İki Örnek Eş

Bu iki hain kadının aksine Kur’an-ı Kerîm çok saygın, çok salih ve çok güzel iki hanımdan söz eder. Onlar da aynı surede o ayetlerin hemen arkasından peş peşe zikredilir. İşte ilki:

“İman edenlere ise Allah, Firavun’un eşini misal getirir. O vakit o hatun şöyle niyaz etmişti: "Ya Rabbi! Sen kendi nezdinde, cennette benim için bir konak yaptır, beni Firavundan ve onun kötü işinden kurtar, beni bu zalimler gürûhundan halas eyle!"

[1]

Kimdir bu kadın? Anası, babası, ülkesi, hatta ismi nedir?

Bunlar Kur’an’da yok. O yüzden kesin olarak bilmiyoruz. Tefsir kitaplarımız ise bazı bilgiler veriyor. Mesela “adı ‘Müzâhim'in kızı Âsiye'dir” diyor. Bilmemizin bir faydası olsaydı, bize bir ders ve ibret vermede katkı sunsaydı, onu Rabbimiz bildirirdi bize şüphesiz. Öyle ya, bize ne yararı var bu tür magazin kültürünün?

Fakat birisi de kalkar, “bilgi sahih ise, bilmek bilmemekten her zaman iyidir” derse, şartına dikkat çekerek ona da saygı duyarız.

Seyyid Kutup'un tavrı çok yerindedir bu tür kıssaları işlerken. Burada da bakınız ne diyor:

“Biz Firavun'un karısının kimliğini ortaya koyacak tarihsel araştırma peşinde değiliz. Kur'an-ı Kerim'in bu işareti şahıslardan bağımsız sürekli bir gerçeği ifade ediyor. Şahıslar ise, sadece bu gerçeğin temsilcileridirler.

Küfür ve iman meselesinde ayrıcalık, aracılık olmaz. Peygamberlerin eşleri de olsalar inanca ihanet edenlere göz yumulmaz. İşte bu da Firavunun karısı... Firavunun sarayında içinde yaşadığı küfür tufanı O'nun yalnız başına kurtuluş istemekten alıkoyamıyor. Bu mümin kadın Rab’binden cennette bir ev isteyerek Firavun'un sarayından vazgeçmişti. Rabbinden kurtuluş isteyerek Firavun'la olan ilişkisini koparmıştı. Firavun'un yaptıklarının sorumluluğuna ortak olurum endişesiyle onun uygulamalarını onaylamadığını belirtmiş, yaptıklarından uzak durmuştu. Oysa Firavun'a en yakın insandı: "Beni Firavun'dan ve O'nun kötü işinden kurtar." Aralarında yaşadığı halde Firavun'un kavmi ile de ilişkisini kesmişti: "Ve beni şu zalimler topluluğundan kurtar."

Firavun'un karısının duası ve tavrı, dünya değerlerini hem de en göz alıcılarını elinin tersi ile itip Allah katındaki kalıcı değerlere yönelmenin güzel bir örneğidir. Nitekim bu mümin kadın o gün için yeryüzünün en büyük hükümdarı Firavun'un karısıydı. Bir kadının arzulayabileceği her şeyi bulabildiği Firavun'un sarayında yaşıyordu. Fakat bu kadın iman sayesinde bütün bunları ayaklarının altına almış, elinin tersiyle itmişti. Üstelik bu dünya nimetlerinden, dünyanın geçici değerlerinden yüz çevirmekle yetinmemiş, bunları Allah'a sığınılması gereken bir kötülük, bir pislik, bir musibet olarak algılamıştı. Bütün bunlardan vazgeçip yüce Allah'tan kendisini bu hayattan kurtarmasını istemişti.

Öte yandan bu mümin kadın geniş ve güçlü bir devlette tek başınaydı. Hiç kuşkusuz bu da yüce Allah'ın O'na yönelik bir başka büyük lütfudur. Çünkü daha önce de söylediğimiz gibi kadın toplumun baskısı karşısında daha duyarlıdır, toplumun düşüncesinden daha çok etkilenir. Fakat bu kadın tek başına... Toplumun baskısına, sarayın baskısına, hükümdarın baskısına, saray çevrelerinin baskısına, hükümdarlık makamının baskısına rağmen başını göğe kaldırmıştı. Hem de tek başına ve bu azgın küfür ortamında.

Bu mümin kadın, Allah için bütün etkenlerden, bütün bağlardan, bütün engellerden ve bütün yanıltıcı çağrılardan soyutlanmanın üstün bir örneğidir. Zaten cümleleri evrenin her tarafında yankılanan, yüceler âleminden inen, Allah'ın kalıcı kitabında kendisine işaret edilmesini bu yüzden hakketmiştir.

Elmalılı Hamdi Yazır da dikkatimizi çeker bu ayetleri tefsir ederken: “Evet öbür iki hain kadın da dünyadan gitmiş, bu da gitmiştir. Fakat arada ne büyük fark vardır!

Onlar, kavimlerini cennete götürmek isteyen iki peygamberin elinde, hayır ve iyilik içinde cennete götürülecek halde iken, küfürleri yüzünden cehenneme, ateşe gittiler. Bu hanım ise, kavimlerini ateşe sürükleyenlerin başı, şirk ve zulmün en büyük timsali olan Firavun'un elinde ateşe sürüklenmek istenirken imanı ve ihlası sebebiyle cennetin en yüksek makamına, Rahmân'ın yanına uçmuştur.

Herkes kendi yaptığından sorumlu olduğu için kötü kocaların eline düşmüş saliha (iyi) kadınlar her tehlikeye rağmen fenalıktan sakınarak Allah'a karşı iman ve samimiyetlerini korudukları müddetçe kocalarının kötülüklerinden sorumlu olmazlar. Allah, onları sonunda kurtarır. Hem yalnız evli olanlar değil.”

İşte ikinci bahtiyar kadın da evli olmayan bir bakire kadındır. Bu da Müslümanlara misal olacak güzellikte bir kadın:

“Bir de İmranın kızı Meryem’i misal getirir. Meryem, iffet ve namusunu korudu. Biz ona Ruhumuzdan üfledik. O da Rabbisinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti ve gönülden itaat edenlerden oldu.”

[2]

Hz. İsa’nın (a.s) babasız dünyaya gelme mûcizesini kabul etmeyip onun gayrı meşrû bir ilişki neticesinde doğduğu iftirasını atan yahudilere reddiyedir. Bu sûrede ilâhi adaletin her insan hakkında lehte de aleyhte de verdiği hükmün şahsî olduğu vurgulanır. En faziletli bir zata yakınlığın kâfire faydası olmadığı gibi, en zalim birine yakınlığı da mümine zarar vermez. O zaman ırkçılık nerde kaldı? Nerde kaldı kavmiyetçilik? Nerededir doğuştan gelen ayrıcalık ve üstünlük?

Hz. Nuh ile Hz. Lut’un eşleri iman etselerdi, ezvac-ı tahirat gibi müminlerin anneleri derecesine yükseleceklerdi, fakat iman etmediklerinden Peygamber hanımı olmalarına rağmen cehennemlik oldular. Buna mukabil Allah’ın en şedit düşmanlarından Firavun’un hanımı, cennet hanımlarının yüksek mertebesine çıkanlardan olmuştur. Üçüncü örnek Hz. Meryem olup, dünyada hiçbir iffetli kızın geçirmediği bir imtihana tabi tutulmuş, ama cennet hanımlarının en üstünü olmakla ödüllendirilmiştir.

Bu örneklerden anlaşıldığı gibi, asıl olan imandır. İmanın olmadığı yerde akrabalığın bir faydası kalmaz. Küfür akrabalık ilişkilerini büyük ölçüde koparır; dostluk ve sevgiyi ortadan kaldırır. Bu gerçek, mü'minlerin iman etmeyen anne, baba ve kardeşlerine karşı dostluk beslemelerinin yasaklanmasında da görülmektedir:

"Ey iman edenler! Eğer küfrü tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Kim onlan dost edinirse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.”

[3]

"Allah'a ve âhiret gününe iman eden hiç bir kavmin, Allah'a ve peygamberine düşman olan kimselere, onlar babalan, oğullan, kardeşleri veya akrabalan da olsa, sevgi beslediğini göremezsin, îşte Allah, bunlann kalplerine imanı yerleştirmiş ve onlan kattn-dan bir nur ile desteklemiştir.”

[4]

Bu ayetlerden anlaşılıyor ki, insanlar arasındaki yakınlığın asıl sebebi din birliğidir. Allah’ın dinine inanmış ve peygamberlerini tasdik etmiş kimseler birbirlerinin manevi akrabası, yakını ve dostlarıdır. Bunların aralarında manevi bir birlik vardır. Müminlerle kâfirler ırk bakımından birbirlerinin akrabası olsalar bile, bu akrabalığın Allah katında hiçbir değeri yoktur.

Nitekim Hz. Nuh’un oğlu babasına inanmadığı için, Allah Teâlâ onu Nuh Peygamber’in ailesinden saymamıştır. Hâlbuki Hz. Peygamber, aralarında hiçbir nesep bağı bulunmayan Selman’ı kendi ailesinden saymıştır. Buna karşılık, özellikle Bedir harbinde birçok sahabi, en yakınların olan babalarına ya da oğullarına karşı savaşmışlardır.

İşte ayetler burada!

İşte ayetlerde verilen örnekler burada!

Bunlara iman eden Müslümanlar da burada!

Acaba bunların yanında ırkçılık ne alaka?

Artık hükmünü akıl ve idrak versin diyerek akıllıları aklının hayrını görmeye davet ederiz.

 

[1]

Tahrim 11.

[2]

Tahrim 12.

[3]

Tevbe 9/23.

[4]

Mücâdele 58/22.