Taklid

Taklid

a) Taklid Ve İttibanın Manaları

aa) Taklid: Gerdanlık manasına olan kılade'den türeyen taklid, lügatte bir kimseye gerdanlık takmak demektir. Usulcülerin ıstılahında taklid, delilini bilmeksizin başkasının görüş, fikir ve ictihadiyle amel etmektir. Buna göre bir kimsenin, dayandığı Kitab, Sünnet ve icma delillerinden biri bilinmeksizin, sözünü almakla, taklid tahakkuk etmiş olur. Taklid edene mukallid denir. Mukallid, delile değil, hükmü çıkaran alime itimat etmektedir. Bir müctehidin görüşleriyle amel eden kişi, amelinden meydana gelecek uhrevi-manevi mesuliyeti, o müctehidin boynuna yüklediği için, bu ameline, taklid, kendisine de mukallid denmiştir. 

  ab)  İttiba : Müctehidin delilini bildiği halde, onun ictihadıyla amel etmeye taklid değil, ittiba denir. Kişi, taklidde hükmü, ittibada ise delili kabul etmektedir. Bu bakımdan ittiba, ictihad ile taklid arasında orta bir mertebedir. Yani ittiba ictihaddan aşağı, taklidden üstün bir mertebedir. Bir müctehidin ictihadının delilini bildiği halde, onun görüşüyle amel eden kişiye müttebi adı verilir. 

 

 

b) Taklidin Hükmü 

  ba)  İtikadda Taklid:

  Kelam alimleri, birkaçı müstesna, itikadi konularda taklidin caiz olmadığını söylemişlerdir. Çünkü, İslam'da ilim, irfan, araştırma övülmüş, cehalet, taklid, körü körüne inanma ise yerilmiştir. Öyle ise her insan akli ve nakli delillere dayanarak Allah'ı bulacak ve iman edecektir. Bu duruma göre bir kişinin, bir başkası öyle söylediği ve iman ettiği için inanması, makbul bir davranış değildir. Eş'ari'ye göre mukallidin imanı sahih değildir. Pek tabii bu fikrin doğru olduğunu kabul etmek de güçtür. Çünkü, Peygamber Efendimiz, bu gibilerin imanını kabul eder ve onların inandıklarına dair delil istemezdi. Bu sebeple ehl-i Sünnet alimleri, mukallidin imanının sahih olduğuna, ancak onun, dinin emri olan tefekkür ve muhakemeyi terk ettiği için günahkar olduğuna kani olmuşlardır. 

  bb)  Amelde Taklid:

  Alimler, ibadet, muamelat ve Ukubat konularında taklidin caiz olup olmadığı hususunda, farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu konuda insanları üç kısma ayırmışlardır : 1-Müctehidler, 2-Mukallidler, 3-Avam. 

  1- Müctehidler:

  Fakihlerin çoğunluğuna göre, itikadi konularda olduğu gibi, fıkhi konularda da, mutlak bir müctehid için, diğer mutlak bir müctehidi taklid etmek haramdır. Ancak herhangi bir mes'elenin hükmünü istinbat edecek kadar vakit bulamayan bir müctehidin, böyle bir zarurete mebni olarak, o konuda başka bir müctehidin ictihad ve görüşüyle amel etmesi caiz görülmüştür. Diğer müctehidler için, ictihad ettiği konular dışında, başka bir müctehidi taklid etmek caizdir. 

  2-Müttebiler ( İctihada muktedir olmayan alimler ) 

  “Zaruretler, kendi miktarlarınca takdir olunur”kaidesince, avam için vacip olan taklid, ictihada muktedir olmamakla birlikte, taklid edeceği müctehidin delilini anlayacak kadar alim olanlar için vacip değildir. Çünkü avam için taklid zaruri ise de, müctehid seviyesinde olmayan alimler için, böyle bir zaruret yoktur. Çünkü bu alimler, tabi oldukları müctehidin delillerini anlamaya muktedirdirler. Şu halde bunlar için, delilde taklid caiz olduğu halde, hükümde caiz değildir. Bu sebeple alimlerin, mensub oldukları mezhep imamının hükümlerini istinbat ettiği delilleri bilmesi vaciptir. Ancak zamanımızda çoğu meselelerde, mezhep imamlarının hükümlerinde istinbat ettikleri delilleri bilmek çok zordur. Bunların tamamını öğrenmeye ömür bile kafi gelmez. İşte bu konuda da, "meşakkat, teysiri celbeder”kaidesince taklid caiz görülmüştür. 

  Burada ifade edelim ki, mezhep imamları, ilim erbabını taklidden sakındırmışlardır. İmam Malik, "Ben beşerim. Bazen hata, bazen isabet ederim. Bu sebeple benim ictihadımı tetkik ediniz, Kitab'a ve Sünnet'e muvafık bulursanız kabul ediniz, bulamazsanız, reddediniz. ”demiştir. Ebu Hanife, herhangi bir konuda fetva verdikten sonra ; "bu benim bir görüşümdür. Bu çıkarabildiğim en isabetli bir görüştür. Kim bundan daha güzel bir görüş ileri sürerse, doğru olan görüş odur. ”derdi. 

Ahmed b. Hanbel: "Ne beni, ne Malik'i, ne İbrahim en-Nehai'yi ne Evzai'yi ne de başka bir zatı taklid ediniz. Şer'i hükümleri kaynağından alınız. ”demiştir. 

  Müzeni, "muhtasar”adlı eserinin mukaddimesinde, hocası olan İmam Şafii’nin kendisini taklidden menettiğini yazmıştır. 

Netice olarak diyebiliriz ki, müctehidler için taklid caiz olmayıp, onlar için ictihad vaciptir. İctihada muktedir olmayan alimler için taklid caiz olmayıp, tabi olduğu müctehidin delilini öğrenmesi vaciptir. Ancak delilini öğrenemememişse taklid caizdir. 

  3- Avam (Halk) 

  İctihada muktedir olmayan kişiler, müctehidlerin görüşleriyle amel etmek zorundadırlar. Çünkü mükellef bir kişi, şer'i hükümleri öğrenmek ve onlara uymak zorundadır. Ancak her mükellefin, şer'i hükümleri delillerinden çıkararak öğrenmesi mümkün değildir. Diğer taraftan fıkhi konulardaki ictihad ile, itikadi konulardaki ictihad birbirine benzemez. İtikadi konular sınırlı, delilleri de akli ve naklidir. Bu sebeple, itikadi konularda her akıllı insan, kolayca iman esaslarını kavrayabilir. Halbuki fıkıh konuları böyle değildir. Fıkıh konularının hem sayıları, hem de delilleri sınırsız denecek kadar çoktur. Bu sebeple fıkhi konularda ictihad, herkesin yapabileceği bir iş değildir. Burada ifade edelim ki, fıkhi konularda her müslümanın ictihad yapmasını beklemek doğru değildir. Çünkü bu takdirde insanların yaşamaları için zaruri olan ziraat, zanaat vb. işleri yapacak kimse bulunamaz. İşte bu gibi mülahazalarla, fıkhi konularda taklid, esasen kınanmış olmakla beraber, ictihada muktedir olmayanlar için zaruri görülmüştür. Kur’an-ı Kerim’deki ' Allah, dinde size hiç bir güçlük yüklemedi. ' (Hac:78) , ve "Şayet bilmiyorsanız, ilim ehlinden sorunuz. " (Nahl:43)  ayetleri de, bu konuda birer delildir. 

c) Mezheplerin Taklid Edilmesi 

  Hz. Peygamber devrinden itibaren, mezheplerin ortaya çıkışına kadar geçen devrede ictihad iktidarına sahip olmayan alimler ve mukallidler, dini müşkil ve problemlerini müctehidlerden sorup öğreniyorlardı. Bir şahıs dini bir problemini bir müctehide sorarken, başka bir meselesini de, bir başka müctehide sorabiliyordu. İkinci asırda fıkhi mezheplerin ortaya çıktıklarını ve ictihad iktidarına sahip olmayan alimlerin ve mukallidlerin, bir mezhebe bağlı olarak yaşadıklarını görüyoruz. Ancak müctehid olmayan bir şahsın, sadece bir müctehidin görüşlerine, yani bir mezhebe bağlı kalarak amel etmesinin vacib olduğuna dair, herhangi bir akli ve nakli delilin mevcut olduğuna rastlamak mümkün değildir. Bununla beraber alimler, ictihad iktidarına sahip olmayan kimselerin, fıkhi mezheplerden herhangi birine ; özellikle hükümleri tamamen tedvin edilen ; Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheplerinden birine bağlı olarak amel etmelerinin caiz olduğuna kani olmuşlardır. 

  Şu da bir hakikattir ki, dini konularda hiçbir malumatı olmayan avam için, bir mezhebe mensub olmakla olmamak arasında herhangi bir fark yoktur. Çünkü, insan tercihini kullanarak bir mezhebe mensub olur. Tercih ise, asgari bir ilim gerektirir. Avamda ise, tercih yapacak ilim yoktur. Bu sebeple usul alimleri “avamın mezhebi yoktur. Onun mezhebi müftisinin fetvasıdır. ”demişlerdir. 

  Bir kimsenin tek bir mezhebe bağlı olarak amel etmesi caiz olmakla birlikte, şu hususları da hatırında devamlı olarak tutması gerekir :

  1- Mezhep imamları, nasslardan kendi anlayışlarına göre hüküm çıkarmışlardır. 

2- Bir mezhep, İslam Dini'ni tamamiyle temsil edemez. Bu bakımdan kişi, mensubu olduğu mezhebe, din nazarıyla bakamaz. 

3- Mukallid, herhangi bir meselede, mezhebinin hatalı olduğunu anlarsa, başka bir mezhebin görüşüyle amel edebilir. 

  4- Mukallid, mezhep taassubuna kendini kaptırmamalıdır. Bu konuda şunu söylemelidir : "Benim mezhebim haktır, hatalı olma ihtimali ile. Başka mezhepler hatalıdır, hak olma ihtimaliyle". 

  5- Mezheplerin farklı anlayış ve farklı fikir sahibi olmaları tabiidir. Bu husus yadırganmamalıdır. Çünkü akıl sahibi olan insanların farklı düşüncelere sahip olmaları normaldir. Unutulmamalıdır ki, farklı ictihadlar, İslam Hukukunun gelişmesine vesile olur. Bu sebeple mezhep imamları ve müctehidler hürmetle anılmalıdır. 

  6- İhtiyaç bulunduğunda kişi, mensubu bulunmadığı hak bir mezhebin görüşü ile amel edebilir. Bir mezhebe bağlı kalmanın zaruriliği konusunda hiç bir akli ve nakli delil yoktur. 

  7- İslam Şeriatı, her mezhep hakkında şer'i bir delildir. Fakat hiçbir mezhep, İslam Şeriatı hakkında şer'i bir delil değildir. 

  8- Bir mezhebe bağlanmanın dini dayanağı, mezhep imamlarının İslam'ı öğretme ve bilme konusunda, yetkili kabul edilmesindendir. Yani hakikatte her müslüman, Kur’an ve Sünnet'e tabi olmaktadır. “Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun” ayeti, sahabenin ve selef-i salihinin metodu, ilim ehli olan mezhep imamlarına tabi olmayı caiz kılmaktadır. 

d) Tek Mezhebe Bağlanmanın Hükmü :

  Müctehid olmayan bir kimsenin, herhangi bir mezhebe bağlanmasının hükmü üzerinde, taklid döneminde tartışma başlamıştır. Dördüncü asra kadar, bir kimsenin dini-ameli hayatında tek bir mezhebe bağlanmasının gerekli olduğunu ortaya atan olmamıştır. Mezhep taassubu başladıktan sonra, bir mezhebe bağlı kalmanın lüzumu da münakaşa konusu olmuştur. Araştırmacı alimler, aşağıdaki delillerle, bir kimsenin muayyen bir mezhebi taklid etmesinin şart ve vacib olmadığını, bunun ancak caiz olabileceğini ve gerektiği zaman da o mezhebi terk edip, başka bir mezhebe geçebileceğini ifade etmişlerdir: 

1- Allah ve Rasulü tek bir mezhebe bağlı kalmayı farz kılmamıştır. 

2- Selef tatbikatında mezhep ve tek mezhebe bağlılık yoktur. 

3- Yeni müslüman olan bir kimsenin, dilediği alimi taklid edebileceği ve bir sahabeye soru soran bir kimsenin, başka bir sahabeye de sorabileceğinde icma vardır. 

4- Avamın bir mezhebe tabi olmasının, ilmi ve şer'i hiç bir değeri yoktur. Esasen avamın mezhebi yoktur. Onun mezhebi müftinin fetvasıdır. 

5- Bir mezhebe tabi iken, bunu terk edip başka bir mezhebe geçen pek çok muteber alim vardır ; mesela Tahavi; Şafii iken Hanefi, Hatip Bağdadi; Hanbeli iken Şafii, İbn Faris; Şafii iken Maliki, Ebu Hayyan; Zahiri iken Şafii olmuştur.