Teklifi Hükümler

III – TEKLİFİ HÜKÜMLER

A-Teklifi Hükmün Mahiyeti

B-Teklifi Hükmün Kısımları

1- Dünyevi Hükümler

2- Uhrevi Hükümler

A) VACİB (FARZ) 

B) MENDUB ( SÜNNET-MÜSTEHAB) 

C) HARAM

D) MEKRUH

E) MÜBAH

AZİMET VE RUHSAT

 

 

III – TEKLİFİ HÜKÜMLER

A-Teklifi Hükmün Mahiyeti 

  Teklifi hüküm, mükellefin fiillerine tealluk eden hitapların birer eseridir. Bu hüküm bir işin yapılmasını veya yapılmamasını talep etmeyi veya iki şey arasında yapıp yapmamada muhayyer kılmayı gerektirir. Bu çeşit hükümlere, kendilerinde insana yüklenen külfetler bulunduğundan dolayı, teklifi hüküm denmiştir. Bir işin yapılıp yapılmamasının istenilmesinde, bir külfet bulunmayabilir. Ancak mübah hükümler, ıstılah veya müsamaha itibariyle ve tağlip kaidesine göre, teklifi hükümlerden sayılmıştır.

B-Teklifi Hükmün Kısımları 

a)  Mükellefin fiillerinin eseri olan hükümler :

Mükellef, dünyevi maksatla bir iş yapar ve yaptığı işin bir neticesi olur. Mesela, bir alım-satım akdi yapılınca, müşteri malın, satan da semenin maliki olur. Yani alıcıya, satın aldığı malın mülkiyeti intikal etmiş olur. İşte mülkiyet satım akdinin bir eseridir. Çünkü satım akdi mükellefin bir fiilidir. Bu fiilin eseri de satanın semene, alanın da satılan şeye malik olmasıdır. 

İslam hukukunda bey’, icare gibi akitlere, “şer’i tasarruflar”denir. İslam’ın bu tasarruflara mahsus ve ait kıldığı neticelere de “şer’i ihtisaslar”adı verilir. Mesela, satış şer’i bir tasarruf, bunun neticesi “mülkiyet” ise bir “şer’i ihtisas”dır. Yine icare şer’i bir tasarruf, bunun neticesi “menfaat mülkiyeti”ise bir “şer’i ihtisas”dır. Dikkat edilirse, bu şer’i ihtisaslar, bazı tasarruflarımızın neticeleri ve bizim dünyevi fayda ve maksatlarımızdır.

 

b)  Mükelleflerin fiillerinin sıfatı (vasfı)  olan hükümler: 

 Bir mükellef namaz kılar, oruç tutar, alış-veriş yapar, zekat verir ve bunlara benzer bir takım işler yapar. Bu fiillerin her birinin bir sıfatı (vasfı)  bulunur. Mesela namaz, bir fiildir, bu fiilin vasfı farzıyyettir. Oruç bir fiildir, bu fiilin vasfı farzıyyettir. Alış-veriş bir fiildir, bunun sıfatı sıhhat, butlan, fesad vs. den biridir. 

Kişinin bu türlü fiillerinin bir maksadı vardır. Bu maksad, ya dünyevidir, ya da uhrevidir. Bu bakımdan, bu kısma dahil olan fiillerin hükümlerini iki kısma ayırıyoruz. 

1- Dünyevi Hükümler : 

  İnsan birtakım fiillerini, dünyevi maksat ve gayelerle yapar. Şöyle ki, ibadetlerde dünyevi maksat, bunları emredildikleri şekilde yapmak ve borçtan kurtulmaktır. Muamelatta da dünyevi maksat, ihtisasat-ı şer’i’dir. Yani akitlere ve fesihlere terettüp eden fayda ve garazlardan ibarettir. 

Dünyevi maksat ve gaye gözetilerek yapılan fiillerin hükümleri şunlardır :

1-Sıhhat, 2-Butlan, 3-Fesad, 4-İn’ikad, 5-Adem-ü İn’ikad, 6-Nefaz, 7-Adem-ü nefaz, 8-Lüzum, 9- Adem-ü Lüzum

  Mükellefin fiilleri, bu hükümler bakımından şu vasıflarla anılırlar ; Sahih, Batıl, Fasid, Mün’akid, Gayr-ı Mün’akid, Lazım, Gayrı Lazım, Nafiz, Gayrı nafiz. Bunları kısaca izah edelim : 

  a-Sahih: Hukukun aradığı vasıf, şart ve rükünlerin bütünü kendisinde bulunan bir fiildir. Bu şekildeki bir fiilin, mükellefi dünyevi maksadına ulaştırıcı olması haline de sıhhat denir. Bu şekildeki bir fiiliyle mükellef, maksadına ulaşmış olur. Şu halde Şari’in bildirdiği esaslara uygun olarak yapılan bir ibadet, bir akit, bir hukuki muamele, sahih olarak işlem görür. 

  b-Batıl: Hukukun aradığı vasıf, şart ve rükünlerin tamamı veya bir kısmı kendisinde bulunmayan fiile batıl, bu şekildeki fiilin, mükellefi maksadına ulaştırıcı olmaması haline de butlan denir. Bu şekilde yapılan bir ibadet, bir akit, bir tasarruf, batıl ve hükümsüzdür. 

  c-Fasid : Hukukun aradığı şartlar kendisinde bulunduğu halde, kendisinde aranılan vasıflar bulunmayan fiile fasid, bu şekildeki bir fiilin durumuna da fesad denir.   

  Bu üç madde, hem ibadet, hem de muamelatda muteberdir. Nikah ve ibadette, batıl ile fasid eş anlamlıdır. Mesela, abdestsiz kılınan bir namaza batıl denildiği gibi fasid de denir. Yine şahitsiz olarak kıyılan nikaha batıl dendiği gibi fasid de denir. Fakat muamelatta, batıl ile fasidin farkı vardır. Batıl olan aslen ve vasfen meşru olmayan bir fiildir. 

Muamelatta sıhhat, butlan ve fesad’dan başka aşağıda izah edeceğimiz hükümler de bulunmaktadır. 

  d-Mün’akid ve Gayr-ı Mün’akid : Bir işin, bir akdin, ilgili bulunduğu şeyde, eser ve netice meydana gelecek şekilde vuku bulmasına, in’ikad, ilgili bulunduğu fiile de mün’akid denir. Bir fiilin, bir akdin, ilgili bulunduğu şeyde, şer’i bir eksiklik sebebiyle netice ve eser meydana gelmeyecek şekilde vuku bulmasına ademü in’ikad, ilgili bulunduğu fiile de gayrü mün’akid denir. Mesela, icab ve kabul akdin rükünlerini meydana getirir. Şayet bunlar, şer’in aradığı şartlara uygun bir şekilde birbirine bağlanırsa, o akitten beklenen netice meydana gelir. O, akid, bey’ akdi ise, satan semene, alan da malın mülkiyetine sahip olur. Böyle bir alış-verişe, mün’akid bey’ denir. Şayet icab ve kabul şer’in aradığı şartlara uygun olmayacak bir şekilde birbirine bağlanmışsa, o akitten bir netice meydana gelmez. Ona da gayr-i mün’akid bey’ denir. 

  e-Nafiz ve Gayr-i nafiz : Bir iş, bir tasarruf, mükellefi derhal maksadına ulaştırıyorsa, yani netice hemen meydana geliyorsa, bu fiil ve tasarruf nafiz, bu durum da nefazdır. Bir fiil, mükellefi derhal maksadına ulaştırmıyorsa, o fiil gayr-i nafiz, bu durum da adem-ü nefazdır. Mesela bir kimse kendi malını, şer’in aradığı şartlara uygun bir şekilde satarsa, o şahıs maksadına derhal ulaşır. Bu bey’ nafiz bir bey’ dir. Fakat bir başkasının hakkının bulunduğu bir malın satış muamelesi, gayru nafizdir. Mal sahibinin iznine bağlı (mevkuf)  bir durumdadır. Buna nafiz olmayan bey’ denir. Bu akit, sahibi izin verirse nafiz, vermezse münfesih olur. 

  f-Lazım ve Gayr-ı Lazım : Bir fiil ve tasarrufun tarafların hep birden razı olmadıkça, bozamayacakları bir şekilde vaki olmasına lüzum, böyle tasarrufa da lazım denir. Tasarrufun akdi yapanlardan birisi tarafından bozulabilecek bir şekilde vaki olmasına adem-ü lüzum, böyle tasarrufa da gayr-ı lazım denir. Birinciye misal, muhayyerlik bulunmamak üzere yapılan bir satış, ikinciye de bu muhayyerlik bulunarak yapılan satıştır. Alan şahıs, aldığı malda bir kusur bulursa, o akdi bozabilir. O halde bu satış muamelesi gayr-ı lazımdır. 

2- Uhrevi Hükümler : 

  Bunlar dünyevi hükümlerin aksine, kendilerinde, uhrevi gaye ve maksatlar bulunan hükümlerdir. Uhrevi maksad gözetilerek yapılan fiillerin hükümleri şunlardır: Vücup, Nedb, Hurmet, Kerahet, İbahet. Mükellefin fiilleri bu hükümler bakımından şu vasıflarla anılır: Vacib, Mendub, Haram, Mekruh, Mübah. Şimdi bunları kısaca izah edelim : 

 

A) VACİB (FARZ)  

1- Vacibin tarifi ve farz ile münasebeti : 

  Vacip, fakihlerin çoğunluğuna göre farz ile aynı manadadır. Hanefiler ise vacip ile farzı aynı manada kabul etmezler. Cumhura göre farz manasına olan vacip, şer’an yapılması kesin olarak istenen fiil olup, onu terk eden günah işlemiş olur. 

  Hanefiler farzı vacib ile eş anlamlı olarak görmezler, fakat sözlük bakımından aynı anlama geldiğini kabul ederler. Hanefiler, farz ile vacibin kesin olarak yapılması gerektiğinde cumhuru fukaha ile birleşirler. Ancak Hanefilere göre farz, kat’i bir delille, vacip ise zanni bir delille sabit olmuştur. Böyle bir ayrımın neticesi şudur : Vacibin kesinliği, farzın kesinliğinden daha azdır. Dolayısıyla şer’i bir işde farz terk edilirse, bu iş batıl olur. Mesela, Arafat’ta vakfe yapmayan kimsenin haccı batıl olur. Çünkü vakfe farzdır. Bir kimse Safa ile Merve arasında sa’yı terk ederse, haccı batıl olmaz. Çünkü sa’y vacip olup, ifası gerektiği kat’i bir delille sabit olmamıştır. 

  Hanefilere göre farz ile vacibin ayrılmasının bir sonucu da şudur: Farzı inkar eden kafir olur, vacibi inkar eden kafir olmaz. Mesela, namaz ve zekatı inkar eden kafir olur. Çünkü bu durumda o, kat’i delil ile sabit olmuş bir emri inkar etmiştir. Fakat zanni bir delil ile sabit olan bir emri ( vacibi )  inkar eden kafir olmaz. 

  Hanefiler, vacib ile amel etmeyi zaruri görürüler ve buna “amelî farz”adını verirler. Şu halde farz, onlara göre iki kısma ayrılır :

a) İtikadi ve amelî farz : Bu kat’i bir delille sabit olan farzdır. Terk eden azaba müstehak olacağı gibi inkar eden de kafir olur. 

  b) Amelî farz : Bu da zanni bir delille sabit olan farzdır. Zanni bir delil ile sabit olan bir şey, amel bakımından kesinlik ifade eder, itikad bakımından kesinlik ifade etmez. Bu sebeple inkar eden kafir sayılmaz. 

  Hanefi mezhebinde farz ile vacibin farklı etkilerini, füru’da da görmek mümkündür. Mesela, Fatiha okunmazsa, Hanefilere göre namaz batıl olmaz, Şafiilere göre batıl olur. Çünkü Şafiiler, namazda fatihanın okunmasını farz anlamında vacib görürler. Halbuki Hanefiler bunu ameli farz yani vacib kabul ederler. 

 

2- Bir şeyin, bir fiilin vacip olduğunu gösteren kelime, cümle ve sigalar

  a) Vücub hükmü, emir sıgasından çıkarılır. Çünkü emir sigası genellikle vücub ifade eder. Mesela, “Namazı dosdoğru kılınız” ( Bakara : 43) , ayetinden, namazın farz (vacip)  olduğu hükmü çıkarılır. 

  b) Vücub hükmü, “farz oldu” “vacib oldu” “emrolundu” “emrediyor” “yazıldı” gibi, mahiyetleri icabı vücub hükmü ifade eden bir kelimenin ve bu kelimelerin müştaklarının kullanılmasından çıkarılır. Mesela, “Oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi, size de yazıldı ( farz kılındı)  “ ( Bakara:183) , ayetinde orucun farz olduğu hükmü çıkarılır. . “Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya ( ihtiyaç duydukları şeyleri)  vermeyi emreder. ” ( Nahl:90) , ayetinde adaletle hüküm vermenin, iyilik yapmanın, akrabaya yardım etmenin farz olduğu anlaşılır. 

  Bazen vasıyyet kelimesi de vücub ifade eder. Mesela, “Allah, çocuklarınız hakkında, erkeğe, iki kızın hissesi kadar vasıyyet eder. ” ( Nahl:11) , ayetindeki ‘vasıyyet eder’ fiili ‘emreder’ anlamında kullanılmıştır. 

  c) Kendilerinden ihbar değil, emir kastedilen bazı haber cümleleri de vücub ifade eder. Mesela, “Sizden ölenlerin geride bıraktıkları karılar, kendi kendilerine dört ay on gün beklerler. ” ( Bakara:234) , ayetindeki, “beklerler”fiili, ‘beklesinler’ manasında kullanılmıştır. Yine “Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç kuru’ beklerler. ” ( Bakara : 228 )  ayetindeki “beklerler”fiili, ‘beklesinler’ manasında kullanılmıştır. “Anneler, çocuklarını, iki bütün yıl emziririler. (Bu hüküm)  emmeyi tamam yaptırmak isteyenler içindir. ” (Bakara:233) , ayetindeki “emzirirler”fiili, ‘ emzirsinler’ manasına kullanılmıştır. 

  d) Bir işin bütün insanlara veya belirli bir zümreye yüklendiğini haber veren nasslar da vücub ifade ederler. Mesela, “Ona gücü yetenlerin Beyti haccetmeleri, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. ” (Al-i İmran:97) , ayetinden, haccın gücü yetenlere farz olduğu hükmü çıkarılır. “Onların (annelerin) örf ve adete göre yiyeceği, giyeceği, çocuğu kendisinin olana (babaya)  aittir. ” ( Bakara:233) , ayetinden karının nafakasının, kocaya ait olduğu hükmü çıkarılır. 

  e) Bir fiili yapana güzel bir karşılık ve sevap verileceğini ifade den nasslar da vücub ifade eder. Mesela, “Kim Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederse, Allah ( onu)  cennetlere koyar. ” ( Nisa:13) , “Allah ve Peygamberine iman edenler yok mu, işte onlar sıddik olanlardır. ” ( Hadid:19) . İşte bu ayetler, Allah ve Rasulü’ne itaat etmenin vacib olduğunu göstermektedir. 

 

3-Vacibin İfası 

Vacib iki şekilde ifa edilir: I-Eda, II- Kaza. 

l-Eda:

  Vacib olan şeyin, aynını yerine getirmeye yani müstehakkına teslim etmeye eda denir. Bu da üç kısma ayrılır :

a- Kamil Eda : Bu vacib olan şeyin aynını, bütün şart ve vasıfları ile birlikte yerine getirmek suretiyle olan edadır. Farz olan bir namazı, zamanında bütün erkan ve adabıyla cemaatle kılmak gibi. Gasb edilen bir malı, olduğu gibi sahibine vermek de böyle bir eda şeklidir. 

b- Kasır Eda: Bu, vacib olan şeyin aynını, vasıflarından bazıları noksan olmak üzere yerine getirmek suretiyle olan edadır. Farz olan bir namazı, cemaatsiz kılmak, gasb edilen bir malı, ayıplı olarak sahibine geri vermek, satılan bir malı ayıplı olarak müşteriye teslim etmek gibi. 

c- Kazaya Benzer Eda: Bu da, bir bakıma kaza gibi kabul edilen bir eda şeklidir. Bir kişinin başkasına ait bir malı, mehir olarak göstererek bir kadınla nikahlandığını ve o malı sonradan satın alarak nikahlandığı kadına teslim ettiğini düşünelim. Bu, mehir olarak gösterilen malın, mehir olarak aynen teslim olunduğu cihetinden eda olmuş olur. Fakat satış sebebiyle malın mülkiyeti, satıcıdan alıcıya geçmiştir. Mülkiyetin değişmesi, malın değişmesi mesabesindedir. Bu bakımdan da, sanki kadına o malın aynını değil, mislini vermiş olur. Bu yönüyle de bu eda kazaya benziyor. 

ll-Kaza :

Kaza, vacib olan şeyin aynını eğil, mislini ifa etmek suretiyle ve üç şekilde olur. 

a-Misliyle Kaza : 

  1-Misl-i Ma’kul-i Kamil : Bu çeşit kazada, misliyattan bir şeyin ödenmesi gerektiği halde, telef olması yüzünden veya başka bir sebeple aynen iade olunamayan şeyin tazmini söz konusudur. Gasb edilen bir miktar buğdayın yerine, o miktar kadar, başka bir buğday vermek gibi. Aynı şekilde vaktinde eda edilemeyen farz bir namazın sonradan kaza edilmesi de böyledir.  

  2-Misl-i Ma’kul-i Kasir : İfa edilecek şeyin, kendisinin veya onun mislinin ifası mümkün olamaması halinde, o şeyin kıymeti tazmin edilir. Misliyattan olan gasb edilmiş bir malın, çarşı pazarda kalmaması sebebiyle kıymetinin ödenmesi gibi.  

 

  b-Misl-i Gayr-i Ma’kul : Bu kazada, ifa konusu olan şey yerine, değeri, denkliği düşünülmeksizin başka bir şey verilerek, vacib yerine getirilmiş olur. Kasten öldürülen, insanın nefsine veya yaralanan bir organına karşılık, diyet verilmesi gibi. Hiç şüphesiz nefis veya organ ile diyet arasında, aklın anlayabileceği bir benzerlik yoktur.   

c- Edaya Benzer Kaza: Bu da bir bakımdan eda gibi kabul edilen bir kaza çeşididir. Bir şahsın evlenirken, başkasının malum olmayan bir evini mehir olarak vereceğini kabul edelim. O şahsa orta halli bir evi veya onun kıymetini, nikahlandığı kadına vermek vacib olur. İşte, evin kıymetini vermek, edaya benzer kazadır.   

4- Vacibin Kısımları 

Vacib, birkaç yönden kısımlara ayrılır. Şimdi onları ayrı ayrı izah edelim : 

a)  Vakte Bağlı Olmayan Vacib :

  Edası, belli bir vakte bağlı olmayan vacibi, geriye bırakan bir kimse kınanmaz. Mesela, özründen ötürü Ramazan orucunu kazaya bırakan bir kimse, bu orucunu istediği zaman tutabilir. Bu görüş Ebu Hanife’ye aittir. İmam Şafii’ye göre, aynı yıl içinde orucun kaza edilmesi gerekir. İmam Muhammed’e göre hac ibadetinin derhal yapılması farz değildir, terahi olarak farzdır. Ebu Yusuf’a göre ise, haccın derhal yapılması ( fevrî)  farzdır. 

Fıkıh ilminde, bir ibadetin istenildiği vakitte yapılma serbestliğine “terahi”, farz olur olmaz ilk vaktinde yapılmasına da “fevrî”denir. 

  Yemin kefaretinin ifası da, belli bir vakitle mukayyed değildir. Yine zekat, ödenmesi yönünden vakte bağlı değildir. Ne zaman ödenirse eda ismiyle ödenir. Ancak bu tür vacibleri, bekletmeksizin yerine getirmek daha faziletli ve daha sevaptır. 

  b)  Vakte Bağlı Vacib : 

  Bunlar beli bir zaman içerisinde eda edilmesi gereken vaciblerdir. Beş vakit olarak kılınan namazların, belli vakitleri vardır. Ramazan ayı girince oruç vacib olur. Vakte bağlı vacibler üç kısımdır: 

  1- Geniş Vakitli Vacibler (Müvessa)  : Vakit, aynı cinsten başka bir ibadetin eda edilmesine müsait olursa, buna geniş vakitli vacip denir. Beş vakit de kılınan farz namazlar böyledir. Mesela, öğle namazı vaktinde hem öğle namazı, hem de kazaya kalan başka namazlar kılınabilir. Bu vakitlerde hangi ibadet yapılacaksa, onu tayin etmek için niyet etmek gerekir. Bu zamanda niyet edilmeden ifa edilirse ibadet makbul olmaz. 

  2- Dar Vakitli Vacibler (Mudik)  : Dar vakitli vacibe gelince, bunun vaktinde başka bir vacib, eda edilemez. Mesela ramazan ayı böyledir. Bu ayda yalnız ramazan orucu tutulabilir. Bunun içindir ki, Hanefilere göre Ramazanda bir kimse nafile oruca niyet etse, yine ramazan orucu sayılır. 

  3- İkisine De Benzeyen Vacib : Bir yönüyle dar, diğer yönüyle geniş vakitli vacibe gelince, bunun en güzel örneğini hac ibadeti teşkil eder. Hac, senede, ancak hac mevsiminde bir kere yapılabilir. Bu yönüyle dar vakitli vacibe, bir senenin sadece bazı aylarında haccın rükunları yapılıp, tamamında yapılmadığı yönüyle de geniş vakitli vacibe benziyor. 

  4- Muayyen Vacib : Muayyen vacibde, yapılması istenen şey tektir. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek böyledir. 

  5- Muhayyer Vacib: Muhayyer vacibde istenilen şey tek değil iki veya üç şeyden biridir. Buna seçimli borç diyebiliriz. Yemin kefareti buna misal olarak verilebilir. Mükellef, yemin kefaretinde ya bir köle azad edecek, ya on kişiyi doyuracak veya giydirecek, bunlara gücü yetmezse, üç gün peş peşe oruç tutacaktır. Bunlardan birini yerine getirince vacibi eda etmiş olur. Bunlardan hiçbirini yapmayan ise günahkar olur ve vacibi eda etmemiş olur. 

  6-Miktarı ve Sınırı belli vacib : Bütün farz namazları, zekat oranları, fıtır sadakası buna örnektir. 

  7-Miktarı ve Sınırı belli olmayan vacib : Yakın akrabanın nafakası buna örnek olabilir. Yani nafaka hakim tarafından tesbit ve takdir edilmedikçe, miktarı belli olmayan bir vaciptir. 

  8-Ayni Vacib : Her mükellefin yapması gereken vaciplerdir. Mesela, namaz, oruç, hac, zekat gibi. 

  9-Kifai Vacib : Bir kısım insanların yapması ile, diğerlerinin sorumluluktan kurtulduğu vaciptir. Cemaatten bir kısmı bu vacibi yerine getirmezse hepsi günahkar olur. Allah yolunda cihad, Emr-i bil-Ma’ruf, Nehy-i anil-Münker, cenaze namazı, müslümanların aralarından bir halife seçmeleri gibi. 

 

B) MENDUB ( SÜNNET-MÜSTEHAB)  

a)  Cumhura göre mendubun tarifi :

  Mendub, Şari’in kesin olarak yapılmasını istemediği iştir, veya failine yaptığı zaman mükafat verilen, terk edildiği zaman ceza gerekmeyen şeydir. Menduba; nafile, Sünnet, müstehab, tatavvu, fazilet, ihsan adları da verilmiştir. Hanefiler, bu tabirlerin, farklı tabirler olduğunu söylemişlerdir. Sünnet ile müstehab hakkında ayrıca bilgi verilecektir. 

b)  Mendubun Dereceleri : 

  1-Sünnet-i Müekkede : Bunlar, Peygamber (a. s.)  ın, devamlı yaptığı, fakat edasının farz ve vacib olmadığına işaret buyurduğu Sünnetlerdir. Sabah, akşam ve öğle namazlarının Sünnetleri gibi. Böyle Sünnetleri terk edenler, ceza görmezler, fakat kınanırlar. Çünkü Peygamber (a. s) a ittiba etmemiş sayılırlar. 

  2-Sünnet-i Gayr- i Müekkede : Bunlar Peygamber (a. s)  ın bazen yapıp bazen terk ettiği Sünnetlerdir. İkindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetleri gibi

  3-Sünnet-i Adetiyye : Peygamber (a. s)  ın bir kısım işleri vardır ki, onlar alışkanlık ve yaşadığı toplumun adetleri kabilindendir. Peygamberimizin giyinmesi gibi. 

 c)  Mendub’un Önemi :

Burada mendubla ilgili iki önemli hususa işaret edelim :

  1-Peygamber Efendimizden Sünnet olarak gelen bir mendub, vacibin ikmali ve korunması için yardımcıdır. Vacibleri devamlı ifa edenler, Sünnetleri de ifa ederler. Vacipleri ihmal edenler Sünnetleri de ihmal ederler. Şu halde mendub, vacibe bir hazırlık gibi telakki edilmelidir. 

  2-Mendub, tek tek değil, külli olarak yapılması gereken bir Sünnettir ve bu yönüyle vacip mertebesindedir. Şöyle ki, Sünnet-i müekkedeyi insan bazen terk edebilir. Fakat insanlar cemaat halinde onları, toptan terk edemezler. Mesela, ezanı devamlı olarak terk etmek caiz değildir. Bir memleketin insanları, ezanı tamamen bırakmışlarsa, onlara bunu zorla okutmak gerekir. İlim tahsili, evlenme, cihad gibi hususlar şahıslar itibariyle mendubdur, fakat toplum itibariyle vaciptir, ihmal edilemezler. 

d)  Sünnet : ( Hanefilere Göre)  :

  Sünnet, dinde farz ve vacib olmaksızın yapılması istenen bir fiil ve harekettir. Sünnet ikiye ayrılır : Sünnet-i müekkede, Sünnet-i Gayr-i müekkede. 

1-Sünnet-i Müekkede: Peygamber Efendimizin farz ve vacib dışında sürekli yaptığı, pek az terk ettiği Sünnetleridir. Cemaatle namaz kılmak, ezan okumak gibi. Buna ‘Sünnet-i Hüda’ da denir. Bunu terk eden kınanır. 

 2- Sünnet-i Gayr-i Müekkede: Peygamber Efendimizin bazen yapıp bazen terk ettiği Sünnetlerdir. Terk eden kınanmaz ise de, tamamen terk edilmez. Buna müstehab ve mendub isimleri de verilir. İkindi ve yatsı namazlarının ilk Sünnetleri gibi.

  İbadet kabilinden olup devamlı yapılan Sünnetlere. ‘ Sünnet-i hüda’, dendiği gibi, adet kabilinden olup bazen yapılıp bazen terk edilen Sünnetlere de ‘Sünnet-i zevaid’ denir. Peygamber Efendimizin yemesi, içmesi, uyuması, yatması gibi. 

  e-Müstehab ( Hanefilere Göre)  

  Yapılması tercih edilmekle birlikte, terki hakkında yasak bulunmayan ve dinde daima ve sürekli yapılmayan bir fiil ve harekettir. Buna mendub, adab, tatavvu, Sünnet-i gayr-i müekkede de denir. Mesela, nafile namaz kılmak, sadaka vermek, ihsanda bulunmak gibi. Terk eden günahkar olmaz. Fakat nafile bir ibadete başlanması halinde, o ibadetin tamamlanması gerekir. 

f-Nedb ifade eden kelime, cümle ve sigalar :

  1-Emir sigasında, mecburiyet değil de, nedbin kastedildiğini gösteren karinenin mevcudiyeti, fiili yapmanın mendub olduğuna delalet eder. Mesela, “Ey İman edenler, tayin edilmiş bir vakte kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın. ” (Bakara:282) , ayetindeki emir sigası, ayetin siyakındaki “Eğer birbirinizden emin olursanız, kendisine güvenilen adam (borçlu) , emanetini tamamen ödesin” karinesiyle mecburiyet manasına delalet etmemektedir. Bu ayetten, veresiye alış verişlerin, yazı ile tevsik edilmesinin mendub olduğu hükmü çıkarılmaktadır. 

  “. . Eğer onlarda ( köle ve cariyelerde)  bir hayır bekliyorsanız, ( onları)  mükatebe yapın. ” (Nur:33)  ayeti, “Malik, mülkündeki tasarrufunda hürdür” şer’i kaidesi, karine olarak, mükatebenin vücubuna delalet etmemektedir. 

2-“Mendub oldu”, “mendubdur”gibi ifadeler de, bir fiilin mendub olduğunu gösterir. 

 

C) HARAM

a) Tarifi : 

  Haram, Şari’in kesin olarak yapılmamasını istediği şeydir. Buna muharrem ve mahzur da denir. Fakihlerin cumhuruna göre ister kat’i, isterse zanni olsun, bir şeyin yapılmaması muhatabdan istenirse, o haram olur. Hanefiler ise haramın sabit olması için, kat’i bir delile dayanmasını şart koşarlar. Haramlığı zanni bir delille sabit olan şeye “tahrimen mekruh”adı verirler. Murdar bir hayvanın etini yemek, içki içmek, zina etmek, adam öldürmek, zulmetmek ve benzeri fiiller haramdır. 

b)  Haramın Çeşitleri :     

Bir şeyin haram kılınmasının esası, o şeyin açıkça zararlı olmasıdır. Şari, neyi haram kılmışsa, mutlaka onun bir zararlı yönü vardır. Neyi de mübah kıldıysa, onun da faydalı bir yönü vardır. Haram, ya bizatihi kendisindeki fenalık sebebiyle haramdır veya başka bir sebeple haramdır. Şu halde haram iki çeşittir :

  1-Liaynihi Haram : Bizzat kendisinden dolayı haram : murdar olan eti yemek, içki içmek, zina etmek, adam öldürmek gibi. 

  2-Ligayrihi Haram: Başkası dolayısıyla haram. Yabancı bir kadının avret yerine bakmak haramdır. Çünkü bu davranış zinaya götürücüdür. Faizli satışlar haramdır. Çünkü faiz bizzat haramdır. Başkasının ekmeğini çalarak yemek haramdır. Haramlık ekmeğin bizzat kendisinden ileri gelmiyor, başkasının hakkı olduğundan dolayı haram oluyor. Gasb edilmiş bir toprak üzerinde namaz kılmak, Cuma namazı için ezan okunurken alış-veriş yapmak da böyledir. Aslında ne alış-veriş, ne de namaz haramdır. 

Haram liaynihi ile haram ligayrihi arasında iki fark vardır:

  1- Haram liaynihi olan şey, akitle ilgili olursa, bu akit batıl olur. Mesela, murdar eti, şarap ve domuz etinin alım satımı için yapılan akitler batıldır. 

  Haram ligayrihi olan bir şey akitle ilgili olursa, bu batıl olmaz. Mesela, Cuma namazı vaktinde yapılan bir akit sahihtir. Aynı şekilde gasb edilmiş bir toprak üzerinde kılınan namaz da sahihdir. Fakat haram ligayrihi olan bir şeyi yapınca, insan günah işlemiş olur.   

2-Haram liaynihi, zaruret bulunmadıkça mübah olmaz. Mesela şarap içmek haramdır, ölüm tehlikesi bulunmadıkça içmek mübah olmaz. Haram ligayrihi ise, ihtiyaç halinde mübah olur. Mesela, bir kadının avret yerine bakmak haramdır, tedavi için ihtiyaç varsa, bakmak caiz olur. Ancak bazı haramlar vardır ki, onlar hiçbir zaman mübah olmaz. Adam öldürmek, zina etmek gibi. 

  c)  Hürmet (haramlık)  ifade eden cümle, kelime ve sigalar:

1-Hürmet hükmü, nehiy sigasından çıkarılır. Çünkü nehiy sigası, genellikle tahrim ifade eder. Mesela, “Kendinizi tehlikeye atmayınız. ” (Bakara:195)  ayetinden, nefsi tehlikeye atmanın haram olduğu hükmü çıkarılır. “Zinaya yaklaşmayın. ” (İsra:32) , ayetinden zinaya yaklaşmanın haram olduğu hükmü çıkarılır. 

2-Kendilerinden nehiy kastedilen haber cümleleri de tahrimi gerektirir. Mesela, “Mümin olan kimse, başkasına lanet etmez. “Hakim gadablı olduğu halde hüküm vermez. ”hadislerinde ‘lanet etmez’ ‘hüküm vermez’ “hükmetmesin”anlamında kullanılmıştır. “Allah, fahşa, münker ve bağyden nehyeder” (Nahl:90) , ayetinden fahşanın haram olduğu hükmü çıkarılır. 

3-Hürmet hükmü, bazen fiilin yapılması halinde tehditte bulunularak yahut fiili yapmaya ceza verilerek açıklanmış olur. Mesela “Gerçek yetimlerin mallarını haksız ve haram olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe (cehenneme)  gireceklerdir. ” (Nisa:10) , “Kim de Allah’a ve Peygamber’e isyan eder ve haddini tecavüz ederse, onu, içinde ebediyen kalacağı ateşe sokar (koyar) ” (Nisa:14) , “Bir mümini kasten öldürmenin cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. ” (Nisa:93) , ayetlerinden hürmet hükmü çıkarılır. 

4- Bazen hürmet hükmü, hürmet kelimesi gibi, yapısı itibariyle haramlık ifade eden, yahut helalliğe mani bir kelimenin kullanılmasından çıkarılır. Mesela, “Anneleriniz (in nikahı)  size haram kılındı. ” (Nisa:23)  “Size meyte, kan, domuz eti haram kılındı. ” (Maide:3) , “Eğer erkek, kadını üçüncü defa boşarsa, ondan sonra kadın, bir başka erkekle evlenmedikçe helal olmaz. ” (Bakara:230) , “Bir müslümanın malı, razı olmadıkça (başka bir kimseye)  helal değildir. ” nasslarından hürmet hükmü çıkarılabilir.  

 

D) MEKRUH

  a) Tarifi ve çeşitleri :

Mekruh, fakihlerin çoğunluğuna göre, Şari’in yapılmasını kesin olmayarak istediği şeydir. Hanefiler mekruhu iki kısma ayırırlar : 

  1- Tahrimen Mekruh : Harama yakın mekruh demektir. Bu İmam Muhammed’e göre haram hükmündedir. Erkeklerin ipekli elbise giymesi, altın yüzük takması tahrimen mekruhtur. Fakihlerin çoğunluğuna göre mekruhu işleyen kimse kınanmaz. Hanefilere göre ise tahrimen mekruhu işleyen kimse kınanır. Onlardan kaçınanlar ise övülür. 

  2- Tenzihen Mekruh : Helala yakın mekruh demektir. Abdest alırken suyu israf etmek, tenzihen mekruhtur. 

b)  Kerahet ifade eden kelime, cümle ve sigalar: 

1- Nehiy sigasının harama delaletine mani, kerahete delalet ettiğine dair bir karine bulunması, fiili yapmanın mekruh olduğunu gösterir. Mesela, “Ey iman edenler, eğer size açıklanırsa ve hükmü kendinize izah edilirse, hoşunuza gitmeyecek şeyler (hakkında)  soru sormayın. Eğer siz bunları Kur’an inerken sorarsanız, size açıklanır. Allah onları affetmiştir. Allah çok yargılayıcıdır. Cezada aceleci değildir. ” (Maide: 101) , ayetinden yerli yersiz soru sormanın mekruh olduğu hükmü çıkarılır. 

2-Kerahet hükmü, kerahet gibi, yapısı itibariyle kerahet bildiren bir kelime veya üslubun kullanılmasından çıkarılır. Mesela, “Allah sizin dedikodu yapmanızı, çok soru sormanızı ve malı mülkü ziyan etmenizi mekruh kılmıştır. ” (Buhari) , “Allah’ın en nefret ettiği (buğz) helal, boşamadır. ” (İbni Mace)  hadisleri, dedikodu yapmanın, çok soru sormanın, rast gele boşamanın, malı, mülkü ziyan etmenin mekruh olduğunu göstermektedir. 

 

 

 

 

E) MÜBAH

a) Tarifi ve mahiyeti:

  Mübah, mükellefin yapıp yapmamada muhayyer olduğu bir şeydir ve mübaha helal, caiz de denir. Yemek, içmek, yürümek, yatıp kalkmak gibi. Bunun yapılmasında sevap ve terk edilmesinde kınama yoktur. İnsan yerine göre oturur, istediği zaman yatar, dilediği vakit yemek yer. Ancak bu ibahe sınırsız değildir. Durumun değişikliği, hükmün de değişmesini gerektirir. Mesela, haram olmayan şeyleri yiyip içmek mübahtır. Ancak insanın bedenini tehlikeye düşürmeyecek kadar yemesi, içmesi farzdır. Mümin için, helal şeylerden de olsa, sıhhati tehlikeye düşürecek kadar yemek ve içmek haramdır. Normal şekilde namaz kılabilmek, oruç tutabilmek, faydalı işler yapabilmek için yemek, içmek mendubdur. Kilo alabilmek için yemek ve içmek mekruhtur. Cihad yapabilmek için beslenmek sevaptır. 

b) Mübahın çeşitleri:

Mübah olan şeyler iki kısma ayrılır: Mübah liaynihi, mübah ligayrihi. 

  Mahiyeti itibariyle mübah olan fiil ve hareketlere mübah liaynihi, bir zaruretten ötürü ifasına izin verilen fiiller de, mübah ligayrihi denir. Mesela, şarap içmek haramdır. Bunun haramlığı mahiyetinden ileri gelmektedir. Bu sebeple şarap içmek haram liaynihi’ye dahildir. Fakat lokma boğazında kalıp da boğulmak tehlikesine maruz kalan bir kimse, şaraptan başka bir içecek bulunmadığında, ondan bir miktar içmesi caizdir. İşte burada şarap zaruretten dolayı mübah olmuştur. 

  c) İbahe ifade eden kelime, cümle ve sigalar :

  1- Emir sigası, mecburiyet değil de, ibahenin kastedildiğini gösteren karinenin mevcudiyeti, fiili yapmanın mübah olduğunu gösterir. Mesela, “ihramdan çıktığınız zaman (isterseniz)  avlanın. ” (Maide:2) , ayeti, hac ihramından çıkıldıktan sonra avlanmanın mübah olduğuna delalet etmektedir. “Yiyin, için, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez. ” (A’raf:31) , ayeti, yeme içme hususunda, israfa kaçmamak şartı ile ibahe ifade etmektedir. 

  2- Bir şeyin helal olduğunu gösteren kelime ve cümleler de, ibahe ifade eder. Mesela, “ Bugün size bütün iyi ve temiz ( nimetler)  helal kılındı. ” (Maide:5) , ayeti,, iyi ve temiz şeylerin helal olduğunu gösterir. 

  3-Bir şeyde günah ve vebalin bulunmadığını gösteren nasslar, ibahe ifade eder. Mesela, “. . Fakat kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa (kimseye)  saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla, onun üzerine bir günah yoktur. ” (Bakara:173) , “Vefat iddetini bekleyen kadınları, nikahla isteyeceğinizi çıtlatmanızda yahut böyle bir arzuyu gönüllerinizde saklamanızda, üzerinize bir vebal yoktur. ” (Bakara:235) 

  4-Haram ve mekruh olduğuna dair bir delil bulunmayan her şey mübahtır. Çünkü eşyada aslolan mübah olmasıdır. 

 

AZİMET VE RUHSAT 

  Dini hükümler, azimet ve ruhsat adıyla ayrıca iki kısma ayrılır:

  a)  Azimet :

  Azimet lügatte kastetmek, yönelmek, karar vermek gibi manalara gelmektedir. Fıkıh usulü ilminde şöyle tarif edilir. : “Meşakkat, zaruret gibi arızi bir özre bağlı olmaksızın, baştan konan asli hükümleri aynen uygulamaktır. Bu tarife göre azimet ; farz, vacip, haram, mekruh, mendub, mübah gibi bütün teklifi hükümleri içine alır. Hiç şüphesiz azimet hükümleri, zaruret, meşakkat gibi arızi hallere bağlı olmaksızın başlangıçta konmuş ve normal şartlarda bütün mükelleflerin uymakla yükümlü tutulduğu asli hükümlerdir. Kısaca Yüce Allah’ın koyduğu emir ve yasaklara her şart ve durumda uymak, onları yerine getirmek, emirleri tutup, nehiylerden kaçmak azimettir. 

  b)  Ruhsat:

  1- Tarifi : Ruhsat lügatte kolaylık manasına gelir. Fıkıh usulünde meşakkat, zaruret gibi bir özre bağlı olarak, kullara azimet hükmünü terk etme imkanı veren ve hafifletilmiş olarak sonradan (ikinci defa)  konmuş hükme, ruhsat denir. 

  Ruhsatın sebepleri çoktur: Zaruret ve meşakkatin giderilmesi, kolaylığın getirilmesi ve benzerleridir. Mesela, normal şartlarda murdar eti yemek haramdır. Fakat açlıktan ötürü, ölüm tehlikesine uğrayan bir şahsa, murdar eti yemek mübah olur. Aynı şekilde bir yabancı erkeğin, bir yabancı kadının avret yerine bakması haramdır. Ancak bir doktorun tedavi maksadı ile kadının avret yerine bakması caizdir. 

2-Ruhsatın Kısımları :

  İslam Hukukuna göre, yapılması yasak bir fiilin işlenmesi ve yapılması vacip olan bir fiilin de terk edilmesi suçtur ve günahtır. Ancak ruhsat halinde bu kaide uygulanmamaktadır. Bu sebeple, ruhsat verilen durumlarda, haram bir fiili işleyen, cezalandırılmaz veya vacip olan bir işi terk eden kınanmaz, Çünkü ruhsatta bazen haram olan bir fiil, mübah hale gelmiş olur. Bu yönden ruhsat ikiye ayrılır : 

 

 

a)  Yapma Ruhsatı : 

  Yapma ruhsatı, haramı işlemeye izin veren ruhsattır.Ruhsat bir fiilin yapılmasını mübah veya vacib hale getiriyorsa, o ruhsata yapma ruhsatı denir. Zaruret, meşakkat, güçlük hallerinde haram (memnu)  olan şeyler, mübah hale gelir. Bu ruhsatın çeşitli durumları vardır :

1-Azimet hükmü baki kalmakla birlikte, ruhsat hükmü de bulunan durumlar:

Bu durumlarda, insan azimet veya ruhsata göre amel etmekte serbesttir. Fakat asli hükmün baki kalması bakımından, azimetle amel etmek, daha faziletli bir iştir ve daha çok sevap kazandırır. Mesela, Allah’a imanın farz oluşu bir azimettir. O’nu inkar etmek de haramdır. Ancak kalben inanması şartı ile, ölüm tehdidi altında bulunan bir müslümana, diliyle Allah’ı inkar etme kolaylığının tanınması bir ruhsattır. Burada azimete uyarak diliyle de Allah’ı inkar etmeyip öldürülürse şehit olur. Aynı şekilde bir başkasının malını yemek haramdır. Ancak açlık ve susuzluktan dolayı, ölüm tehlikesine maruz kalan bir şahsın ölmeyecek kadar, bir başkasının malından yemesi mübah olur. Başkasının malından yemeyip açlıktan ölen şahıs, günahkar olmaz. Çünkü ruhsata değil, azimet hükmüne göre amel etmiştir. 

2-Azimet hükmü sona erip sadece ruhsat hükmü bulunan durumlar:

Bu durumlar da insan, azimet veya ruhsata göre amel etmekte muhayyer değildir. Bu durumlarda azimet hükmü terk edilerek, ruhsat hükmüne göre amel edilmesi, vaciptir. Mesela, susuzluktan veya açlıktan ölecek duruma gelen bir kimsenin domuz veya ölü hayvanın etini yemesi veya şarabı içmesi vaciptir. Burada azimet hükmü olan haramlık, mübahlığa dönüşmüştür. Bu durumda bir kişi, haram olan şeyleri yemeyip, içmeyip ölürse, günahkar olur. Hanefiler, bu nevi ruhsata iskat (düşürme)  ruhsatı adını verirler. Çünkü bu durumda ruhsata uymak vacip, azimet hükmü düştüğünden ona uymak ise haramdır. 

b)  Terk etme ruhsatı

Azimet, bir fiilin yapılmasını vacip kılıyorsa, ruhsat da fiilin geciktirilmesini ve terk edilmesini gerektiriyorsa, ona terk etme ruhsatı denir. Ramazan ayında hasta ve yolcunun oruçlarını yemeleri buna misal olarak verilebilir. Mükellef isterse azimete göre hareket eder. Ancak yolcu ve hastaların hayatları tehlikeye girecekse, ruhsatla amel etmeleri vacip, azimetle hareket etmeleri haramdır. Bu sebeple bu ruhsattan istifade etmeyerek oruç tutup ölen şahıs, günahkar olur. Hanefiler buna terfih ruhsatı adını verirler. 

Usul alimleri iki çeşit ruhsattan daha bahsederler

1-Önceki ümmetlere vacip olan zor tekliflerin bizden kaldırılması:

Mesela, Musa (a. s) ’ın şeriatında insan, nefsini öldürmek suretiyle günahından kurtulabilirdi. Bizde ise insan, günahlarını tövbe ile affettirebilir. 

2-Kıyasa aykırı bazı akitlerin meşru kılınması:

Selem akdi gibi. Burada bir hususa işaret etmekte fayda görmekteyiz: “Zaruretler, yasak olan şeyleri mübah kılar. “Kaidesi, zaruret halinde yasak (haram)  olan şeylerin mübah olduğunu göstermektedir. Dolayısı ile, zaruret halinde yasak olan bir fiil işlenince, faili sorguya çekilmiyor. Ancak bazı hürmetler (haramlar)  vardır ki, hiçbir özür ve zaruret, onları mübah kılmaz. Ve mübah muamelesi de yaptıramaz. Haksız olarak bir insanı öldürmek gibi. Hiçbir zaman insan öldürmenin haram olduğu hükmü değişmez. Bu sebeple tehdit ile de olsa, bir şahsın öldürülmesi caiz değildir. Zina, ırza tecavüz de böyledir. Bunlarda da haramlık hükmü değişmez. Bu sebeple bir kişiye, ölüm tehdidinde bulunulsa bile, bir başkasının ırzına tecavüz etmesi caiz değildir.