Kaza Ve Mahkeme

Kaza Ve Mahkeme

 

A- Kazanın Manası :

  Kazanın usul hukukunda bir dar, diğeri geniş iki manası vardır. 

a) Geniş Manada Kaza: 'Hüküm ve Hakimlik' manalarına gelmektedir. Bu manaya göre kaza, adaleti tevzi eden teşkilatı ve bu teşkilatın işleyişini ifade etmektedir. Kaza teşkilatı başka bir ifade ile adliye teşkilatı ve bu teşkilatın işleyişi denince, mahkemeler, kaza görevini ifa eden hakimler ve yardımcıları, muhakeme usulü gibi hususlar bir bütün olarak kastedilmiş olur. Mecelle'de kaza geniş manada alınmış ve ona göre tarif edilmiştir. Fıkıh kitaplarında bulunan Kitabü'l-Kada, Edebü'l-Kadi gibi tabirler, geniş manada kazayı ifade etmektedirler. Bugün Nizamü'l-Kaza adıyla yazılan kitaplarda kaza kelimesi geniş manada kullanılmaktadır. 

  b)  Dar Manada Kaza : Geniş manada kazanın bir unsuru olup hakimin hükmü, mahkeme kararı manasına gelmektedir. Bu manaya göre bir hakimin, muhakeme ve duruşma sonunda İslam Kanunlarına göre verdiği karara kaza veya hüküm denmektedir. İşte bu mana kazanın dar manasıdır. Mecelle kazayı geniş manada aldığı için hüküm kelimesini dar manada kaza yerine kullanmış ve ona göre tarif etmiştir. Fıkıh kitaplarında kaza hem geniş hem de dar manada kullanılmıştır. Bu arada bazı fıkıh kitaplarında dar manada kaza kelimesi yerine hüküm kelimesinin de kullanıldığı görülmektedir. 

B- Hakim ve Hüküm verme yetkisi

  Hakim (kadi) lerin görevleri, insanlar arasında meydana gelen ihtilafları sonuçlandırmak, kanunlara uygun olmayan suç ve hareketleri kanunları uygulayarak ortadan kaldırmak, tek kelime ile adaleti tevzi etmektir. Bu itibarla hakim olacakların hukuk ilmine derin vukufları, sosyal münasebetlerin gereklerini, halkın ihtiyaçlarını, örf ve adetlerini anlayacak derecede genel kültürleri, dış tesirlere mukavemet edecek derecede karakter, ahlak ve seciyelerinin bulunması gerekir. 

Hz. Peygamber (a. s) , Sahabe, Tabiin ve Tebeü't-Tabiin devirlerinde kadılar, müctehidler arasından seçilip tayin ediliyordu. Bu devirlerde kaza görevini ifa eden kadılar, davaları Kur’an, Sünnet ve İcma'ya başvurmak suretiyle hükme bağlıyorlardı. Bu kaynaklarda açık hükmü bulunmayan meselelerin hükümlerini ictihad ederek çıkarıyor ve ictihadlarını kararlarına mesned ediyorlardı. İşte ilk devirlerde hakimler müctehid oldukları için kendi görüş ve ictihadları ile davaları karara bağlamakta serbest idiler. 

  Fakihler, kaza görevini ifa edecek hakimlerin müctehid olmalarını şart koşmakla birlikte zaruret halinde ictihad iktidarına sahip olmayan kişilerin de hakim olarak tayin dilebileceğini ve bu durumda bir mezhep veya bir müctehidin ictihadlarına göre hüküm verilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Şu halde davaları karara bağlayanın ilmi iktidarına göre hüküm (karar)  üç kısma ayrılır :

  1- İctihad yoluyla verilen hüküm (karar) 

2- Tahric yoluyla verilen hüküm (karar) 

  3- Bir müctehidin başka bir ifade ile bir mezhebin ictihadlarına göre verilen hüküm (karar) 

C-Mahkemede Uygulanan Kanunlar :

  Hakimin muhakeme sonucunda verdiği hükmün (kararın) , hem objektif olması ve hem de İslami kanunlara uyması gerekir. Bu cümleden olarak hakimler, davaları şahsi görüş ve kanaatlerine göre değil, tarafların getireceği adli delillere bağlı kalarak sonuçlandırmak mecburiyetindedirler. Adli deliller denince şehadet, ikrar gibi deliller akla gelir. 

  Mahkemede uygulanacak kanunlar : Hakimler, davaları Kur’an ve Sünnet nasslarına bağlı kalarak hükme bağlar ve nasslarda açık hükmü bulunmayan hususlarda da ictihad ederler. Hakimler, nasslar ışığında çıkarılmış hükümleri içinde bulunduran fıkıh kitaplarını da kanun olarak uygulayabilirler. Aynı şekilde mahkemede naslar ışığında hazırlanmış kanunlar da uygulanabilir. 

  Bilindiği gibi Hz. Peygamber (a. s)  zamanından itibaren, Abbasi halifesi Harun Reşid devrinde Kadi'l-Kudat olan Ebu Yusuf'a kadar hakimlerin, kanun mesabesinde baş vurdukları kaynaklar Kur’an, Sünnet, Sahabe fetvaları ve kendilerinin ictihadları idi. Bu devrede fıkhi hükümlerin tedvin edildiği fetva ve fıkıh kitapları yoktu. Ebu Yusuf'tan itibaren Abbasi ve Osmanlı devletlerinde Hanefi fıkıh kitapları hüküm verilirken karar mercii olarak kabul edildi. Bu arada Osmanlılarda idare ve ceza gibi amme hukuku sahasında kanunnameler çıkarıldı. Endülüs'te Maliki mezhebi, Fatımiler devrinde Mısır'da Şia mezhebi, Eyyubiler devrinde genellikle Şafii mezhebi, Memluklerde dört mezhebin fıkıh kitapları hüküm mercii olarak uygulanmıştır. Osmanlıların son devirlerinde Mecelle kanunlaştırıldı ve hakimlerin medeni hukuk sahasında hüküm mercii oldu. Bunu 20. yüzyılda İslam ülkelerinde bazı kanunlaştırma hareketleri takip etti. 

D- Kaza ile İfta Arasındaki Farklar: 

  Müfti fetva verirken, kadı karar verirken riayet edecekleri usul aynıdır. Ancak kaza ile fetva arasında bazı farklar bulunur. Bunlar şunlardır :

  1- İfta, dini hükmü sadece açıklamak ve haber vermektir. Bu sebepten müstefti, müftinin fetvası ile amel edip etmemekte serbesttir. Müfti, müsteftiye fetvasını uygulama hususunda baskıda bulunamaz. Kaza ise taraflara, kendilerine, dini hükmü bağlayıcı olarak haber vermek ve açıklamaktır. Bu sebeple taraflar, kadının verdiği hükmü, hükümet kuvvetiyle uygulama durumunda kalır. 

  2- Fetva umumi, kaza ise hususidir. Müftinin verdiği fetva ile müstefti amel edebileceği gibi, diğer müslümanlar da amel edebilirler. Halbuki hakimin verdiği karar sadece davanın taraflarını bağlar. 

  3- Fetvanın sahası, kazanın sahasından daha geniştir. Müfti ibadet konularında fetva verebilir. Halbuki kadı ibadet konularında hüküm veremez. 

  4- Bir müctehidin, başka bir müctehidin kendi ictihadına aykırı olan fetvası ile amel etmesi caiz değildir. Halbuki bir müctehidin, kendi ictihadına aykırı da olsa mahkeme kararına uyması vaciptir. 

  5- Kaza hakkı devlet başkanına aittir. Kadı onun adına hüküm verir. Devlet başkanının görevlendirmediği bir şahıs -müctehid bile olsa- hüküm veremez. Halbuki ifta böyle değildir. İctihad iktidarına sahip her müslüman fetva verebilir. Bu bakımdan fetva, devlet tarafından tayin edilen resmi müftilerin inhisarında değildir. 

  6-Kadı’nın kaza görevi, zaman ve yer bakımından sınırlandırılabilir. Hatta bir kadıdan bir mezhebin, bir müctehidin görüşleri üzerine davaları sonuca bağlaması da istenebilir. İfta ise böyle değildir, hiç bir surette kayıt altına alınamaz. Bu sebeple müctehid bir müfti, istediği yerde, istediği zamanda kendi ictihadına göre fetva verebilir. 

  7- Müftinin fetvası işin diyanet yönünü, hakimin hükmü ise, işin zahiri yönünü ilgilendirir. Bu bakımdan müfti, müsteftiyi dinledikten sonra, şer'i delillere göre fetvasını verir. Hakim ise tarafların getirdiği adli delillere bağlı kalır ve şer'i delillere göre hükmünü verir. 

  8- Fetva bir rivayet yolu, kaza ise bir şehadet ve velayet yoludur. Bu sebeple rivayeti kabul olan kişinin fetvası da kabul edilir. 

  9- Bütün fakihler, bilgin kadınların fetva verebileceğini kabul etmişlerdir. Ancak doktrinde kadınlara kaza görevinin verilip verilmeyeceği hususu münakaşa edilmiştir. Hanefilere göre kadınlar şahitliklerinin kabul edildiği hukuk davalarında hakim olarak tayin edilebilirler. Hanbeli, Şafii ve Maliki mezheplerine göre ise kadınlar hiçbir konuda kadı tayin edilemezler. 

  10- Müfti, kendisi, yakınları için fetva verebilir. Halbuki kadı, kendisinin, usul ve furu'unun, işçisinin, vekilinin, hasmının, ortağının vb. kişilerin davalarına bakamaz.