Kefalet

Kefalet, bir hakkın güvenceye bağlanması amacıyla bir kimsenin asıl borçlunun alacaklı karşısındaki sorumluluğuna katılması veya birinin teslimini üstlenmesidir.  Kendi zimmetini başkasının zimmetine ekleyerek onun yüklendiği şeyi kendisi de yüklenen kimseye kefîl, adına kefil olunan asıl borçluya mekfûlün anh, lehine kefil olunan alacaklıya mekfûlün leh, kefilin teslim veya eda etmeyi üstlendiği şeye de mekfûlün bih denilir.  Mekfûlün bih akdin konusu olan nefis, deyn, ayndır.  Nefse kefalette mekfûlün bih ile mekfûlün anh birdir. 

 

 
 

 

İnsanların ihtiyacı ve borçlunun sıkıntısının giderilmesi için kefâletin caiz olduğu konusunda görüş birliği vardır.  Sadece bazı ayrıntılarda görüş ayrılığı vardır. 

 

İyi niyetle kefil olma, kefile sevap kazandıran taat kabilinden bir ameldir.  Kefil olan kimse Allâhu Teâlâ'nın yardımını üzerine çeker.  Hz.  Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir kimse mü'min kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allahu Teâlâ da o kimsenin yardımındadır" (Ahmed b.  Hanbel, Müsned, II, 274). 

 

Diğer yandan, insanlar arasında iyilik iyiliği çeker.  Karşılıklı yardımlaşmaya sebep olur.  Kur'ân'da şöyle buyurulur: "iyiliğin karşılığı ancak iyilikten başka bir şey değildir" (er-Rahmân, 55/60).  Kefalet iki türlüdür. 

 

1 - Nefsiyle kefil olmak. 

 

2 - Malıyla kefil olmak. 

 

1 -Nefsiyle kefalet caizdir.  Bu kefaletle mesuliyet derecesi, kefili olduğu zatı, bulundurmaktır.  Bu biçim kefalet, “Falana kefil oldum” dediği zaman akit oluşur.  Yine “ben ondan mesulüm,  o benim üzerime olsun, ben onun kefiliyim” dediği zaman, kefalet akdolunur. 

 

Kefil, kefili bulduğu zatı, muayyen bir vakitte teslim edeceğini şart koşarsa ve alacaklı da, o zamanda kefilden teslim edilmesini isterse, hazır edilmesi kefile vacip olur; Eğer kefil onu hazır ederse ne âlâ, eğer hazır etmezse hazır edilinceye kadar, hakim kefili hapseder.  Ne zamanki kefil, kefili olduğu zatı hazır edip de alacaklının mahkeme etmesine gücü yettiği bir yerde teslim ederse, o zaman kefillikten kurtulur. 

 

Kefili olan zat, öldüğü zaman, nefsiyle kefil olan şahıs kefaletten kurtulur. 

 

Nefsiyle kefil olup “borçlu falan vakitte borcunu edâ etmezse, bin lira borcunu öderim”  dese, o zaman da borçlu borcunu getirmese, kefile malî mesuliyet lâzım olur, nefsiyle kefil olması onu kurtaramaz.  

 

Ebû Hanife’ye göre hadlar (cezalar) ve kısaslarda nefisle kefil olmak caiz değildir. 

 

2 -Alınacak mal, sahih bir borç olduğu zaman, miktarı ister belli ister belirsiz olsun, malla kefil olmak caizdir.  Meselâ: “Filânın üzerinde olan bin liraya veya onda olan alacağına veya bu satışta sana düşen payına kefil oldum” demesi gibi. 

 

Alacaklı muhayyerdir; dilerse alacağını borçludan, dilerse kefil¬den ister.  Kefaleti şarta bağlamak caiz olur, meselâ: “Eğer falan adama sa¬tarsan benim üzerime olsun veya onun üzerinde sabit olan hakkın benim üzerime olsun veya senden gasbettîği benim üzerime olsun” demesi gibi. . . 

 

Borçlunun isteğiyle kendisine kefil olunduğu gibi, isteği olmak¬sızın da kendisine kefil olunmak caiz olur.  Eğer kişinin isteğiyle kefil olmuşsa onun yerine verdiği parayı bilâhare ondan alır.  Eğer teklifi olmaksızın kefili olmuşsa verdiği parayı bilâhare ondan alamaz, çünkü teberrudur. 

 

Kefil, daha borcunu vermezden evvel borçludan para istemeye yetkili değildir.  Eğer borcun alınması için, kefil alacaklının takibine maruz kalırsa, kefili olduğu zatı, kendisini takip edilmekten kurtarıncaya kadar sıkıştırabilir.  Alacaklı, borçluyu borçtan affettiği veya ora-dan borcunu tamamen aldığı zaman kefil de kurtulur.  Alacaklı kefili affederse, borçlu da affedilmiş olmaz. 

 

Kefalet ancak akit yapılan mecliste alacaklının, kabullenmesiyle doğru olabilir.