Alimin Kıymeti

Konular

 

İlim En Üstün Değer

Takva İlimle Olur

Hoca En Gözde Adam

Kur’an’da Âlimin Değeri

Hadislerde Âlimin Değeri

 

İlim En Üstün Değer

İmam Hatip Lisesinde okurken, tefsir dersinde öğrendiğim bir olay beni çok etkilemiş ve ilme karşı içimde sevgi ve istek artışı sağlamıştı. Gerçekten iyi bir teşvik olmuştu benim için bu olay. Ola ki, ilk defa okumuş olacak kardeşlerimin kalbinde de böyle bir etki bırakması için yazmak istiyorum.

Müfessirlerden Kemal Paşazade’nin hayatını ve eserlerini okuyorduk. İbn Kemal diye de bilinen bu muhteşem âlim, baba tarafından cenkçi bir soya, anne tarafından da ilim ile meşgul bir aileye mensuptur. İlk tahsilini baba ocağında yapar, delikanlılık çağında ise ailesinin an’anesine uyarak askerliğe intisap eder.

İşte bu sıralarda, gözlerinin önünde cereyan eden bir olay, onun üzerinde derin izler bırakır. Hayatının akışını tamamen değiştirerek askerliği terk eder ve ilim tahsiline yönelir. Olay şöyledir:

II. Beyazıt zamanında, genç bir sipahi olarak, bir sefer-i hümayuna katılmış ve bu seferde vezir Çandarlı Halil Paşa oğlu İbrahim Paşa’nın maiyetinde bulunmuştu. Ordu Filibe’ye geldiği sırada, İbrahim Paşa’nın huzurunda yapılan bir toplantıda, 30 akçe ile Filibe’de müderris bulunan Molla Lütfî Efendi, vezirin yanına girerek, huzurunda bulunan paşalara ve beylere hiç ehemmiyet vermeden ve bilhassa cesaret ve kahramanlığı ile Osmanlı ordusunda büyük bir şöhreti olan Evrenoszâde Ali Bey’in üst tarafına geçip oturur.

Bu olay İbn-i Kemal üzerinde derin bir tesir uyandırmıştı. Sıradan bir müderrisin bu kadar beylerden, paşalardan daha yüksek bir yere oturmasına hayretler içinde kalmıştı. Düşünmüştü ki, kendisi ne kadar gayret ederse etsin, askerlikte Evrenoszâde’nin kazanmış olduğu şöhreti elde edemeyecektir. Ama çalışırsa ikinci bir Molla Lütfî olması mümkündür. İşte bu sebeple kararını vermiş ve askerlikten ayrılarak ilmiye sınıfına intisap etmiştir. Kısa zamanda çalışkanlığı, gayreti ve azmi ile arkadaşlarının üstünde başarı elde etmiş, vefat ettiğinde askerlikten ayrılmasına vesile olan “Molla Lütfî olma” hayaline, gerek ilimi, gerek eserleri, gerekse eriştiği makam, mevki ve şöhreti ile ziyadesiyle kavuşmuş, arzusunu gerçekleştirmişti.

Çünkü bu o İbni Kemal’dır ki, Osmanlı ülkesinin en güzide medreselerinde ders vermiş, vilayetlerinde kadılık yapmış, Anadolu Kazaskerliğine, oradan da Şeyh’ul İslamlık makamına tayin edilmiş, buradaki iktidar ve dirayetinden dolayı haklı olarak “müfti’s sakaleyn” ünvanını almış ve vefatına kadar da o makamda kalmıştır. Bu o Kemal Paşazade’dir ki, Yavuz Sultan Selim Han, Mısır fethinden dönerken, bu allâmenin atının ayağından sıçrayan çamurlar, Hünkârın elbisesine dokunmuştu da, O koca Sultan: “Ulemanın atının ayağından sıçrayan çamur, benim için zînet ve mefharete medardır, bu elbisem vefatımdan sonra sandukamın üzerine konulsun.” Demişti. Vefatından sonra arkasında üçyüzden fazla eser bırakmıştı. Abdulhay el-Leknevî, onu Celaleddin es-Suyuti’den üstün tutar, Ömer Nasuhi Bilmen üstadımız da bu kanaatinde Leknevî’yi destekler.(1)

Osmanlı veziri ve paşalarının engin anlayışları, ulemaya saygı ve sevgileri, Molla Lütfî Efendinin ilmî dirayeti, hiç şüphesiz aldıkları İslam terbiyesinden kaynaklanmaktadır. Zira Peygamber Efendimiz (sav) de her fırsatta ilmi ve ilim adamlarını övmüş, onlara en büyük değeri ikram etmiş, ümmetine de onlara saygı, sevgi, hizmet ve takdirde kusur etmemelerini tavsiye buyurmuşlardır.

Onun meclisinde âlimlere ayrı bir değer verilirdi. Genellikle Peygamber Efendimiz sağ tarafına Hz. Ebu Bekir (ra)’i, sol tarafına Hz. Ömer el-Faruk (ra)’u, önüne de Hz. Osman (ra) ile Hz. Ali (ra)’yi oturturlardı. Bunun sebebi, sayılanların, ümmetin en âlimleri olmaktan başka, bazılarının vahyi yazanlardan oldukları içindi.

Peygamberimizin meclisinde herkes boş bulduğu yere otururken, aynı zamanda, layık olduğu yeri de bilirler, gerektiği zaman, tavsiye edildiği gibi, ilim ve fazilet sahibi kimseler için kalkarak yer gösterir, ikram ederlerdi.

Hatta Peygamberimiz Efendimiz (as), Allah Teâla’nın huzuruna çıkarken, yani namaza kıyam buyurduklarında, arkalarına âlimleri alır da ilâhî huzura öyle dururlardı. Buyuruyorlar ki:

Benim arkama ulu’l ahlam ven-nuha dursun. Sonra onları derece bakımından takip edenler, sonra onları takip edenler dursun.(2)

Ulu’l ahlam”; akıl sahipleri demektir. “Nuhâ” da, akıllılar manasına gelir. Bunları “âlimler” olarak anlayabiliriz. Çünkü imama en yakın onlar olur ki, herhangi bir sebeple imamın abdesti bozulduğunda, onlar, imamın yerine geçer ve namazı kıldırmaya devam ederler. “Sonra derece itibariyle onlara yakın olanlar dursun” cümlesiyle Fahr-i kâinat efendimiz, namaz ahvalini en iyi bilen ilim ve fazilet sahiplerinin imamın arkasında ona yakın durmalarını istemiştir. İmamdan uzaklaştıkça dahi ilim ve fazilet derecesini göz önünde bulundurulmasını, en son saflara, namaz hallerini en az bilenlerin bırakılmasını anlatmak istemiştir.(3)

Nitekim peygamberimizin, âlimleri arkasına alarak huzura durduğu Allah Teâla da, kulları arasında, özellikle âlimleri övmüş ve yüceltmiş, onlar için dünya ve ahiret nimetleri bahşettiğini bildirmiştir. Kur’an, insanları o seviyeye yükseltmek için inmiş, içerisinde ilim ehlini çokça zikretmiş, onları insanlara örnek ve kılavuzlar olarak takdim etmiştir. “Bilmiyorsanız, ilim ehline sorun”(4) buyurmuştur. İnsanın mükerrem oluşu, saygı değer bulunuşu  “takva” sayesindedir. “Sizin Allah Teâla’nın katında en mükerreminiz, en çok Allah Teâla’yıtanıyan ve O’na saygılı olanlarınızdır.(5) Yani en takvalınız. İşte asıl şeref ve iftihar vesilesi, olsa olsa bu takvadır.

Takva İlimle Olur

Takva, kulun Allah Teâla’ya tam bir imanla teslim olup emredilenleri yapması, yasaklananlardan kaçınması, bela ve musibetlere sabretmesi, içini ve dışını maddî manevî pisliklerden temizlemesi, ameline aldanmadan daima akıbetinden korku üzere olup Allah Teâla’ya tazarru ve niyazda bulunmasıdır.

Peki, kimdir bu Takvalılar? Allah Teâla’dan hakkıyla kimler korkar? İşte bunun cevabını Rabbimiz veriyor:

“Kullar içinde Allah Teâla’danancak âlimler korkar.”(6)

Yani ancak Allah Teâla’yı bilenler o saygıyı içinde duyarlar. Elmalı’nın dediği gibi, “Çünkü bir şey hakkında saygı, onun şanına olan bilgi ve bilginin derecesiyle uyumlu olur. Bir kulun da, Allah Teâla’ya dair ilmi ne kadar mükemmel ise, korkusu da o oranda mükemmel olur. Onun için Resulullah (as): “Ben sizin Allah Teâla’danen çok korkanınız ve en çok müttaki olanınızım”(7) demiştir.

Niçin Allah Teâla’yıbilmek korkuya sebep oluyor?

“Çünkü Allah Teâla çok güçlüdür, bağışlayıcıdır.” Yalnız bağışlayıcı değil, güçlü bir bağışlayıcıdır. Sadece bir bağışlayıcı olsaydı, O’nu bilmek belki nazlanmaya, aldanmaya, hiç korkusuz ümit bağlamaya sebep olabilirdi. Fakat Allah Teâla’nın, yalnız bağışlayan, merhamet eden değil, aynı zamanda aziz, hiçbir sebebe boyun eğmeyen, yenilmeyen, hiçbir kanun altına alınma ihtimali bulunmayan, dilediği anda kahredip yerle bir eden, çok kuvvetli, çok azametli, galip ve kahredici bir bağışlayıcıdır. Mağfireti çok olduğu gibi, cezası, intikamı da çok şiddetlidir. Onun için Allah Teâla’yı bilmeyenler her haltı edebilir. O’nu bir kul ne kadar iyi bilirse, o kadar çok saygılı, o kadar çok hürmetli olur. Bununla birlikte bilginlerin saygısı, korkusu, haşyeti ne kadar büyük olursa, ümidi de o oranda çok olacağı unutulmamalıdır. Şu halde Allah Teâla’dan en çok korku duyan bilginler olunca, Allah Teâla’nın kulları içinde en çok şeref verdiği de bilginler olmuş olur. Bu yüzdendir ki, “ilim rütbesi, bütün rütbelerin üstündedir.(8)

İbni Kemal, işte bu rütbeyi yaşayarak görmüştü. Bu rütbeyi anlayan nice sultanlar, valiler, âlimlere değer vermekle kendilerini yüceltmişlerdir. Onlara değer vermeyenler, yani Allah Teâla’nın, Resulünün ve ümmetin seçkinlerinin verdiği değeri vermeyenler, kendi değersizliklerini ortaya koymuşlardır.

Hoca En Gözde Adam

Mazideki cemiyet yapımızı en iyi bilenlerden birisi olan merhum Samiha Ayverdi Hanımefendi, bir millete bilgi ve irfan öğreten “hoca”yı, eski cemiyet anlayışımızda “en gözde adam” olarak tesbit eden bir yazısında şöyle diyor:

“Medeniyetimizin semaî ve şifâhî bir medeniyet olduğu devirlerde, çocuğun zihnî ve ruhî zenbereğini elinde tutan hoca, cemiyetin en makbul ve en gözde adamı idi. Kendisini, bir harf öğretene kul sayan İslam zihniyeti, kütlenin bağrına işlemiş öyle bir gerçekti ki, bu anlayıştan hareket eden cemiyeti, hocaya, beşeri duyguların üstünde bir saygı ve hassasiyetle bağlamış bulunuyordu. Onun için de, bu ilim temsilcilerine hükümdarlar bile ayağa kalkar ve kanunnameler “hâce-i sultani”yi protokolda ihtiram mevkiinin başına geçirirlerdi.

Fakat şeref, itibar ve refah sahibi olmak için, bir devletlinin hocası olmak şart değildi. Bilgisini kime aktarırsa aktarsın, mühim olan, o ilme mevzi bulunmuş olmak, yani hoca olmuş olması, hocalık sıfatına sahip bulunması idi.”(9)

Bütün bunların nereden beslendiğini göstermesi açısından şu tablo, ne kadar manidar bir harikadır: Zeyd bin Sabit (ra), annesinin cenaze namazını kıldı. Definden sonra, binsin diye kendisine biniti getirildi. Hemen Abdullah bin Abbas (ra) gidip binitin özengisine yapıştı. Bunun üzerine Zeyd bin Sabit (ra) O’na hürmet ederek:

- Özengiyi bırak ey Resulullah'ın amcasının oğlu! Dedi. İbn-i Abbas (ra):

- Biz, ulemaya böyle hürmet ederiz, deyince. Zeyd bin Sabit (ra) de İbn-i Abbas’ın elini öperek:

- Biz de Resulullah (sav)’ın ehl-i beytine böyle yapmakla emrolunduk, dedi.(10)

Şimdi bunun delillerini Kur’an-ı Kerimden görmeye çalışalım.

Kur’an’da Âlimin Değeri

Daha önce Kur’an’da ilmin değerini görmüştük. Şimdi de âlimin değerini anlamak için yeniden Kur’an’a dönüyoruz. Ancak unutmayalım ki bunlar birbirlerine yakın konulardır. Bu yüzden oraya tekrar bakılabilir.

Allah Teâla kullarına kendisini tanıtmak için peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Peygamberler, Allah Teâla’dan aldıkları dini, yani İslam’ı, insanlara tebliğ eden özel sıfatlarla donatılmış insanlardır. Yani hem duyurmuş, hem açıklamış, hem yorumlamış, hem de ameli olarak yaşamış ve uygulamasıyla örnek olmuş, bütünüyle “üsvetün hasene / model insan” olmuşlardır.

Âlimlerin, peygamberlerin vekilleri ve varisleri olduğunu önümüzdeki bahislerde geniş olarak göreceğiz. Bu güvenilir varislerin elbetteki en önemli özellikleri, vahyedilen ilahî kitabı, yani Kur’an’ı en güzel biçimde anlamış olmalarıdır. Bir başka deyişle, Allah Teâla’nın kastettiği manayı doğru kavramalarıdır. Zaten tefsir ilmi de, Allah Teâla’nın, Kur’an ayetlerindeki kastettiği muradını doğru anlamamızı sağlayan ilimdir. Bu doğru anlama işi çok önemli bir olaydır.

İşte Kur’an bize, Allah Teâla’nın ayetlerini en iyi anlayanların, ilimde derinleşmiş âlimler olduğunu bildiriyor. Anlayışları kadar, gönülleri de iman, huşu, rikkat, sevgi ve saygı dolu âlimler. Ellerindeki kitabın kıymetini bilen ve O’nu kaybetmekten korkan âlimler. İşte şu ayetler bu mananın ne güzel ifadeleridir:

Sana kitabı indiren O’dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar kitabın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için, ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun tevilini ancak Allah Teâla’nın bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise:(11) “Ona inandık, hepsi Rabbimiz tarafındandır” derler. Bu inceliği ancak akl-i selim sahipleri düşünüp anlar. Onlar şöyle yakarırlar: “Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfü en bol olan sensin. Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah Teâla’nın asla sözünden dönmez.(12)

İşte bu ifadeler, az önce gördüğümüz “Kulları içinde Allah Teâla’danancak âlimler (gereğince) korkar, şüphesiz Allah Teâla’nın çok güçlü ve çok bağışlayandır(13) ayetinin de bir yorumu sayılırlar. Çünkü ilim arttıkça, Allah Teâla’nın bilgisi (marifetullah) de artacak, o bilgi de Allah Teâla’nın saygısına (haşyetullaha, havfullaha) dönüşecektir. Şu ayette bu gerçeğin bir ifadesidir: “Sen ancak görmeden Rabbinden korkanları sakındıracaksın.(14)

Neden Allah Teâla’nın korkusunu, saygısını kullar içinde en iyi olarak ancak âlimler duyar da peygamber inzarından en çok onlar yararlanırlar? Bunu az önce açıklamıştık, tekrar etmeyelim. Ayetten anlaşılan gerçek şudur ki, Allah Teâla’dan en çok korkan bilginler, Allah Teâla’nın kulları içinde en çok sevdiği, şeref verdiği, değer ve derece verdiği kişilerdir. Nitekim yukarıda yazılan hadislerde görüldüğü gibi, şu ayette de âlimlerin dereceleri açıkça belirtilmiştir: “Kendilerine ilim verilmiş olan zatları da derecelerle yükseltir”(17)

İşte Kur’an’daki ilmin fazileti ve âlimin derecesinin üstünlüğü! Âlimlerin faziletlerine dair birçok hadisleri yerinde zikretmiştik. Allah Teâla’nın onlara lütfunu gösteren bir hadisi teberrûken yazarak, yine biz Kur’an sayfalarının arasında âlimlerin faziletini aramaya çalışalım:

“Allah Teâla, kıyamet gününde âlimleri toplayıp buyuracak ki: “Ben size sırf hayır istediğim cihetle hikmetimi kalplerinize koydum. Haydi cennete girin,  çünkü sizden ortaya çıkacak kusurlara karşı, sizi affettim”(18).

Allah Teâla varlığına ve birliğine, yüce isim ve sıfatlarına, emsalsiz fiillerine, önce kendisi, sonra melekleri, sonra da âlimleri şahit gösteriyor, onları belge ve kanıt olarak ileri sürüyor. Âlimler için, Allah Teâla’nın’tan, meleklerinden sonra üçüncü derecede anılmak, şeref, izzet, ikram, fazilet ve üstünlük olarak yetmez mi? İşte ayeti kerime:

“Allah Teâla’nın şehadet eyledi şu gerçeğe ki,  başka tanrı yok, ancak o vardır. Bütün melekler ve ilim uluları da, dosdoğru olarak buna şahiddir ki, başka tanrı yok, ancak O aziz, O hâkim vardır.”(19)

Âlimler, daha bundan başka acaba nasıl yüceltilebilinir ki?  Başka bir değer taşıyanları değil, ilim taşıyanları şahit tutuyor ve bu şahitliği kendi şahitliğine ve meleklerin şahitliğine yaklaştırıyor. Allah Teâla yarattıkları içinde herhalde rastgele insanları değil, adil, doğru ve değerli insanları şahit tutar. Bu ne güzel bir tezkiyedir, ne güzel bir değer vermedir!

Hem neye şahit tutuluyorlar? Meseleye bir de bu açıdan bakıldığında âlimler bambaşka bir şeref kazanırlar. Tevhide şahit olmak, büyük bir olaya şahit olmaktır ve çok yüce insanların harcıdır. Biraz sonra zikredeceğimiz “bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağı “ gerçeğine bir de bu açıdan bakalım isterseniz.         

Allah Teâla ilimde derinleşmiş olanlara, pek yakında büyük mükâfatlar vereceğini,(20) çünkü onların, Allah Teâla’nın kelamı Kur’an okununca tanıyıp yüzüstü secdeye kapanacaklarını,(21) kalplerinin huzur ve tatmine kavuşacağını,(22) ondaki temsilleri ancak onların anlayacağını,(23) bildiriyor ve soruyor: “De ki; hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.”(24)

Allah Teâla insanlara şunu da emrediyor: “Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.(25) Çünkü onlar, insanlığın eğiticisi ve öğreticisidirler.

İlmin kıymetini en iyi takdir edenler, hiç şüphesiz peygamberlerdir. En başta danışılacak olanlardan biri de İbrahim (as)’dır. Kur’an’da onu, ellerini açmış Kâbe’de ümmeti için dua ederken görüyoruz. Ne mi istiyor? Dinleyelim:

“Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder.”(26) Bu duanın kabul olduğunu görüyoruz.(27)

Bu ayetlerden anlaşılan, bizim de böyle dua etmemizin gereğidir. Ancak artık peygamber gelmeyeceğine göre, bize düşen, bir toplumun, peygamber mirasçısı ve temsilcisi olan âlimlerden mahrum kalmaması için dua etmek, yalvarıp yakarmaktır.

Kur’an bizi ilme teşvik ederken, Musa gibi kendisine Tevrat indirilmiş, hatta kendisiyle doğrudan konuşulmuş bir ulu’l azm peygamberin bile, ilim öğrenmek için hem de uzun ve yorucu bir yolculuğa katlanarak seyahate çıkmasını, bazı âlimlerin “nebi”, bazılarının “veli” olduğunu söyledikleri bir insana nezaket ve tevazu ile yaklaştığını ve kendinde olmayan bir ilmi ona öğretmesini istediğini haber verir(28) Hakikaten O’nun hayatı göz önüne alındığında insanı hayretler içerisinde bırakan bir kıssadır bu. Biz bu yüce şahsiyeti hep mücadele meydanlarında bir yiğit olarak görürken, birden onu, üç meseleyle de olsa hocasının karşısında eşsiz bir tevazu ve engin bir nezaketle görünce doğrusu çarpılıyoruz. İşte ayetler:

“Musa ona: Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı? Dedi.

Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. İç yüzünü kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredeceksin? Musa:

İnşAllah Teâla’nın, dedi, sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem.(29)

İşte âlimin kıymeti ve işte ona gösterilmesi gereken hürmet ve nezaket!

Kur’an, mü’minlerin hepsinin toptan cihada çıkmalarının doğru olmadığını söylüyor. Bir kısmı geride kalmalı ve ilimler öğrenip savaştan dönenler dâhil, toplumu eğitmeli, maddi ve manevi olarak güçlendirmelidir.(30) Konunun tafsilatı “ilim ve cihad” bölümünde anlatıldı, hatırlatıp geçelim.

İlmin bir insan ve toplum için ne kadar zaruri bir ihtiyaç olduğunu şuradan da anlarız ki Allah Teâla, bir şeyler öğrenmek için gelen görme özürlü âmâ bir sahabiye, Peygamberimizin (sav) kendince daha önemli bir iş üzerinde olması sebebiyle, yüzünü ekşitip, sırtını dönmesini şiddetle reddetmiş, peygamberimizi ikaz ederek dikkatini çekmiştir.(32) İlim bu kadar önemliyse, talebe bu kadar önemliyse, hiç şüphesiz ki âlim çok çok daha önemlidir.

Kur’an’ın ifadesine göre Allah Teâla’nın katında en itibarlı makam ve nimet, ilim ve hikmettir:

“Allah Teâla’nın, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır.”(33)

Bilindiği gibi din ve dünya için derin ve yararlı bilgiye hikmet, bu bilgilerle amel eden ve onu muhtaç olanlara öğreten, halkı eğiten yararlı insanlara da hakîm denir. İlim, ne kadar kıymetli bir nimet ve hayırdır ki, Allah Teâla, bizzat peygamberine, ilim talep etmesi ve artırması için dua etmesini emretmektedir: “De ki: Rabbim, ilmimi artır.”(34)

Kur’an, ilim verilmiş olan insanların iktidarının güçlü, devlet ve medeniyetlerinin büyüklüğüne dair örnekler verir. İşte Hz. Davud’un, Hz. Süleyman’ın, Belkıs’ın iktidarları onlardan bir kaçı. Kur’an onlara, ilim verildiğini özellikle belirtir.

İşte bu yüzdendir ki, Kur’an’da en fazla geçen kelimelerin başında “ilim” kökünden türemiş olanları görürüz.(35) Eğer onları tek tek incelesek ilim ve âlim için ne ifadeler buluruz. Ancak biz bu kadarını da âlimin değerinin ifadesi için yeterli görüyor, sözü fazla uzatmak istemiyoruz.

Yüce Rabbimiz, oğlu Kasımın vefatından sonra müşriklerin hakkında “ebter” yani “nesli kesik, soyu güdük” demesiyle üzülen sevgili peygamberimizi teselli için Kevser suresini indirdi:

“Muhakkak biz sana Kevser’i verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Muhakkak ki sonu kesik olan, sana buğz edendir.”(36)

Kelime olarak “pek çok, gayet çok, bol hayır” anlamına gelen Kevser’in din diliyle neyi kastettiği, tefsircilerin birçok açıklamalarına sebep olmuştur. Bunların en meşhurlarından birisi de, “Kevserden murad, ümmetin âlimleridir” yorumudur. Üzülen peygamberimize pek çok, gayet bol ve hayırlı âlimler ihsan edeceği müjdesiyle gönlü alınmış ve teselli verilmiştir. Nitekim şu ifadeler, bu manayı güzel ifade ederler:

“Hakikaten ilmen ve ahlaken peygamberlerin varisleri olan âlimler, çok hayırdır. O vahy kaynağından feyz alarak Rasulullah'ın zikrini yaşatmak, dininin eserlerini, şeriat ve ahlakının bilgilerini yaymak için ümmete hayır ve fazilet öğretmek itibarıyla cennete rıdvan kaynağından akan Kevser nehrine benzerler. Peygamberler, Allah Teâla’yı bilme esaslarında birlik olup da şeriatte (dinin emeli hükümlerinde) farklı olarak halkın kurtuluşu için ilahi rahmetin yayıcıları olduğu gibi, ümmetin bilginleri de, kalpleri hak tevhidi ve vicdanları Muhammedi ahlak üzere rıdvan neşesiyle Muhammedi şeriatın esaslarında birlik, ahval ve zamana göre füru ve dallarında farklı olarak hak rahmet neşrederler. Yine Râzi der ki: “Bunda fazilet iki vechiledir: Birisi, rivayet olduğu üzere kıyamet günü her peygamber getirilir. Ümmeti de ardınca gelir. Nice peygamberin beraberinde bir iki kişi gelir. Bu ümmetin âlimlerinden her bir âlim de getirilir. Birçoğunun ardınca binlerce kişi gelerek hepsi Resulullah'ın ardında toplanırlar. Öyle ki bazı âlimlerin tabiileri diğer peygamberin birinin tabiilerinden çoktur. İkincisi: âlimler vahyden alınmış olan naslara uymalarından dolayı isabet etmişlerdir. Kitabı korunmuş ve mazbut olan bu ümmetin âlimleri bütün himmet ve gayretlerini sarfedip meşakkatler çekerek yaptıkları istinbat ve içtihatda da isabet etmişlerdir. Bazıları hata etmiş olsalar bile onlar dahi başlangıçta, iyi niyetle hakkı arayıp gayretlerini sarfettiklerinden dolayı sevap kazanmışlardır. “İsabet eden on sevaba nail olursa, gayret edip de hata edenin bir sevaba nail olacağı” bir hadisi şerifte beyan olunmuştur.  Fakat hakkı aramayıp da ictihad adına arzu ve isteklerine tabii olanların ilim haysiyetiyle hareket etmemiş olduklarından dolayı, bu hayır ve faziletten hariç heva ehli olduklarını ise hatırlatmaya lüzum yoktur. Bununla beraber bu manada ilim ve hikmet manası altında düşünülebilir.(37)

Ra’d Suresi’nin 41. ayetini tefsirlerden okurken gördüğüm bir bilgi beni bu konuda bir hayli heyecanlandırdı. İşte ayet-i Kerime:

“Görmüyorlar mı ki, biz yeri etrafından eksiltip duruyoruz. Allah Teâla’nın öyle hükmeder ki, O'nun hükmünü engelleyecek kimse yoktur. O çok hızlı hesap görür.”

Acaba “yerin etrafından eksiltme” ne anlama geliyor?

Bunu anlamak için Taberi, Razi, Kuşeyri, Kurtubi, Kasımî, Zuhayli gibi eski yeni birçok tefsire baktım. Ali Aslan, “Büyük Kur’an Tefsiri”nde eskilerin görüşünü şöyle ifade etmiş: “Hâkim'in İbn Abbas'tan rivayet ederek, sahih olduğunu söy­lediği bir haberde, “Arzın eksiltilmesi ile kastedilenin, yeryüzün­deki eşrafın ve büyüklerin ölümü ve âlimlerin (Ahiret'e) intikal etmesi olduğu” söylenmektedir.

Ebu Hureyre'den merfu olarak rivayet edilen bir hadiste bunun yeryüzündeki âlimlerin ölümüne işaret ettiği bildirilmektedir. Bu görüş, aynı zamanda Mücahid'den de nakledilmiştir. Bu yoruma göre “Arz” ile yerin cinsi kastedilmiş olmaktadır. Arzın etrafı ise —denildiği gibi— yeryüzünde yaşayan şerefli kimselerdir. İbare­nin bu anlama geldiğine dair Sa'lebi'den de bir rivayet nakledil­mektedir. Îbn'ul-Arabi'nin, “Taraf, kerim kimse demektir şeklin­deki sözü de bu anlama yakındır.”

  Bayraktar Bayraklı ise “Yeni Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri”nde yorumu biraz daha asrın idrakine yaklaştırmış: “Bir zamanlar çalışıp ilimde dünyaya nur saçan milletler, daha sonraki nesillerinde tembellik ve taklit egemen olunca, bilim ve kültür bakımından dünyaya verdikleri ışık ve hizmet kaybolmaya başlar. O manevî gücün sınırları yavaş yavaş daralır ve yoğunluğunu kaybeder. Bir milletin bilim ve kültürel üstünlüğünü ve etkinliğini kaybetmesi en büyük azaptır. Çünkü bu gücü kaybetmesi efendilikten köleliğe doğru bir kayışın başlaması demektir.”

Hiç şüphesiz Kur’an insanlığa bir hidayet rehberi, mutluluğu yakalamanın açık belgeleri, hak ile batılın şaşmaz göstergeleridir ve O’nu insanlığa sunacak olanlar da peygamberlerden sonra âlimlerdir. Bu ise onlar için kıymetine takdir biçilemez bir değerdir.

Bütün bunları görünce ister istemez ellerimizi açarak dua ediyoruz: Allah Teâla bizi ilimden ayırmasın, son nefesimizi, ilim ile amil, hakka bağlı, ihlaslı ve mücahid âlimlerin arasında ve elimizde kitap olduğu halde imanla vermeyi nasip etsin! Aslında ben hep şehadeti özlerdim ve isterdim. Ama şimdi bunları yazarken ilme meyil ve muhabbetimin galebesiyle böyle dua ediyorum! Artık hangisi hakkımızda hayırlı ise, Allah Teâla onu nasip eylesin.

Hadislerde Âlimin Değeri

Biz daha önce “hadislerde ilmin değeri” hakkında bilgi vermiştik. Konu karıştırılmasın diye buradaki başlıkta “ilim” değil “âlimin” olduğuna dikkat çekerim. Ancak kabul edelim ki birbirlerine çok yakın iki konudur bu.

Bu tembihten sonra diyoruz ki, az önce “Kur’an'da âlimlerin değerini” açıkladıktan sonra, ikinci kaynağımız olduğu için, sözü, efendimizin âlimleri öven nurlu haislerine getirmek istiyorum. İşte onlardan bazı örnekler:

“Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir.”(38)

 “Allah Teâla ve melekleri, semavat ehli, deliğindeki karıncaya, denizlerdeki balıklara varıncaya kadar yeryüzü ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında bulunur.”(39)

“Tek bir fıkıh âlimi, şeytana, bin âbidden daha yamandır.”(40) Yani bir âlimden korktuğu kadar bin ibadete düşkün âbidden korkmaz.

“Kim bir ilim öğrenmek için bir yola girerse, Allah Teâla onu cennete giden yollardan birine girdirmiş demektir. Melekler, ilim tâlibinden memnun olarak kanatlarını üzerlerine koyarlar. Göklerde ve yerde olanlar ve hatta denizdeki balıklar, âlim için istiğfar ederler. Âlimin, âbid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede kamerin diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne dinar, ne dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim ilim elde ederse, bol bir nasip elde etmiştir.”(41)

“Allah Teâla kimin için hayır murad ederse, onu dinde fakîh kılar.”(42)

“İlim talebi için yola çıkan kimse, dönünceye kadar Allah Teâla’nın yolundadır.”(43)

“İlmi ile amil olan âlimlere uyunuz. Çünkü onlar dünya hayatınız ve ahiret kurtuluşunuz için tuttuğunuz yolun aydınlatıcısıdırlar.”(44)

“Âlimlere saygı ve ikramda bulununuz. Zira onlar ilahi hükümleri tebliğ konusunda peygamberlerin mirasçısıdırlar. Onlara ikram eden, Allah Teâlaya ve Resulüne ikram etmiş olur.”(45)

“İlmi ile amel eden âlimin, bilgisiz cahil âbid üzerine yetmiş derece fazilet ve üstünlüğü vardır.”(46)

“İnsanlardan iki sınıf vardır ki, sağlam ve salih oluşları, umumun sağlam oluşu, bozulmaları, umumun bozulmasına sebep olur. Onlar âlimler ve idarecilerdir.”(47)

“Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayın yıldızlara üstünlüğü gibidir.”(48)

“Âlimin diğerlerine üstünlüğü, peygamberin ümmeti üzerine üstünlüğü gibidir.”(49)

“İlminden faydalanılan bir âlim, bin âbidden hayırlıdır.”(50)

“Âlimin avama üstünlüğü, Ebu Bekir’in ümmetime üstünlüğü gibidir.” (51)

“Bir âlime saygı gösteren, Cenab-ı Hakk’a saygı göstermiş olur.”(52)

“Âlimin uykusu ibadet, nefesi tesbihtir.”(53)

“Âlimin yüzüne bakmak, ibadet yerine geçer.”(54)

“Ümmetimin âlimlerine hürmet ediniz. Zira onlar, yeryüzünün yıldızlarıdır.”(55)

“Şüphesiz ki, Allah Teâla’nın, âlimleri seven ve onlarla oturup kalkan idarecileri sever.”(56)

“Gerçekten her şeyin bir esası vardır. Bu yüce dinin esası da fıkıh ilmidir. Bunun için şeriata bağlı fakihin varlığı, şeytan için bin âbidin varlığından ağırdır.”(57)

“Bir fıkıh meclisi, bir sene ibadetten daha hayırlıdır.”(58)

“Bir ilim öğrencisi, Allah Teâla’nın katında, Allah Teâla’nın yolunda cihad edenden daha faziletlidir.”(59)

“İlim öğrenen, rahmete talip olan demektir. Çünkü ilim İslam’ın rüknüdür. Bunlara ecir ve sevap büyük peygamberlerle beraber verilir.”(60)

 Ubâde b. es-Sâmit'ten (Radıyaltahü anh):

Rasûlullah (SallAllah Teâla’nınu aleyhi ve seltem) şöyle buyurdu:

"Büyüklerimize   hürmet,   küçüklerimize   merhamet   etmeyen   ve âlimlerimizin konumunu kabul etmeyen kişi, benim ümmetimden değildir.(61)

 

 


(1) Hakkında geniş bilgi için bak. MEB. İslam Ansiklopedisi. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi c:2, Bilmen y. İst. 1974 2/635.

(2) Müslim, Salat. Bab 28 no:122,123.

(3) Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi 3/193.

(4) Nahl 43.

(5) Hucurat 13.

(6) Fatır 28.

(7) Buhârî, Nikah 1; Müslim, Siyam 74,79; Ebû Dâvud, Savm 36; Muvatta, Siyam 9; Ahmed 3/156,226,245; 6/67,122.

(8) Elmalı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili 6/386,387.

(9) Milli Kültür Meseleleri ve Maarif Davamız, s. 114-115. 

 

(10) Hâkim, Beyhakî, Teberânî ve Suyutî’den naklen, Kadı İyaz, Şifâ-i Şerif Tercümesi, s.434.

(11) Bu cümlenin başındaki “vav” harfi bağlaç kabul edilirse mana şöyle olur: “Halbuki onun tevilini ancak Allah Teâla’nın ve ilimde yüksek payeye erişenler bilir.” Bu mana, âlimlerin değerini yükseltmede daha açıktır.

(12) Al-i İmran 7-9.

(13) Fatır 28.

(14) Fatır 15.

(17) Mücadele 11.

(18) Ebu Hanife, Müsned, s.26,27; Elmalı 7/463.

(19) Al-i İmran 18.

(20) Nisa 162.

(21) İsra 107-109.

(22) Hacc 54.

(23) Ankebut 43.

(24) Zümer 9; Ayrıca bkz. Ra’d 16; Fatır 19.

(25) Nahl 43; Enbiya 7.

(26) Bakara 129.

(27) Bakara 151.

(28) Kehf 60 vs.

(29) Kehf 66-69.

(30) Tevbe 122.

(32) Abese 1-10.

(33) Bakara 269.

(34) Tâhâ 114.

(35) bkz. M.Fuad Abdu’lbaki, Mu’cum’l Mûfehres Li’elfazi’l Kur’ani’l Kerim, s.469-480.

(36) Kevser 1-3.

(37) Elmalı Hamdi Yazır a.g.e. 9/516.

(38) Tirmizî, İlim 19. no:2686; İbn Mâce Mukaddime 17; Dârimî, Mukaddime 29.

(39) Tirmizî, İlim 19.

(40) Tirmizî, İlim 19. no:2083; Darekuntî, Sünen 3/79.

(41) Ebû Dâvud, İlim 1 no:3641; Tirmizî, İlim 19. no:2683; İbn Mâce Mukaddime 17 no:223.

(42) Buhârî, Faz’ul Humus 7, İlim 13, İ’tisam 10; Müslim, İmaret 98 no:1038. Zekat 98,100 no:21038. Tirmizî, İlim 19. no:2647.

(43) Tirmizî, İlim 2 no:2649; İbn Mâce, Mukaddime 17 no:227.

(44) Aclunî, Keşfu’l Hafa 1/36(62) M.Esad Erbilî,Kenzu’l İrfan s.54(188)

(45) Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvud, İlim 1; İbn Mâce, Mukaddime 17; Dârimî, Mukaddime 32.

(46) Suyutî, Camiu’s Sağir 1/129.

(47) M.Esad Erbilî, a.g.e. s.55(191)

(48) Ebû Dâvud, İlim 1; Tirmizî, İlim 19; İbn Mâce, Mukaddime 32.

(49) Aynı kaynaklar.

(50) Münavî, Kunuzu’l Hakik s.88. ) M.Esad Erbilî, a.g.e. s.56(196)

(51) Münavî, a.g.e. s.96.

(52) Dârimî, Mukaddime 37.

(53) Münavî, a.g.e. s.154.

(54) Münavî, a.g.e. s.155.

(55)  a.g.e. s.163.

(56)  a.g.e. s.32.

(57) İbn Mâce, Mukaddime 17; Tirmizî,İlim 19.

(58) Münavî, a.g.e. s.132.

(59) Suyutî, a.g.e. 2/56. Çünkü âlimler, dünyanın bütün yörelerine de bulunan din düşmanlarını manevi kılıçları ile mağlup etmeye, muharebelerdeki mücahidler ise, belli bir topluluğa karşı koymaya çalışmaktadırlar. (M.Es’ad Erbili, a.g.e.s.58(208)

(60) Suyutî, a.g.e.2/56.

(61) İmam Ahmed b. Hanbel, El-Müsned, el-Fethu’r-Rabbani Tertibi, Ensar Yayıncılık: 1/253  (6/203)