Mükellefin İşleri

İslam sadece bir iman ve ahlak değil, aynı zamanda bir hayat nizamı ve bir yaşama biçimidir. 

Mükellef bir müslüman her işini, yani ibadetlerini, aile kurmasını, iş hayatını, kanunlarını, mahkemelerini, okul ve eğitimini, talim ve terbiyesini, hatta devlet yönetimini, uluslararası hukukları, hatta savaş ve barışını İslam’a uygun bir şekilde yapmak zorundadır. Bu uygun olup olmama durumunu şu kavramlarla izah ederiz: Farz, Vacip, Sünnet, Müstehap, Mübah, Haram, Mekruh, Müfsid. Şu iki kavram da bir başka açıdan bu işleri açıklamakta kullanılır: Azimet, Ruhsat. 

Esasen insanın hayatta yaptığı bütün işler ya farzdır, ya vaciptir, ya sünnettir, ya müstehaptır, ya da mübahtır. Müslümana yakışmaz ama Allah korusun ya haram, ya mekruh, ya da müfsittir.  Bütün bunlar düşünüldüğünde Müslüman için bütün yaşantısında dinin dışında kalan bir alan yoktur. Öyleyse Müslüman fert ve toplumlar için laiklik ve sekülerizm asla düşünülemez. Çünkü hayatında dinin hükmü dışında kalan bir alan, bir boşluk yoktur ki onu laiklik veya sekülerizm doldursun.

Müslüman bazen nefsine uyarak haram veya mekruh bir iş de yapabilir.  Ancak bundan kurtulmak için ertelemeden derhal tövbe etmelidir. 

Aslında mükellefin işleri fıkıh bölümünde daha geniş olarak işlenmiştir. Ancak yeri geldiği için burada da kısaca insanı ilgilendiren dinin hükümleri görmek istiyoruz.

1-Farz: Delalet ve sübut yönlerinden her ikisi de kat’î bir delil ile sabit olan ve yapılması dînen kesin olarak istenilen şer’î hükümlere denir. Farzı işleyene sevap, terk edene azap vardır, inkar eden ise kafir olur, dinden çıkar.  Farz ikiye ayrılır:

a. Farz-ı ayn: Her mükellefin bizzat yapması gereken fiillerdir.  Birinin yapması ile diğerlerinin üzerinden sorumluluk kalkmaz.  Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek gibi.  

b. Farz-ı kifaye: Toplum içinde bir kısım insanların yapması ile diğerlerinin üzerinden sorumluluğun kalktığı kesin şer’î hükümlere denir.  Hiç kimsenin yapmaması halinde ise herkes günahkâr olur.  Mesela hafız yetiştirmek, cenaze namazı kılmak, öğretmen, doktor, mühendis, müfessir, fakih yetiştirmek, devlet başkanını seçmek, iyiliği teşvik edip kötülüğe mani olmak gibi. 

2-Vacip: Delalet ve sübut yönlerinden biri zannî bir delille sabit olan ve yapılması dînen kesin olarak istenilen şer’î hükümlere denir. Vacibin işlenmesinde sevap, terkinde azap vardır.  Ancak îtikat bakımından farz gibi değildir. Vacibi inkar eden kafir olmaz ise de fâsık ve âsî olur.  Vacip amelen farz gibidir, terk edilemez.

3-Sünnet: Peygamber Efendimizin farz ve vacip dışında ibadet maksadı ile yaptığı, ümmetinden de yapılmasını istediği, şer’î hükümlere denir.  İkiye ayrılır: 

a. Sünnet-i müekkede: Peygamber Efendimizin farz ve vacip dışında devamlı yaptığı, pek az terk ettiği şer’î hükümlerdir.  Bu çeşit sünneti yerine getiren sevap kazanır, terk eden cezayı hak etmemekle beraber, kınama ve azarlamaya müstehak olur.  Selam vermek, ezan okumak, sabah ve öğle namazlarının revatip sünnetleri gibi. 

b. Sünnet-i gayrı müekkede: Hz. Peygamberin bazen yapıp bazen terk ettiği şer’î hükümlerdir.  Bu sünnetlere mendup da denir.  Sünnet-i gayrı müekkedeyi işleyene sevap vardır, terk eden ise kınanmaz.  Ancak sürekli terk eden Peygamberimizin şefaatinden mahrum kalabilir.  İkindi ve yatsı namazlarının sünnetleri gibi. 

4-Müstehap: Güzel görülen, tercih edilen ve sevimli olan demektir.  Peygamber Efendimizin bazen yapıp bazen terk ettiği, selef-i salihînin  güzel bulduğu ve rağbet ettiği işlere müstehap denir.  Sürekli abdestli durmak, bir gün oruç tutup bir gün iftar etmek gibi. 

Müstehabın işlenmesinde sevap vardır, terkinde kınama ve ayıplama    yoktur.   Müstehap, mendup, nafile, âdâp, tatavvu eş anlamlı kelimelerdir.  Bu gibi ibadetleri tamamen terk etmek mekruhtur. 

5-Mübah: Allah ve Rasulünün, müslümanı yapıp yapmamakda serbest bıraktığı fiile denir.  Helal ve caiz sözcükleri de mübah manasında kullanılır. Eşyada asıl olan mübah olmasıdır.  Bir şeyin haram olduğuna dair delil yoksa o şey mübahtır.  Mübah serbest sahayı ifade eder.  Oturmak, kalkmak, yatmak, uyumak gibi. Ancak mübah olan bir şey sınırsız olarak mübah değildir.  Mesela yemek içmek mübahtır, fakat ölmeyecek kadar yemek içmek farzdır.  Daha iyi hizmet verebilmek amacıyla israfa kaçmamak şartı ile yemek içmek ise müstehaptır. 

6-Haram: Delalet ve sübut yönlerinden her ikisi de katî bir delille sabit alan ve yapılmaması dînen kesin olarak istenilen şer’î hükümlere denir. Haramın terkine sevap, işlenmesine azap vardır.  Haramı helal saymak, haramla alay etmek veya inkâr etmek küfürdür, kişiyi dinden çıkarır.  İnsan öldürmek, yaralamak, hırsızlık yapmak, şarap içmek, zina etmek, kumar oynamak, ana babaya âsî olmak, farzları terk etmek haramdır. 

7-Mekruh: Delalet ve sübut yönlerinden biri zannî bir delil ile sabit olan ve dînen yapılmaması istenilen şer’î hükümlere denir.  Mekruhun terkine sevap, işlenmesine azap korkusu vardır.  Ancak mekruh, îtikat bakımından haram gibi değildir.  Mekruhu inkâr eden kâfir olmaz ise de, kınama ve azarlamaya müstahak olur.  Azaba uğrama ihtimali de vardır.  Mekruh ikiye ayrılır: 

a).Tahrîmen mekruh: Harama yakın olan mekruhtur. Bu mekruhu işlemek cezayı gerektirir.  Uygulama bakımından haram gibidir. Ancak îtikat bakımından haram gibi değildir. Haramı inkar eden kafir olur, tahrîmen mekruhu ikar eden kafir olmaz ise de fasık olur.  Başkasının evlenme teklif ettiği birine evlenme teklifinde bulunmak, iki kişinin akdettiği bir alış verişi bozmak için yeni bir fiat teklif etmek, vacipleri terk etmek tahrîmen mekruhtur. 

b. Tenzîhen mekruh: Helale yakın mekruh demektir.  Mendub’un karşıtıdır.  Tenzihen mekruhu işlemek kınamayı ve azarlamayı gerektirmez, fakat üstün ve faziletli bir iş terkedilmiş olur.  Her iki mekruhu terk eden kimse sevap kazanır.  Mesela namaz için mescide gidecek kimsenin soğan sarımsak yemesi, aşırı terli bir şekilde veya ayak kokusu ile cemaatle namaz kılması, müstehapların, mendupların terk edilmesi gibi. 

8-Müfsid: Başlanmış bir ibâdeti bozan veya bir muâmeleyi sakatlayan fiil ve eksikliğe denir.  Namazda gülmek, namazı bozar, oruçlu iken bir şey yemek de orucu bozar.  Rükün veya şartlarından birisi eksik olan ibadet fâsit olur. 

Burada yukarıdaki hükümlerin işlenmesi açısından azîmet ve ruhsat denilen iki kavram daha vardır ki onları öğrenmek de önemlidir:

1-Azimet: Yüce Allah’ın mükelleflerden yapılmasını istediği şer’î hükümlerin, her şart ve durumda emredildiği gibi yapılmasına denir.  Her şart ve durumda namaz kılmak, oruç tutmak, haram yememek gibi. 

2-Ruhsat: Mükelleften sıkıntıyı uzaklaştırıp, özel durum ve zaruret zamanlarında, dînî görevlerini hafifletmek, gerekiyorsa tamamen kaldırmak üzere, Allah ve Rasulünün mübah kıldığı, izin verdiği şeydir.  Mesela ramazanda hasta veya yolcu olanın oruç tutmayıp başka zamanda kaza etmesi, ayakta namaz kılamayan kimsenin oturarak kılması gibi.  

Müslümanlar mümkün mertebe azimetle amel etmelidirler. Ancak yerinde ruhsatları kullanmak da dindendir. Bu yüzden kimse kınanamaz. Zira dinimiz kolaylık dinidir. Her türlü zorluğu kaldırmıştır.