Malı Muhafaza

5-Malı Muhafaza

a)  İslam’ın dünyaya bakışı 

b)  İslam’da kazanç sağlamanın hükümleri 

c)  İslam'ın özel mülkiyete yön veren bazı kuralları 

d)  Malın korunması için alınmış olan tedbirler

 

 

5-Malı Muhafaza

  İslam şeriatının beş temel amacından biri de, malı muhafaza etmektir. Malı muhafazadan maksat, sadece malın olduğu gibi korunması değildir. Buna mal ve servetin kazanılması, nemalandırılması ve emeğin korunması da dahildir. Malı muhafazadan maksad hem kazanılmış serveti koruma, hem de sahip olunan maddi varlığı, meşru yollarla geliştirme, artırma, üretme, servet kazanma ve bütün bunları hukuken koruma manalarını ifade eder. 

a)  İslam’ın dünyaya bakışı . 

  İslam'a göre dünya bir imtihan yeridir. İmtihanı kazananlar cennete, kaybedenler cehenneme gideceklerdir. Dünyayı imar etmek, dünyadan faydalanmak herkesten çok müslümanların hakkıdır. Müslüman, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışacaktır. Müslüman iki kanatlı bir kuş gibi, dünya ve ahiret dengesini korumalıdır. Ne tamamen dünyaya meyletmeli, ne de tamamen dünyayı bırakıp ahirete yönelmelidir. 

  Tarihte bazı kimseler dünyaya son derece olumsuz bakmış, fakirliği zenginliğe tercih etmiş, hatta dünyayı tümüyle reddetmişlerdir. Bunlar, uzlete çekilmişler, inziva hayatı yaşamışlar, dünyayı dokunanı kirleten bir leş olarak görmüşlerdir. Bunlar bir lokma bir hırka felsefesi ile dünyadan uzak durmaya çalışmışlardır. Bu düşünce zamanla müslümanlar arasında kabul görmeye başlamış ve müslümanların geri kalmalarına sebep olmuştur. 

  Esasen Kur’an ve Sünnet'te dünyanın kötülendiği, müslümanların bundan sakındırıldığı doğrudur. Ancak burada kötülenen ve reddedilen şey, insanların dünyaya kul köle olması, dünyanın hizmetine girmesidir. İslam'ın istediği şey ise, dünyayı avucuna almak, onu hizmetinde kullanmak ve dünya nimetlerinden gerektiği kadar insanların istifade etmesidir. İslam’da bir mamur hale getirilesi için teşvik edilen ve övülen dünya var, bir de kınanan, kötülenen dünya var. Nitekim dünya nimetlerinden yararlanılması ve dünyanın imar edilmesini teşvik eden ayet ve hadisler vardır. 

Kur’an'da: “Allah'ın kulları için yaratmış olduğu ziyneti ve güzel rızıkları kim haram kılabilir. De ki, onlar, dünya hayatında (inanmayanlarla birlikte)  inananlarındır. Kıyamet gününde ise yalnız mü'minlerindir. " (A'raf:32) , "Dünyadan nasibini unutma. . " (Kasas:77)  buyurulmaktadır. Hadisi şer’iflerde ise : “Veren el, alan elden üstündür. ", "Allah bir kuluna ihsanda bulundu mu, bunun eserini, onun üzerinde görmek ister. ", "İki günü birbirine müsavi olan ziyandadır. ”buyurulmaktadır. İslam’ın mala ve servete verdiği değeri gösteren bir çok ayet ve hadis olmakla beraber biz burada iki hususa işaret edeceğiz;

  1-İslam’da zekat, cihad, hac ve nafaka gibi bir takım farzlar vardır ki, bunları ancak mal ve servete sahip olmakla ifa etmek mümkündür. Şüphesiz ki farzların ifasına vasıta olan şey, önemli ve değerlidir. Zekatı ve haccı övmek için söylenmiş her söz, aynı zamanda malı ve serveti övmek için de söylenmiş kabul edilmelidir. 

  2- Mal ve servet önemli olduğu için, israf ve zayi edilmesi haram kılınmıştır. Bundan dolayıdır ki, Hz. Peygamber, bazı sahabileri, dünyayı terk etmekten, kendilerini bütünü ile ibadete vermekten menetmiştir. Bu gibi davranışlar, dinde aşırılık sayılarak yasaklanmıştır. Dini vazifeleri ifaya engel olmayan ve haksızlıklara sebep olmayan dünyalık mal ve servet, ne kadar çok olursa olsun, İslam ona asla karşı çıkmaz. Nitekim Hz. Peygamberin en yakın dostları arasında Hz. Osman ve Hz. Zubeyr gibi zengin kimseler vardı. Bu konuda bir örnek verelim : Mesela, dükkanında ticaretle uğraşan kimse, eğer hileli iş yapıyor, eksik ölçüp tartıyor, yalan söylüyor, malının ayıbını gizliyor ve fahiş kazanç sağlıyorsa . . . ayrıca bu işle uğraşması, ibadet hayatını terk etmesine veya aksatmasına sebep oluyorsa, işte bu, İslam'da kınanan ve kötülenen dünyadır. Ama bu kişi, meşruiyet sınırları içerisinde, samimiyet ve sadakatle mesleğini icra ediyor, bunu yaparken ibadetlerini ihmal etmiyorsa bu da övülen ve sevilen bir dünyadır. Esasen kendisine, ailesine, akrabalarına ve insanlara faydalı olmak için helal kazanç temin etmek ibadettir. Bu maksatla çalışan bir kimse dünyasını ahireti haline getirmiştir, burada ektiğini orada biçecektir. 

  Bu konuda şu hadisi şerife bakmak, İslam'ın dünyadan neyi anladığını açıkça gösterir: “Vücuddaki her organ üzerine bir sadaka düşer, iki kişinin arasını bulmak sadakadır, merkebe binen veya ona yük yükleyen bir kimseye yardımcı olmak sadakadır. Güzel bir söz söylemek sadakadır. Camiye gitmek için atılan her adım sadakadır. İnsanlara eziyet veren bir şeyi yoldan kaldırmak bir sadakadır. Kişinin karısıyla ilişkiye girmesi de sadakadır. "

  İslam dünyaya önem vermiş, onun imar edilmesini istemiştir. Ancak mal ve servet ne kadar önemli olursa olsun, dini ve ahlaki hükümleri yerine getirmek daha önemlidir. Yani ruh bedenden, ahiret dünyadan, dini değerler, maldan daha önemlidir. O halde bunlardan birini diğerine tercih etmek gerekirse, ruh bedene, ahiret dünyaya, din mala tercih edilir. Dünyayı ve malı gaye edinmek, caiz değildir. İslam’da manevi değerler, daima maddi değerlerden üstün tutulmuştur. Bu sebeple paraya, şöhrete, dünyaya kul köle olan insanlar, şiddetle kınanmış ve kötülenmiştir. 

  İslam'da sağlam ve sağlıklı bir kimsenin oturup başkalarının sırtından geçinmesi haramdır. "Zengine ve normal güce sahip olan kimseye sadaka vermek caiz değildir. ”hadisi ile diğer bazı hadisler, herkesin rızkını kendi gücü ile temin etmesini amirdir. Ancak bunun bazı istisnaları vardır. Sahabeden Kabisa anlatıyor:Bir angarya yüklenmiş, bu sebeple yardım istemek üzere Rasulüllah'a gelmiştim. Peygamber Efendimiz, zekat malı gelinceye kadar bekle de, sana istediğini vermelerini söyleyeyim dedikten sonra şöyle devam ettiler: “Ya Kabisa, şu üç kişiden biri olmak müstesna, istemek (dilenmek)  kimseye helal değildir :

  1- Bir angarya yüklenen kimse ki, o verdiğini almak maksadıyla ister, alınca da artık istemez. 

2- Mal varlığı bir felakete uğrayan kimse ki, geçimini sağlayacak kadar istemesi ona da helaldir. 

3- Çevresinde aklı başında üç kişinin "filan kimse yoksul düştü”diyeceği kadar yoksullaşan kimse. Bu da geçimini temin edinceye kadar ister. Bunların dışında kalan isteme haramdır. Bunu yiyen haram yemiş olur. "

Birinci maddede geçen angaryadan maksat; iki kişi arasındaki ihtilafı halletmek, çıkacak kavgayı önlemek için, bir kimsenin kendi malından yaptığı harcamadır. 

  Bu üç durumda müslüman, devlete başvurarak yardım isteyebilir. Devletin imkanları yoksa zenginlerden isteyebilir. Devletin bu maksatla bir fon kurması, ihtiyaç sahiplerini, zenginlere başvurmaktan kurtarması, vazifeleri arasındadır. 

  Bu hallerin dışında müslümanın vazifesi bir iş ve meslek edinerek çalışıp kazanmasıdır. Müslüman helal ve meşru olmak şartı ile her işte çalışabilir. Önemli olan içki ticareti, kumarhane açmak ve kumar oynayarak para kazanmak gibi haram olan bir iş yapmamaktır. Müslüman ticaret, ziraat, memuriyet, eğitim ve öğretimle ilgili bir meslek seçebilir. 

 

b)  İslam’da kazanç sağlamanın hükümleri :

  1- Kendisine, ailesine ve borçlarını ödemeye yetecek kadar kazanç temin etmek farzdır. 

  2- Akrabalarına ve fakirlere yardım etmek maksadı ile çalışıp kazanmak müstehabtır. 

  3- Güzel ve müreffeh bir hayat sürmek için çalışıp kazanmak mübahtır. 

  4- Helal kazanç ile de olsa, övünmek, kibirlenmek, azgınlık ve taşkınlık yapmak için kazanmak, duruma göre mekruh veya haramdır. 

  Servet edinmenin iki sebebi vardır: Bunlardan biri hırs ve ihtiras, diğeri emel ve hevestir. Eğer insanda dünyadan faydalanma, dünyalık edinme emeli ve hevesi olmasa, dünya mamur olmaz, harap ve viran olur. Dünyanın imar edilmesini murad eden Yüce Allah, insana yaşama arzusu ve gücü vermiştir. İnsanlar çekici ve güzel olmayan bir dünyada yaşamak istemezler. Dünyayı yaşanılır hale getirmek için, onu mamur hale getirmek gerekir. Harap ve viran yerlerdeki halkın, mamur ve müreffeh yerlere akması bundandır. 

  Maverdi’in işaret ettiği gibi, dünya şu altı şeyle mamur olur :

  a)  İlahi nizamın hayata geçirilmesi, tatbik edilmesi, 

b)  Adil ve duruma hakim bir devletin mevcudiyeti, 

  c) Yaygın adalet, d) Genel Emniyet, e)  Sürekli bolluk ve yaşama isteği, 

  Bir millet ve devlet bu hususları istikrarlı ve devamlı surette sağlarsa, millete ve ülkeye refah gelir. Bahsedilen altı husustan emel ve heves, millet ve memleket kalkınmasının ve ümranın psikolojik saikidir. Yüce Allah bu emeli verdiği gibi, dünyanın imarı için insanları teşvik de etmiştir. Kur’an'da :"Mal ve evlat, dünya hayatının süsüdür. " (Kehf:46) , "Allah size semadan yağmur yağdırır, sizi mal ve evlatla destekler, sizin için bağ bahçe verir ve nehirler akıtır”buyurulmuştur. (Kehf:12-14) . 

  İnsanlar şevk ve hevesle yaşasınlar diye Yüce Allah dünyayı da, insanların hayatını da süslemiş, güzel göstermiştir. Mesela, semayı ışıl ışıl parlayan yıldızlarla süslemiş, bunu insanlara olan lütfu olarak bahis konusu etmiştir. İç dünyamızı imanla süslemiştir. Yüce Allah insanda güzele karşı bir meyil yarattığından, insanlar tabii ve zaruri ihtiyaçlarını karşılamakla kalmazlar, sanata, estetiğe de heves ederler. Medeniyetlerin gelişmesine, kültürlerin mükemmelleşmesine vesile olan işte bu duygudur. 

  Devletin en önemli görevlerinden biri de, insanlardaki yaşama hevesini, çalışma şevkini, mal mülk sahibi olma arzusunu söndürmemek, bilakis bunu canlı ve hareketli tutmaktır. 

  Hırs ve ihtiras, emel ve hevesten ayrı bir şeydir. Meşru ve makul yolardan ayrılmadan, mal ve servet sahibi olmak emel ve hevestir. Aynı maksada meşru olmayan yollardan ulaşmak, zengin olmak için her türlü vasıtayı mübah görmek ihtirastır. Muhteris kişi, zengin olmak için helal haram demez, onun bunun hakkını yer, hile yapar, çalar çırpar, yalan söyler, kazandığı malın zekatını vermez. Kısaca dünyanın, malın, servetin esiridir. Hırs, insani faziletleri, beşeri meziyetleri, ahlaki hasletleri ve dini hisleri yok eder. Bu yüzden aç gözlülük ve tamahkarlık kötülenmiştir. Hırs ve tamah, kısmeti değiştirmez fakat sahibine zarar verir. Hırsla kalkan zararla oturur. Deveyi yardan atan, bir tutam ottur. İhtirasın, tamahkarlığın, açgözlülüğün ne kadar zararlı olduğunu göstermek için ibretli bir menkıbe anlatalım :

  Üç kişi yolda giderken bir küp altın bulmuşlar. Civardaki kasabadan yiyecek almak için, içlerinden birini oraya göndermişler. Adam kasabaya gidince, geride kalan iki kişi, aralarında anlaşarak altını ikiye taksim etmeye, kasabadan dönen arkadaşlarını öldürmeye karar vermişler ve arkadaşları dönünce kararı uygulamışlar sonra kasabadan gelen yemeği yemişler. Çok geçmeden onlarda zehirlenip ölmüşler. Çünkü öldürdükleri arkadaşları, altına, yalnız kendisinin sahip olması için yemeği zehirlemişti. İşte ihtirasın sonu. . .  

  Gerçekten de hırs ve tamah dostluk, arkadaşlık, akrabalık, vefa ve sadakat tanımaz. 

  Müslüman dünyada azim ve sebatla, sabır ve tevekkülle çalışmalı, hırstan, tamahkarlıktan uzak durmalıdır. Müslüman dünyada ve ahirette iyilik dilemeli, elinden geldiği kadar meşru yollardan kazanç temin etmeye çalışmalıdır. Ayrıca sahip olduğu nimetlerin kadrini, kıymetini bilmelidir. Bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Şu beş şey gelmeden evvel, beş şeyin kıymetini biliniz : Ölüm gelmeden evvel hayatın, hastalık gelmeden evvel sağlığın, meşguliyet gelmeden evvel boş vaktin, ihtiyarlık gelmeden evvel gençliğin, fakirlik gelmeden evvel zenginliğin. " (Acluni) . 

  Ateşten bir gömlek olmakla beraber, fakirlik ne ayıp, ne kusur, ne de günahtır. Bir toplumda fakir ve zenginlerin bulunması tabiidir. Bununla beraber fakirliği değişmez bir kader olarak görmek de doğru değildir. Kimseye muhtaç olmayacak şekilde çalışmak, yukarda da ifade ettiğimiz gibi dini bir vecibedir. 

Fakirlik, yoksulluk insanı yoldan çıkarabilir, günah işlemeye sevk edebilir. Bunun için insan elinden geldiği kadar çalışmalı, Allah'a tevekkül etmeli, fakirliğin de zenginliğin de bir imtihan vesilesi olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. 

  İslam'da her insan mülkiyet hakkına sahiptir. Ancak bu hak sınırsız değildir. İslam'ın özel mülkiyete yön veren bir takım kuralları vardır. Bu kurallardan bazıları şunlardır. 

c)  İslam'ın özel mülkiyete yön veren bazı kuralları :

  1- Malın sürekli kullanılması:

  İslam'da malın sürekli kullanılması, atıl bırakılmaması gerekir. Kur’an'da altın ve gümüşün atıl bırakılarak yığılması, biriktirilmesi kınanmıştır. Yine arazisini üç yıl üst üste boş bırakan kimsenin elinden, o arazinin alınacağı haber verilmiştir. Servet, zengin fakir her kesimin elinde dolaşmalı, bütün toplum o servetten bir şekilde istifade etmelidir. 

2- Kişinin malı ile orantılı olarak zekat vermesi :

  Altın, gümüş ve her türlü nakitler, tarımsal ürünler, büyük ve küçük baş hayvanlar, ticari gelirler, maden ve defineler, kişinin hayatı boyunca kazandıkları ve elde ettikleri mallar, zekata tabidir. İslam zekatla birlikte sadaka vermeyi de teşvik etmiştir. Kur’an'da şöyle buyuruluyor: “Mallarını Allah yolunda harcayanların misali, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tek tohumun misali gibidir. Allah kime dilerse ona kat kat verir. Allah ihsanı bol olan, hakkı ile bilendir. " (Bakara:261) , "Mallarını gece gündüz, gizli aşikar (hak yolunda)  harcayanlar yok mu? İşte onların Rableri katında mükafatları vardır. Onlara hiç bir korku da yoktur. " (Bakara:274) . 

3- Zararsız kullanma İlkesi:

  Müslüman malını en yararlı yerlerde kullanmalıdır. Başkalarının zararına kullanmamalıdır. Mesela, parasını faize yatıramaz, karaborsacılık ve içki ticareti yapamaz, sadece kendi çıkarını düşünemez. 

  4- Kazanç ve malın meşru olması :

  Müslüman her şeyden evvel, malını helal yoldan kazanmalıdır. Faizle, karaborsa ile, hırsızlıkla, hile ve vurgunla kazanç sağlamak caiz değildir. Bununla birlikte kazanılan malın da temiz ve meşru olması gerekir. Mesela içki, domuz, kumar aletleri İslam'da temiz ve meşru kabul edilmediği için helal değildir. 

  5- Dengeli kullanma ilkesi :

  Müslüman malını israf edemeyeceği gibi, cimrilik de yapamaz. Kur’an'da şöyle buyuruluyor:“Elini boynuna bağlı olarak asma. Onu büsbütün de açıp saçma. Sonra kınanmış pişman bir halde oturup kalırsın. " (Nisa:36-37) . 

  6- Usule uygun yarar:

  Kişi malını bencil ve egoist çıkarları için kullanamaz. Mesela, rekabet halinde olduğu kişiyi, iflas ettirmek için kullanamaz, bu benim malımdır diyerek servetini faydasız ve gereksiz yere harcayamaz. 

  Müslüman, Allah'ın kendisine vermiş olduğu malı, mümkün olduğunca en faydalı yerlere harcamalıdır. Allah yolunda harcanan malların karşılığının kat kat olacağı çeşitli ayet ve hadislerde belirtilmiştir. 

  7- İslam'ın miras yasasının eksiksiz uygulanması :

  İslam, her hak sahibine hakkını vermiştir. Kur’an'da varislerin hakları birer birer açıklanmıştır. İslam servetin yalnız bir kaç kişinin elinde birikmesine izin vermemiş, akrabalık derecesine göre yakından uzağa doğru bütün akrabalara bir pay ayırmıştır. Her müslüman bu taksime razı olmak mecburiyetindedir. 

d)  Malın korunması için alınmış olan tedbirler:

  İslam, malın korunması için bir çok hükümler koymuştur. Bu hükümlere bağlı kalındığı takdirde, malı muhafaza etmek mümkün olur. Ayrıca her müslüman bu hükümlere uymak zorundadır. Uyulmadığı takdirde bir çok maddi ve manevi müeyyide uygulanır. İslam’ın malı muhafaza konusunda aldığı tedbirler şunlardır :

  1- Hırsızlık haram ve büyük günahlardan sayılmıştır: Kur’an'da hırsızlık, şirk, adam öldürme ve zina ile birlikte zikredilmiştir. Hz. Peygamber, hırsızları lanetlemiştir. Eğer İslam, hırsızlık yapana el kesme cezası vermişse, bu onun mala, özellikle insan emeğine, alın terine ve mülkiyet hakkına verdiği değerden dolayıdır. Mal ve madde için el kesme cezasını ağır bulanların, mal ve madde için savaş yapılmasını, milyonlarca insanın bu uğurda öldürülmesini, mamur beldelerin harabeye çevrilmesini tabii karşılamalarını anlamak mümkün değildir. İnsanların huzur ve güven içerisinde yaşamalarının şartlarından biri de malı muhafazadır. Hırsıza öyle bir ceza verilmelidir ki, suçu işlemeden önce hırsızlık yapmasına mani olmalı, hırsızlık yaptıktan sonra da onu ıslah etmelidir. Çarpma ve yankesicilik de, aynı sebepten dolayı hırsızlık gibi büyük günahlardan sayılmıştır. 

  2- Bir malı sahibinden zorla almak (gasb)  haramdır:Kur’an'da bu tür davranışlar kınanmış ve bu işe yeltenen çapulculara, zorbalara, haydutlara ve şakilere, herkese ibret dersi olacak ağır cezalar verilmesi emredilmiştir. İslam, mal mübadelesinin ve taşımacılığın güvenle yapılabilmesi için, yol emniyetine büyük önem vermiş, yol kesen eşkiyanın en ağır biçimde cezalandırılmasını istemiştir. Kur’an'da şöyle buyuruluyor : "Allah ve Rasulü’ne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak)  düzeni bozmaya çalışanların cezası, ancak ya acımadan öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahud da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır. " (Maide:33) . Eğer böyle ağır cezalar konmamış olsaydı, yol emniyeti sağlanamazdı ve bu yüzden ekonomik hayat felç olur, huzur ve güven kalmazdı. 

  Yağma, talan, vurgun ve soygunu yasaklayan İslam, hukuka ve kanuna aykırı bir şekilde, fertlerin helal yollardan sahip oldukları mallarının müsadere edilmesini caiz görmez. Haksız vergilerle halka zulmetmek de doğru değildir. Ancak toplumun maslahatı gereği, adil ve dengeli vergiler konabilir. 

  3- Ölçü ve tartıda hile yapmak haram kılınmıştır: Ölçü ve tartıda hile yapmayı yasaklayan İslam, bu işi yapanlara esef etmektedir. Peygamber Efendimiz:"Aldatan bizden değildir. ” buyurmaktadır. (Müslim) . Kur’an'da ise şöyle buyuruluyor: "İnsanlardan kendileri bir şey ölçerek aldıkları zaman tam alan, ama onlara kendileri bir şey ölçüp tartarak verdiklerinde, eksik tutanların vay haline. Bunlar büyük bir günde tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı?" (Mutaffifin) . İslam'da ölçü ve tartıda hile yapmak yasaklanmış, doğruluk ve dürüstlük emredilmiştir. Esasen verirken eksik, alırken fazla ölçmek ve tartmak, hırsızlığın bir başka çeşididir. Kur’an'da şöyle buyuruluyor:"Bir şeyi ölçtüğünüz zaman, ölçüyü tamam tutun, doğru terazi ile tartın. Böyle yapmak netice itibariyle daha güzel ve daha iyidir. " (İsra:35) 

4- Rüşvet almak ve vermek haram kılınmıştır: Rüşvet alan da veren de cehenneme gitmeye müstehak olur. Şeklen hediye gibi fakat mahiyet itibariyle rüşvet olan şeyler de, gerçek anlamda rüşvettir. Rüşvet, sadece iktisadi ve mali bir rezalet değil, aynı zamanda sosyal ve ahlaki bir kepazeliktir. Kur’an'da şöyle buyuruluyor :"İnsanların mallarından bir kısmını, bile bile günah işleyerek ele geçirmek için iş başındakilere yedirerek, mallarınızı haksızlıkla yemeyin. " (Bakara:188) . Bu ayet rüşveti yasaklamaktadır. 

  İş başındakilere ve selahiyet sahiplerine verilen hediyelerin de büyük bir kısmı rüşvet sayılmıştır. Zekat tahsildarları, bir takım hediyelerle döndükleri zaman, Hz. Peygamber: “Evlerinizde otursaydınız, bu hediyeler size verilir miydi?”diyerek, bunların rüşvet mahiyetinde olduğunu bildirmiştir. (Buhari) . 

  Rüşvet almayı caiz kılan hiç bir sebep yoktur. Ancak rüşvet vermeye iki durumda müsaade edilmiştir;

  a)  Bir haksızlığı (zulmü)  önlemek veya kaldırmak için başka çare yoksa, 

b)  Bir hakkı ele geçirmek için başka bir yol bulunmazsa. 

  5- Faiz ve tefecilik haram kılınmıştır: Faiz ve tefecilik kesin bir şekilde haram kılınmıştır. Kur’an'da şöyle buyuruluyor: "Ey İman edenler, Allah'tan sakının. İnanmışsanız, faizden arta kalan hesaptan vazgeçin. Böyle yapmazsanız, bunun Allah'a ve Peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz, sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış olursunuz. ” (Bakara:278) . Peygamber Efendimiz de:"Faiz yiyene, yedirene, şahitlerine ve katibine Allah lanet etmiştir. ”buyuruyor. 

  Tefecilik, darda ve sıkıntıda olanların, yoksul ve çaresizlerin bu durumlarından yararlanarak, onları sömürmek, köleleştirmektir ki, bu türlü kazanç haramdır. 

  Faiz yasağının bir çok hikmet ve sebepleri vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

  a)  Faizli kredi kullananlar, faizi de maliyete ekledikleri için, bu fazlalık sonunda tüketiciden çıkmaktadır. Böylece zengin daha zengin, fakir daha fakir olmaktadır. 

  b)  Faizci kapitalist sistemlerde, zengin fakir arasındaki refah farkı gittikçe büyüyeceği için, bunun sonucu sosyal bunalımlara, anarşi ve ayaklanmalara varmaktadır. 

  c)  Faizsiz kredi, insanları birbirlerine yaklaştırırken, faiz uzaklaştırmakta, düşmanlık doğurmaktadır. 

  d)  Faizcilik, toplum içinde faiz yiyip yatan, işsiz güçsüz ömür tüketen, topluma hizmetten uzak yaşayan bir sınıfın doğmasına sebep olmaktadır. 

  e)  Faizli kredi ile çalışan bir kimse, gece gündüz çalışıp didinirken riziko içindedir. Faizci ise hem emeksiz, hem de endişesizdir. Bu durum kişilerin adalet duygusunu zedelemekte, ahlaka ve toplum dayanışmasına ters düşmektedir. 

  f)  Faiz, haksız bir kazançtır. Çünkü faizci malının kârını değil, riske girmeden, fazlalık almaktadır ve bu fazlalık haramdır. 

  Faiz ödeyenin darda kalmış olması, onu günahtan kurtarabilir. Ancak bunun için bazı şartlar vardır:

1- Faizli borç almanın sebebi zaruret veya haklı bir ihtiyaç olacaktır. Lüks harcamalar, ruhsat kapısını açmaz. 

  2- Daha önce bütün kapılar çalınacak, faiz vermeden ihtiyacı giderme yolları aranacaktır. Bu konuda zengin müslümanların yardımcı olmaları gerekir. 

  3- Alınan borç, zaruret ve ihtiyaç miktarını aşmayacaktır. 

  6- İhtikar (karaborsacılık)  yasaklanmıştır:İhtikar bir malı fiyatı artınca satmak üzere, piyasadan çekmek, stok etmek veya piyasaya sürmemektir. İlk müctehidler, ihtikar bahsinde daha çok insan ve hayvan gıdası üzerinde durmuş, bunların ihtikarının haram olduğunu ifade etmişlerdir. Bunun sebebi, ihtikarı yasaklayan hadislerin bir kısmında 'taam' yiyecek kelimesinin geçmesidir. Ancak hadisler, bu yasağın yalnızca yiyeceklere değil, müslümanların bütün ihtiyaçlarına şamil olduğunu göstermektedir. Peygamber Efendimiz: “ Pazara mal getiren merzuk, ihtikar yapan mel'undur. . ", "yiyecek maddelerini istif edip kırk gece saklayan karaborsacı Allah'tan, Allah da ondan uzak olur. ", "Muhtekir insan ne kötüdür, ucuzluk haberini aldığı zaman üzülür, pahalılık haberini aldığı zaman da sevinir. ”buyurmuştur. 

  İlim adamları, bu hadislerden hareketle ihtikarın haram olması için iki şart öne sürmüşlerdir:

  a- İhtikar yapıldığında halkın zarar görmesi

  b- İhtikar yapanın maksadının fiyatları artırmak ve kat kat para kazanmak olmasıdır.

  7- Kumar oynamak haram kılınmıştır:

  Kumar, İslam'da haramdır. Belli kişi veya kişilerin malını ellerinden alarak, hiç bir emek karşılığı olmadan ve tamamıyla bir şans ve müşterek bahis eseri olarak, başka birinin veya birilerinin eline geçişine yol açmaktan ibaret olan şans oyunlarının hiç biri caiz görülmemiştir. 

  İslam, kumarı yasaklarken belli bir şeklini kastetmemiş, mana ve neticesini esas almıştır. Hangi alet ve metotla oynanırsa oynansın oyunun -önceden belli olmayan- sonunda taraflardan biri veya bir kaçı, kâr yahutta zarar edecekse, kumar gerçekleşmiş demektir. 

  Kur’an'da şöyle buyuruluyor:"Ey İman edenler, içki, kumar, putlar ve fal okları şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki saadete eresiniz. Şeytan şüphesiz ki, içki ve kumar yüzünden aranıza kin ve düşmanlık sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. 

Artık bundan vazgeçersiniz değil mi?" (Maide:90-91) . Bu ayet, kumarı hem haram kılmakta hem de kumarın haram kılınış hikmetini açıklamaktadır. Şöyle ki;

  a)  Müslüman hayatını ve kazancını şansa ve tesadüfe değil, aldığı tedbirlere ve verdiği emeğin sonucuna bağlamalıdır. 

  b)  Başkasının malı haramdır. Bunu almanın yolu ya çeşitli şekilleriyle mübadele veya bağıştır. Kumar haksız kazanç yoludur. 

  c)  Kaybeden verdiğine razı görünse bile, kalbinden müteessir bulunduğu ve kazanana kin ve düşmanlık duyduğu şüphesizdir. 

d)  Kaybeden kazanmak, kazanan da bu zevki yeniden tatmak için tekrar tekrar oynarlar ve bu hal giderek alışkanlık halini alır, kişiyi kumarbaz yapar. 

  e)  Kumar, ibadetlerin zamanında yapılmasına engel olur. 

  f)  Kumarın zararı yalnız oynayanlara kalmaz, topluma da sirayet eder, üretime katılmayan işsiz güçsüz, kumar oynamakla vakit öldüren kimselerin çoğalmasına sebep olur. 

  Piyango, toto, müşterek bahis gibi tertip ve oyunlar da kumardır. 8- Kalpazanlık ve tağşiş haram kılınmıştır:Sahte para basmak ve bunu piyasaya sürerek insanları aldatmak haramdır. Kalpazanlık hırsızlıktan daha kötü bir suçtur. Peygamber Efendimiz: "Bizi aldatan bizden değildir. " buyurmuştur. (Müslim) 

  9- Aldatmak ve fahiş fiatla satmak haramdır: Malı, olduğundan fazla överek veya kusurunu gizleyerek, gerçek değerinin üstünde satmak caiz değildir. Bir malı fahiş fiatla satmak haramdır. Bir malın normal piyasa değerinin çok üstünde veya altında satılmasına fahiş fiat denir. İslam'da kar için belli bir sınır konulmamakla birlikte alış verişte yalan, hile, malın ayıbını gizleme, malı kendisinde olmayan vasıflarla övme yasaklanmıştır. Yine bir kimsenin malı almak niyeti olmadığı halde, üçüncü şahısları aldatmak için, değerinden fazla fiat vermesi caiz değildir. 

 

Açık ve kapalı artırma ve eksiltmelerde yapılan hile ve muvazaalar da caiz değildir. Peygamber Efendimiz:"Bizi aldatan bizden değildir. ”buyurmuştur. 

  10- İsraf Haram Kılınmıştır:Özel mülkiyet sınırsız değildir. Servet kimin olursa olsun, onda toplumun da hakkı vardır. Kişi malını israf ederek ölçüsüz bir şekilde harcayamaz. Kur’an'da şöyle buyuruluyor: “Allah'ın sizi koruyucu kılmış olduğu (ayakta durmanıza sebep kıldığı)  mallarınızı beyinsizlere vermeyin, kendilerini bunların gelirleriyle rızıklandırıp giydirin. Ve onlara güzel söz söyleyin. " (Nisa:5) . Bu ayet, sefihler, malını korumasını bilmeyenlerle ilgilidir. Mal onlarındır, mutlak özel mülkiyet anlayışına göre, onlar da mallarını diledikleri gibi sarf edilebilir. Ancak İslam'ın mülkiyet anlayışı, buna müsait değildir. Bu noktada toplumun, ferdin tasarruf hürriyetine müdahale hakkı vardır. 

  Kazanılan malı lüzumsuz ve fuzuli yere harcamak günahtır. Hiç bir kimse sahip olduğu malı israf etme hakkına sahip değildir. İslam, müslümanları cimrilikten menettiği gibi israftan da menetmiştir. Kur’an'da şöyle buyuruluyor:"Ey insanoğulları her mescide gidişinizde güzel elbiselerinizi giyiniz. Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz. ” (A'raf:31) . "Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de tutumsuz olma. " (İsra:29) . 

  İsrafın Şümulü:

  a)  İslam'ın haram kıldığı harcamaların israf olduğunda şüphe yoktur. İçkiye, kumara, uyuşturucu maddelere, altın ve gümüş kaplara yapılan harcamalar israftır. 

  b)  Kişiye ve başkalarına maddi-manevi hiçbir faydası olmayan harcamalar

c)  Başkalarına muhtaç hale gelecek kadar ölçüsüz bağışlar ve harcamalar

  İlim ve hikmet sahibi olan büyükler şöyle demişlerdir:

  En iyisi orta yolu tutmaktır. Cimrilik güzel olmadığı gibi, saçıp savurmak da doğru değildir. İslam itidal dinidir. İnsanları cimrilikten menettiği gibi, israftan da men eder. 

11- Serveti biriktirip, insanların ondan faydalanmasına mani olmak caiz değildir:

  Çalışmayı, iş görmeyi, üretmeyi ve kazanmayı teşvik eden İslam, ataleti, tembelliği yasaklayıp günah saymıştır. İslam, üretilen malların boş yere harcanmasını, ziyan edilmesini de yasaklamıştır. Bunun amacı malı muhafaza ederek üretimi artırmak, toplumda bolluğun ve huzurun gerçekleşmesini sağlamaktır. Kur’an'da şöyle buyuruluyor:"Altın ve gümüşü stok edip Allah yolunda harcamayanlar, işte bunları acıklı bir azapla müjdele. Kıyamet gününde stok ettikleri o altın ve gümüş kızdırılarak, onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacaktır ve onlara, işte kendiniz için stok ettiğiniz mallarınız denecektir. . " (Tevbe:34) .