunmaları câiz ve mümkün değildir. Ancak bir taraftan nasların anlaşılması, diğer taraftan da farklı zaman ve mekanlarda bunların tatbîki, keza nasların temas etmediği noktalarda -çeşitli metotlarla- hükme varma işi beşerîdir, ictihada dayanır. Bu sebeple bütün Müslümanların, her meselede tek ictihadda ittifakı düşünülemez. Zaten Şarî’de bunu şart koşmamış, ictihada teşvik etmiş, hata ve isabet olabileceğini ifade ederek, hatâlı ictihâda dahi ecir ve sevap vaad etmiştir. (Buhârî) .

Bu esaslar çerçevesinde, karşılaştıkları problemlerin üzerine eğilen sahabe müctehidleri, bazı hükümlerde ihtilaf etmiş, farklı görüş ve neticelere varmışlardır. Sonraki devirler için de geçerli olan ihtilaf sebeplerini şöylece sıralamak mümkündür:

  a-Fetihler ve çeşitli vazîfeler sebebiyle Medîne’den uzakta bulunan sahabenin kendileri yok iken, vahyedilen nasları bilmemeleri:

İbni Mes’ud, bir soru üzerine, mehir tâyin etmeden kocası ölen kadın hakkında, Rasulullah’tan bir hüküm bilmiyorum demiş, sonra ictihadıyla cevap vermiş. Ma’kıl b. Yesâr’dan ictihadının, Rasulullah’tan vârid hadise uygun olduğunu öğrenince de sevinmiştir. (Nesai) . 

Ebu Hureyre, cünüp olarak sabahlayan kimsenin, orucunun sahih olmadığını söylerken, Rasulullah’ın hanımlarından birinin, hükmü haber vermesi üzerine re’yini terk etmiştir. (Şah Veliyyullah, Haccetullâhilbâliğa) . 

  b-Hadisi sağlam bir kaynaktan elde etmemiş olmak: 

  Hz. Ömer üç talak ile boşanmış kadına nafaka ve mesken tayini hakkında Fatıma bt. Kays ve cünüp olup su bulamayan kimsenin teyemmüm ile temizleneceği hakkında ki Ammar (ra.)  tarafından nakledilen hadisleri kabul etmemiştir. Bu râvîlerin ahlâkına güvenmekle beraber, yanılma ihtimalleri üzerinde durulmuştur. (Şah Veliyyullah) .

  c-Farklı anlamaları:

  Âyetler, hadisler söz, fiil ve takrirdir. Bunların mânâsı ve hükümlerinin kesin veya ihtiyârî oluşu, bazı mesele ve durumlarda müctehidlerin anlayışına bırakılmıştır. Anlayış beşeridir, bunda farklılık olması tabiidir. 

  Zekat vermeyenlere karşı savaş, Hacda tavaf esnasında icra edilen remelin manası ve hükmü, müt’a nikahı, köpek dişli hayvanların etleri… Konularında, bu neviden ihtilaflar olmuştur. 

  Fakih sahabîler, Kur’an naslarını anlayıp tefsir etmekte birbirlerinden farklı görüş ve fikir ileri sürmüşlerdir. Mesela “Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç kuru’ beklerler. ” (Bakara: 228) , ayetinde geçen kuru’ kelimesini, İbni Mes’ud ‘hayız’, Zeyd b. Sâbit ise ‘temizlik hali’ olarak tefsir etmiştir. 

  d-Farklı ictihadta bulunmaları:

  Bu devirde, fakih sahâbîler, hükmü nasslarla sabit olamayan meselelerin hükümlerini çıkarmak üzere, re’ye baş vurmuşlar ve farklı metotlar tâkip ederek, farklı ictihadlarda bulunmuşlardır. Bazen kıyas, bazen mesâlih, bazen sedd-i zerâyi veya başka usulleri kullanmışlardır. Mesela Hz. Ebu Bekir, Beytül-mal gelirlerinden insanlara eşit bir şekilde hisse vermiştir. Hz. Ömer ise İslam’a girişlerindeki önceliğe göre dağıtımda bulunmuştur. İhtilafın esası, mal tevziindeki adâleti gerçekleştirmektedir. Hz. Ebu Bekir’e göre gelirler, Müslümanlara eşit bir şekilde dağıtılırsa adâlet gerçekleşmiş olur. Hz. Ömer’e göre ise bu konuda adalet, ancak müslümanlığa girişteki kıdemi nazarı itibâre almak suretiyle gerçekleşmiş olur. 

 

e-Yanılma ve Unutma:

  Sözü tespit etme veya anlama konusunda hatâlar vâki olduğu gibi, bazı hüküm ve kaidelerin unutulması da, farklı ictihad ve reylere sebep olmuştur:

  İbni Ömer, Rasulullah’ın Recep ayında bir umre yaptığını söylüyordu. Hz. Aişe bunu duyunca “yanılmış” dedi. 

  Hz. Peygamber bir Yahûdî ölüsü için ağlayan yakınlarının feryadını işitince “Bunlar (sevgilerinden)  ağlıyor, o ise azab çekiyor. ” demişti. Bunun üzerine bazıları bu hadisi “Ölü kendisine ağlayanlar yüzünden azab çeker” şeklinde zabtetmişlerdir. (Şah Veliyyullah) .

 

E – Sahabe Devrinde Tedvin :

  Fıkhın birinci kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim, Hz. Ebu Bekir’in hilafeti zamanında mushaf haline getirildi. Hz. Osman zamanında çoğaltılarak büyük şehir merkezlerine birer nüsha gönderildi. Bu devirde hadislerin büyük bir kısmı yazılı, az bir kısmı ise şifâhî halde bulunuyordu. Bu devirde de, hadislerin ezberlenmesine önem verildi. Rivayete göre Hz. Ömer, Sünnet’in tamâmen yazılıp tedvin edilmesini istemişse de, bu fikrinden sonradan vazgeçmiştir. 

  Müsteşriklerin ısrarlı inkarlarına ve sistematik menfî yorumlarına rağmen, son zamanlarda yapılan araştırmalar ve özellikle Prof. Dr. Fuat Sezgin ve Prof. M. Hamidullah’ın araştırmaları, diğer İslam ilimlerinde olduğu gibi, fıkıh sahasında da, tedvininin yani fıkhın yazıya geçirilmesinin sahabe devrine, hattâ nüve olarak Rasulullah devrine kadar uzandığını ortaya koymuştur. Gerçi bugünkü mânâda risâlelerin (küçük kitapların)  telifi, sahabe devrinin sonlarında başlamış ve Emeviler devrinde gelişmiştir. Ancak bunlara da kaynak olan fıkıh yazıları, daha önce gerçekleşmiştir. Prof. Dr. Fuat Sezgin, bu gerçeği ortaya koyan önemli örnekler tespit etmiştir; 

a-Hişam, babası Urve b. Zübeyr’in çok sayıda fıkıh yazmalarına sahip bulunduğunu, bunların meşhur harre (Yezid zamanında 636 yılında, Medine’nin yıkılıp yakılması ve talan edilmesi olayı)  olayında yandığını ve babasının bu sebeple çok üzüldüğünü haber vermiştir. 

b-Rasulullahın hayatta iken bir kısım sahabeye yazılı talimat verdiğini, yahut gönderdiğini biliyoruz. Ömer b. Abdulaziz halife olduktan sonra Medine’ye ilk geldiğinde, biri Rasulullah’a, diğeri Hz. Ömer’e ait bulunan, vergi ve sadaka konusundaki iki yazının bulunmasını emretti, yazılar bulununca hemen bir nüsha çıkarılmasını istedi ve aslı Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm’da kaldı. Bu zatın dedesi Amr Rasulullah’ın kendisine gönderdiği bir fıkıh yazısından bahsetmiş; bu yazıda ferâiz, zekat ve diyetler konusunda hüküm ve bilgiler bulunduğunu söylemiştir. 

  c-Enes b. Malik, Hz. Ebu Bekir’den, vergi ve zekat ile ilgili bir mektup almıştır. 

d-Hz. Ömer’in torunu, dedesinin vefatından sonra, onun metrûkâtı arasında, hayvanların zekâtı ve vergisi ile ilgili bir yazı bulduklarını bildirmiştir. 

  e-Hz. Ali’nin oğlu İbnu’l-Hanefiyye, babasının, Hz. Osman’a götürmesi için kendisine bir yazı verdiğini ve burada, Rasulüllah’ın zekatla ilgili talimatından bahsedildiğini ifade etmiştir.

  f-Eski kitaplarda, Rasulüllah (s.a.v)  in teşrî usûlünü (dînî hüküm ve kâide koyma metodunu)  anlatan ve Sa’d b. Ubâde tarafından muhafaza edilen bir kitaptan bahsedilmektedir. 

  g-Hz. Ömer’in, biri Ebu- Mûsâ’ya, diğeri de Muâviye’ye hitâben yazdığı ve kazâ konusuna ait iki mektubu, pek çok kaynakta zikredilmiş ve metinleri verilmiştir. 

Bütün bu fıkıh yazıları, sonraki nesillerde yetişen fıkıhçılar tarafından kullanılmış, daha muntazam ve sistematik fıkıh kitaplarının yazılmasına kaynaklık etmiştir. (H. Karaman – İslam Hukuk Tarihi) .