III – Tâbiîn Devri

III – Tâbiîn Devri (Fıkhın Gelişme Çağı)  

Bu devir, hicrî 40 yılında başlar, yâni Emevî devletinin kuruluşu ile başlar, hicrî 132 yılına kadar devam eder. Bu devir de, fıkhın gelişme çağıdır. 

  Tabiîn devrinde İslam ülkesi fetihler neticesinde genişledi. Müslümanlar fethedilen bölgelerde çeşitli örf-âdet, kültür mirasına sahip insanlarla karşılaştı. Hz. Osman’ın şehit edilmesi ile başlayan ihtilaflar, siyasî birliği sarstı ve Müslümanlar şu üç fırkaya ayrıldı: 

1- Hârîciler

2- Şiâ

3- Cumhur (Ehl-İ Sünnet) 

Bu devrin başlangıcında bazı sahâbîler hayatta idi. Onlar vefat edince tabiîn nesli onların yerini aldı. 

A - Tabiîn Devrinin Fıkıh Açısından Özellikleri: 

  1-Bu devirde fakihler, Mekke, Medine, Kûfe, Şam, Basra… gibi vilayetlere dağılmışlardır. Bu sebeple sahabe devrinde gerçekleştirilen şûra ictihadı, bu devirde gerçekleştirilememiştir. Hz. Ömer, fakih sahâbilerin Medine'den çıkmasına izin vermiyordu. Hz. Osman devrinden itibaren buna izin verilmeye başlanmış ve neticede şûra ictihadı gerçekleştirilemez olmuştur. 

  2-Hadis rivayeti yaygınlaşmış ve hadislerin yazılmasına resmen izin verilmiştir. Halife Ömer b. Abdülaziz’in emriyle Medine vâlisi Ebu Bekir b. Hazm ve İbni Şihap ez-Zuhrî, hadislerin tedvininine başlamışlardır. Hadisleri toplayıp yazma işi bundan sonra yayılarak devam etmiştir. 

  3-Hadis uyduran bazı insanlar ortaya çıkmıştır. Bu kimselerin hadis uydurmalarının sebeplerini şöylece özetleyebiliriz : 

a-İslâmi tahrif etmek ve Müslümanlardan intikam almak. Bu devirde bozuk fikirli ve İslam düşmanı bazı kimseler, hadis uydurarak İslam’ı bozmak, tahrif etmek istemişlerdir. Bu işi daha çok mağlup milletler yapmıştır. 

  b-Kendi görüşünün ve mezhebinin üstünlüğünü isbat etmek. Bu işi daha çok hırslı, bencil ve mutaassıp insanlar yapmıştır. 

  c-Halkı İslâm'a teşvik etmek. Bu işi daha çok saf, İslâm'ı iyi anlamayan fakat iyi niyetli kimseler yapıyordu. Halbuki iyi niyet haramı helal yapmaz. İslam'ın kendisinde olmayan şeylere ihtiyacı yoktur. 

  4-İslam alimleri, muhaddisler, hadisleri ve Hulefâ-i Râşidînin eserlerini toplamak ve tedvin etmek için son derece gayret etmişlerdir. Hadis uydurma faaliyetinin başlaması sebebiyle de bu hususta son derece titiz davranılmıştır. Hadisin kabulü için özellikle Iraklılar, ağır şartlar ileri sürmüşlerdir. 

  5-Fakihler bulundukları bölgelerin örf-âdetlerinin etkisinde kalmışlar ve bu sebeple ihtilaflar artmıştır. 

  6-Her bölgenin halkı, kendi imamlarının ilmine itibar etmiş bu da ileride mezheplerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. 

7-“Hicaz ve Irak medresesi” diye iki ekol ortay çıkmıştır. 

 

B - Hicaz Ve Irak Medreselerinin Özellikleri 

a) Hicaz medresesinin özellikleri:

1-Bu ekole mensup fakihler, geniş bir hadis ve eser kültürüne

sahiptirler. 

2-Bütün güç ve zamanlarını hadis ve eserin (sahabenin uygulaması ve ictihadı)  toplanmasına harcamışlardır. 

3-Nakle aykırı buldukları ictihadları kabul etmemişler, zayıf da olsa

nakli tercih etmişlerdir. 

4-Nakle dayanan kaynaklarda bir şey bulamazlarsa, ictihada başvurmuşlardır. 

5-Henüz ortay çıkmammış, yaşanmamış meseleler üzerinde durmamışlar, nazarî ictihada yer vermemişlerdir. 

6-Ehl-i hadis de denilen bu medresenin mensuplarının yanında çok hadis ve eser olmasına karşılık, bu bölgede hayat sâde, basit ve meseleler azdı. Hz. Peygamber, dört halife ve fakih sahabelerin pek çoğu burada yaşamışlardı. Ancak Hicaz ehlinden de, re’ye baş vuran kimseler vardı. 

 

b) Irak medresesinin özellikleri:

1-Irak medresesine mensup olan fakihler, Hicazlılara nazaran daha çok ictihada baş vuruyorlardı. Çünkü sahabeden üstatları Abdullah b. Mes’ud, ictihada çok başvuranlardandı. Ayrıca Irak, eski kültürlerin merkezi olduğu için hayat karmaşık, problemler çok, bunun yanında hadis ve eser kültürü azdı. 

2-Şer’î hükümlerin illet ve hikmetlerinin akılla anlaşılacağını savunurlar. Dolayısıyla hükümlerin illet ve hikmetlerini araştırırlardı. 

3-İslam’ın genel prensiplerine aykırı olan bazı zayıf rivayetleri kabul etmemişlerdir. Çünkü Irak, farklı milletlerin, değişik düşüncelerin yoğun olduğu ve hadis uyduranların çok olduğu bir yerdi. 

4-Hukukta mantık kurallarını daha çok kullanırlardı. 

5-Hükümlerin illet ve maksatlarını araştırırlar, lafza bağlı kalmazlardı. 

6-Henüz ortaya çıkmayan meseleler üzerinde duruyorlar ve nazarî ictihada başvuruyorlardı. Onlara göre eczacının ilaçları depoladığı gibi, olması muhtemel olan işlerin de, hükümlerinin belirtilmesi gerekir. Zîra hasta, eczaneye ihtiyacı için nasıl gidiyorsa, halkta karşılaştığı problemlerin çözümünü hazır halde bulmalıdır. 

 

C - Meşhur Tâbiîn Fakihleri

  Tâbiîn Devrinde yetişen fakihlerin en meşhurları şunlardır:

  Medîne’de: Said b. Müseyyep, Hârice b. Zeyd, Urve b. Zubeyr, Kâsım b. Muhammed, Süleyman b. Yesâr, Ubeydullah b. Abdullah, Ez- Zuhrî…

  Mekke’de: Atâ b. Ebî Rebah, Mücâhit, İkrime…

Basra’da: Hasan El – Basrî, Muhammed b. Sirin, Katâde…

  Kûfe’de: Alkame b. Kays, Şurayh, Mesruk b. Ecda, İbrahim Nehaî, Hammâd b. Ebî Süleyman…

  Şam’da: Mekhul, Ömer b. Abdulaziz, Ebu İdris Havlanî…

  Mısır’da: Yezid b. Ebî Habib, Leys b. Sa’d… 

D - Tabiîn Devrinde Tedvin

  Bu devirde halife Ömer b. Abdulaziz’in emriyle hadisin tedvinine resmen izin verilmiştir. Sahabe devrinde kişisel olarak başlayan tedvin işi, bu dönemde devletin de teşvîki ile daha yaygın hale gelmiştir. Tabiînden bazı fakihler, fıkıh sahasında eserler yazmıştır; Urve b. Zubeyr’e atfolunan fıkıh kitabının harre gününde yanıp kül olduğu rivayet edilmiştir. Şa’bî “es-Sadakât ve’l – Ferâiz” adlı eseri yazmıştır. Ebu’z-Zinad “Biz helal ve haram hakkında yazdık, fakat Zuhrî her işittiğini yazdı” demiştir. Zuhrî, fetvâları, fıkıh bablarına göre üç, Hasan el–Basrî ise fetvâları yedi bab halinde yazmıştır. Mekhul “es-Sünen fi’l-Fıkıh” adında bir kitap yazmıştır. İbrahim en- Nehaî hocalarının fetvalarını bir kitap haline getirmiştir. Hammâd b. Ebî Süleyman’ın fıkha ait bir mecmuasının bulunduğu rivayet edilmiştir. Bugün elimizde mevcut, fıkıh sahasında ilk tedvin edilmiş eser, Zeyd b. Ali’nin “el-Mecmû’ul-Fıkhî” adlı eseridir. Bu eser, müsteşrikler tarafından neşredilmiştir. 

 

E - Tabiîn Devrinde Fıkhın Kaynakları

  Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in hilafetleri zamanında sahabiler, özellikle Medine şehrinde ikâmet ediyorlardı. Sahabiler bir zarûret bulunmadıkça bu şehirden çıkıp yeni fethedilen şehirlere gitmiyorlardı. Hatta Hz. Ömer, sahabenin Medine’den ayrılmasını yasaklamıştı. Bu sebeple bu devir de icma ve şûra icithadı kolay gerçekleşebiliyordu. Hz. Osman zamanında durum değişti. Hz. Osman ashabın Medine’den ayrılmalarına izin verdi. Bunun sonucu sahabe İslam ülkesinin bütün şehirlerine yerleştiler. Her bölge halkı, kendi bölgelerine yerleşen sahabilere özel bir ilgi gösteriyor ve dînî konularda onlardan fetva soruyordu. Bu arada ilme meraklı gençler, kendi bölgelerinde bulunan sahabilerin ders halkalarına devam ediyor ve onların görüşlerini öğrenip benimsiyorlardı. Mesela Medineliler İbni Ömer, Mekkeliler İbni Abbas, Küfeliler İbni Mes’ud’dan fıkıh öğrenmişlerdir. Böylece tabiîler fıkhı, kendi bölgelerinde bulunan sahabilerden öğrenmişler, hükümleri çıkarmada onların usullerini uygulamışlardır. 

  Tabiîler, hocaları olan sahâbîler gibi, hüküm istinbatında önce Kitab’a, sonra Sünnet’e başvuruyorlardı. Bu iki kaynakta hükmünü bulamadıkları meseleler için ashabın o konuda görüşlerinin olup olmadığını araştırıyorlardı. Eğer sahabe bir konuda ittifak etmişlerse onu alıyorlar, ihtilaf etmişlerse ya çoğunluğun görüşünü ya da ilmine çok güvendiği kişilerin görüşlerini alıyorlardı. Şayet bir meselede sahabenin görüşünü bulamazlarsa, kendileri ictihada başvuruyorlardı. 

Şu halde tabiîn devrinde fıkhın kaynakları şunlardır : 

  1-Kur’an, 2-Sünnet, 3- İcma, 4- Sahabe Kavli ve fetvaları, 5-Re’y