İlk İnsan İlk Eş İlk Aile İlk Kabile

İlk İnsan 

Yerler ve gökler insanın yaşamasına uygun hale getirildikten sonra ilk insan topraktan yaratıldı ve adı “Âdem” olarak konuldu. Sonra ondan eşi Havva yaratıldı. Bu yaratılmanın mekânı çoğunluğun görüşüne göre Cennet idi. Fakat ileride açıklanacağı gibi bu iki insan ilk imtihanı kaybettiler. Bu yüzden acı ve ızdırap içinde daha önce yaşamaları için uygun hale getirilen dünyaya sürgün edildiler. Orada çocukları oldu ve çoğaldılar. Böylece insanın yeryüzü macerası başlamış oldu.

Biz “İslam ırkçılığı yasaklamıştır” derken en büyük delil olarak bu olayı ileri süreriz: İnsanlar bir erkek ve bir dişiden yaratılmışlardır.

[1]

Herkesin aslı Hz. Âdem ve Havva’dandır. Dolayısıyla birbirlerine yaratılıştan gelen bir üstünlükleri yoktur.

Şimdi bu hakikati biraz açalım.

İnsan, ruh ve bedenden meydana gelen Allah'ın yeryüzündeki halifesidir. Âdem, bir beşer olarak canlılar arasında en üstün yaratılandır. Kur'an-ı Kerîm ve Hadis-i şeriflerde insan kelimesi "ins, nas" ve "İbn Âdem" gibi ifâdelerde kullanılmıştır.

[2]

İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem'e İslâmî kaynaklarda insanlığın atası olması sebebiyle "Ebü'l-Beşer", Kur'an'da Allah'ın seçkin kulları arasında sayılmış olduğundan (Âl-i İmran: 3/33.) "safiyyullah" ünvanlarıyla da anılmaktadır.

Allah'u Teâlâ Hz. Âdem'i topraktan yarattı. Yüce Allah yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklerine bildirdiği zaman; ilim, irade ve kudret sıfatlarıyla donatacağı bu varlığın yeryüzüne uyum sağlaması için maddesinin de yeryüzü elementlerinden olmasını dilemiştir:

"Sizi (aslınız Âdem'i) topraktan yaratmış olması onun ayetlerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer oldunuz." (er-Rum, 30/20)

"Allahû Teâla (cc) Âdem'i yeryüzünün her tarafından aldığı bir tutam topraktan yaratmıştır. Bu sebeple alınan o toprak ölçüsünde, bir kısmı beyaz, bir kısmı siyah, bir kısmı kırmızı, bir kısmı sarı, bir kısmı da bunlar arasındaki renklerdedir. Bir kısmı yumuşak, bir kısmı kötü, bir kısmı temiz ve hoş olarak dünyaya gelmiştir."

[3]

 

İnsanın yaradılışı O'nun ihtiyacı olan bütün her şeyin yaratılmasından sonra gerçekleşmiştir. Böylece insan, yeryüzünde bulunan bütün yaratılmışların üzerine halife tayin edilmiştir.

Allah'ın yeryüzündeki halîfesi ve yaratılmışların en şereflisi olan insanın yaratılışını Kur'an-ı Kerim şöyle ifade etmektedir:

"Andolsun ki, biz insanı (Âdem'i) kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıktan yarattık" (el-Hicr, 15/26);

"Hani Rabbin, meleklere "Ben, (yeryüzünde) (kupkuru bir çamur)dan, mesnun (tağyir ve tahvil ile özel bir şekilde yaratılmış) bir balçıktan bir beşer yaratacağım '' demişti. O halde onun yarattığını tamamlayıp tam bir insan suretine getirip, ona ruhumdan üflediğim zaman siz derhal onun için secdeye kapanın" (el-Hicr, 15/28);

"Andolsun ki sizi (babalarınızın sulbünde) yarattık, sonra da (analarınızın rahminden size sûret verdik. (Yahut evvelâ ruhları yarattık. Sonra atanız Hz. Âdem 'i tasvir ettik) sonra da secde edin!" de (ye emir ver) dik. İblis müstesnâ (melekler) hemen secde ettiler. (Fakat İblis dayattı) secde edicilerden olmadı" (el-A'râf, 7/11).

 ''Andolsun ki biz insanı (Âdem 'i) süzülmüş bir çamur (ve hülâsasın) dan yarattık. Sonra onu (yani Âdem'in evlatlarını) bir nutfe kılıp, sağlam bir karargahta (rahimde) yerleştirdik. Sonra o nutfeyi uyuşmuş kan olarak yarattık. Arkasından o kanı bir parça et olarak yarattık ve o eti kemik (üzerin)e et giydirdik. Sonra onu (rahimde) başka bu hilkat olarak inşa edip ruh üfledik. (Bütün hüküm ve kudretinde) yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne güzel ve ne yücedir'' (el-Müminîn, 23/12-16).

Görüldüğü üzere Allah insanı topraktan yaratmış ve bu yaratılışın yeryüzünde kendi vekilliğini (halifeliğini) yapacağını bildirmiştir. Ancak melekler buna itiraz etmiş ve kendilerinin Allah'ı sürekli andıklarını ve hiç kusur işlemediklerini ileri sürerek "yeryüzünde bozgunculuk yapacak birisini mi" yaratacağını söylemişler ve Hz. Ãdem'in yaratılışına razı olmamışlardır (el-Bakara, 2/30). Böylece insanın varlığına İblisten önce meleklerden bir itiraz gelmiştir.

Ancak Cenabı Allah ''Adem (a.s)'e bütün (mahlûkatın) isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere gösterip: "Eğer siz doğrucular iseniz (herşeyin içyüzünü biliyorsunuz) bunların isimlerini bana haber verin" dedi" (el-Bakara, 2/31) ayetiyle meleklerin ancak verilen bilgiler dahilinde hareket edeceğini, herşeyin hikmetinin Allah tarafından daha iyi bilindiğini ferman buyurmuştur."

Melekler de bilgisizliklerini itiraf edip: "Ey Rabbimiz seni her şeyden tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka birşey bilmeyiz. Gerçekten (her şeyi) hakkıyla bilen, hüküm ve (üstün) hikmet sahibi sensin" dediler (el-Bakara, 2/33).

Daha sonra Allâhû Teâlâ meleklere ve İblis’e “Adem'e secde etmelerini” istedi. Melekler secde etti ama İblis secde etmedi. Gururuna dokundu ve kendisinin ateşten yaratıldığını ileri sürerek Hz. Âdem'e secde etmesinin cezasını Allah'ın rahmetinden kovulmakla ödedi. Bu ise Şeytanı kin ve hasedinden delirtmiş ve bütün varlığı ile insan nesline düşmanlığa sevk etmiştir ki bu macerayı yukarıda geniş olarak yazmıştık.

Hz. Adem’in Eşi

Yüce Allah Âdem'i yarattıktan sonra zevcesi Havva'yı onun eğe veya başka bir görüşe göre kaburga kemiğinden yarattı.

[4]

İbn Mes'ûd ve İbn Abbâs, "Allah Havva'yı, Âdem'i Cennet'e yerleştirdikten sonra yaratmıştır." demişlerdir.

[5]

Konuyla ilgili ayeti okuyalım:

“Odur ki sizi bir tek candan yarattı ve bundan da, gönlü kendisine ısınsın diye eşini yarattı.  Erkek eşini sarıp bürüdü, o da hafif bir yük yüklendi, hamile kaldı. Onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri olan Allaha yönelip "Eğer bize sağlıklı, kusursuz bir evlat verirsen mutlaka Sana şükreden kullarından oluruz" diye yalvardılar.”

[6]

Eşlerin buluşmasında ana hedef, sükûnet, güven, yakınlık ve istikrarı oluşturmasıdır. Bu yuva, güven ve huzur ortamı olmalıdır ki, orada insanın minik yavruları gelişsin, orada insanlığın değerli ürünleri üreyebilsin, yeni yetişen genç nesil insanlık medeniyetinin mirasını taşıyabilecek ehliyete kavuşsun, ona yeni hizmetlerde bulunsun. İslâm dini eşlerin, buluşmasını sırf geçici bir zevk ve temelsiz gönül eğlencesi olarak kabul etmez. Aynı şekilde evliliği ihtisaslar ve görevler arasında bir çelişki, bir çatışma ve ayrılık konusu yapmaz. Klasik ve modern cahiliye sistemlerinin düştükleri bataklıklar gibi bunu ihtirasların ve görevlerin müdahalesi şeklinde de ele almaz.

Bu ayetlerin tefsirinde Elmalılı Hamdi Yazır Efendi şunları söyler:

“Allah Teâlâ, önce bir nefis, bir beşer olarak Âdem'in şahsını, ondan da sizi yarattı, hepinizi bir tek tür yaptı. Görülüyor ki, "nesf-i vahide" nekredir. Bir ferd-i münteşire delalet eder. Bundan dolayı, her şeyden önce insan türünün başlangıcı olan Âdem'in şahsı için geçerli olduğu kadar, sonuç itibariyle muhatapların sınıflarına göre, zürriyet babası olan her kişi için de geçerlidir. Yani, ifade yalnızca geçmiş zamandaki Âdem'i değil, şimdiki zamandaki olayları da tek tek içine alır. (Nisa Sûresi'nin birinci âyetine bkz.)

Bunun için kıssanın baş tarafı Âdem ile Havva'nın doğrudan doğruya şahıslarıyla ilgili iken sonu evlatlarının şirk halini tasvirle son bulacaktır. Nitekim bundan dolayı, buradaki tek nefisten murat, Kureyş'in atası olan Kusay olduğu da söylenmiştir ki, bu da kıssanın Kureyş müşriklerine uygulanmasıdır.

Hasılı âyetin anlamı; "Ey Kureyş, ey Arap kabileleri, ey Arap ve Arap olmayan Âdem soyları ve ey Âdem evlatları! Allah sizin hepinizi bir sülale, bir tek cins, bir cemiyet, bir ümmet olmak üzere bir nefisten, bir tinet ve ruhtan yarattı. Şimdi siz "Biz bir nefisten değil, iki nefisten, bir baba ile bir anadan, bir Âdem nevi ile bir Havva nevinden yaratıldık" mı diyeceksiniz?

Bu size doğru gibi gelebilir. Fakat Allah, o nefsin eşini de ondan kıldı. Âdem nefsi, veya beşerî nefis veya insani nefis denilen o bir tek nefsin eşi olan dişisini de, yani Havva'yı da ondan yaptı ve onun cinsinden kıldı. Aynı bir nefisten, onun parçası veya eşi olarak hem erkek, hem dişi yarattı. Tabiattaki tek düzeliğin zıddına olarak aynı kökten ikinci bir tür yaratıp öbürüne çift, yani eş yarattı. Ve bu suretle onun eşini de kendi cinsinden kıldı. Erkekleri Âdem'den yaratıp da kadınları başka bir kökten başka bir cinsten yaratmadı. İnsanın eşini yine insandan yaptı.

Şu halde erkek bir nevi insan, kadın bir nevi insan olmakla beraber ikisi de aynı kökten, aynı cinstendir. İkisi de insandır, ikisi de beşerdir. Ve biri öbürünün tamamlayıcısı, eşidir. "Size sizin nefisleriniz cinsinden eşler kıldı."

[7]

Bundan dolayıdır ki, siz erkeğiniz ve dişinizle iki ayrı nefisten değil, bir nefis cinsindensiniz. Allah onun eşini de onun nefsinin cinsinden kıldı ki, o erkek nefis, o dişi nefis olan eşine sükun bulsun diye. Onda kendinden bir özellik görüp onunla ünsiyet etsin ve aralarında izdivacı sağlamak suretiyle heyecanını yatıştıracak bir sevgi ve itminan bulsun da ondaki emanet bunda karar kılsın. Bunun içindir ki, izdivactan sonra aralarında uyum ve sükun bulunmadığı, öfke ve nefret bulunduğu zaman boşanma ve ayrılma meşru kabul edilmiştir. Zira ilâhî hükme göre karı-kocalığı geçerli kılan şey aralarındaki uyum ve sükûndur. Bir tek nefisten erkek ve dişi nevilerinin yaratılmış olmasının hikmeti de budur.

Bundan dolayı erkek ile dişi birbirine nikâhlandı. Bunun üzerine ne zaman ki, erkek dişisini iyice bürüdü o zaman kadın hafif bir yük yüklendi, bir hücrecik alıp bir zürriyet yüklenmiş oldu, bununla bir süre gitti, derken yavaş yavaş ağırlaşmaya başladı, ne zaman ki, o yük büsbütün ağırlaştı, onun doğumu yaklaştı, işte o vakit Allah Teâlâ'nın rablığının eserini açıktan açığa hissettiler ve bunun sonunun iyi de, kötü de olabileceğini, bu ağırlığın bir nimet de, bir felaket de olabileceğini sezdiler ve bütün tesirin Allah'tan olduğunu anladılar. Hasılı "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" ilâhî hitabının anlamını bizzat kendi ruhlarında duyup anladılar ve yaşadılar.”

“O sizi bir tek candan yarattı. Ayrıca ondan da eşini meydana getirdi. Size etlerini yemeniz için deve, sığır, koyun ve keçiden erkekli ve dişili olmak üzere sekiz çift'in helal olduğunu vahiyle bildirdi. O sizi analarınızın karnında üç karanlık içinde, peşpeşe yaratır. İşte gerçek İlah olan Allah, bunları yapan Rabbinizdir. Bütün mülk ve hakimiyet Onundur. Ondan başka tanrı yoktur. Hâla nasıl oluyor da hak yoldan vazgeçiriliyorsunuz?”

[8]

Bu ayette “sümme” (sonra) edatı zamanda olmayıp, beyanda bir sıralama ifade eder. Dolayısıyla Hz. Havvanın diğer insanlardan sonra yaratıldığı gibi bir düşünceye yer yoktur. Bazıları şu anlamı verirler: sizi bir tek varlıktan yarattı, eşini de yine ondan (onun cinsinden) yaptı. Bu izaha göre Havva Hz. Âdem'den yaratılmış değil, Allah onu da Âdem cinsinden olarak ayrıca yaratmış olmaktadır." 

"Üç karanlık perde" ana karnı, ana rahmi ve zar olabilir. Maksad şudur: Bütün bu işleri çekip çevirenin Allah olduğunu bilince, nasıl olur da başkalarını tanrılaştırabilirsiniz?" 

Ayetin sonunda batıla çağıranlara değil, onların çağrısına uyanlara hitap edilerek onlar uyarılıyor. Hiç şüphesiz ırkçılığa çağırmak da batıla çağırmak kapsamına girer. Onlar kesin tercihlerini yapmış, sapıklıkları ile çıkarları artık birleşmiştir. Gerçeği görseler bile, sırf çıkarları yüzünden dalaleti bırakmazlar. Ancak öbür insanların, bu menfaat şebekesinin etkilerinden kurtulmaları mümkündür. Çünkü onlar kandırılmıştır, zaten şirkten elde edecekleri menfaat da yoktur.

İlk Aile ve Akrabalar

Allah, ilk insan ve ilk Peygamber olan Hz. Âdem'in eşi Hz. Havva'yı da şöyle yarattığını anlatmaktadır:

“Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan da eşini yaratıp o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının.   Kendi hakkı için birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allaha saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakınınız. Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.”

[9]

Bütün insanlığın aynı baba ve annede birleşen bir tek aile oluşturduğunu anlatıyor. Bütün insanlık bu aileden gelmedir. Dolayısıyla insanların soyculuk, boyculuk ve ırkçılığı atarak hak ve hukuka uygun davranmaları gerektiğini bildiren bu ayet, ırkçılığı reddedişte en mükemmel bir giriş durumundadır. İsterseniz bu açıdan ayeti biraz daha yakından görmeye çalışalım.

Ayet önce “insanı yaratan güç ve kuvvete” işaret ediyor. Bu Allah Tealadır ve insanı "Tek bir kişiden" yaratmıştır. Sonra  "O tek kişinin eşini de kendi özünden yarattı, sonra bu çiftten çok sayıda erkek ve kadın meydana getirerek yeryüzüne yaydı."

Böylece aile kuruldu. Akrabalık oluştu.

Bu basit bir fıtri gerçektir ama konumuz açısından son derece önemli, büyük, derin ve ağır gerçektir. İnsan yaratılışını şöyle bir düşündüğünde Yaratıcı Rabbisi ile sanki burun buruna gelmektedir. Her şey bu gerçeği tanımakla anlam kazanır. Sonra da “acaba niçin yaratmıştır? Amacı nedir?” gerçeği kendini sorgulatır.

Burada bizi düşündüren büyük bir gerçek vardır ki bu konumuz olan ırkçılığı kökünden kesip bitirmektedir. Bir daha düşünmeye gerek kalmayacak kadar onu bozuk düşünce çöplüğüne atmaktadır. O da insanın “yaratılma” gerçeğidir. Yani insanlar, daha önce bulunmadıkları bu dünyaya sonradan gelmişlerdir. Ama kendi istek ve arzuları ile gelmemişlerdir. Buraya gelmeden önce yoktular.  İradeleri olmayan yokluktan ibarettirler. Kendilerini bilmiyorlardı. Bu yüzden, gelme ya da gelmeme konusunda belirleyici bir iradeye sahip değillerdi.

Çok açıktır ki kendi iradeleri dışında onları buraya getiren bir başka irade söz konusudur. Kendi istekleri dışında onları yaratmayı kararlaştıran bir başka irade vardır. Yollarını çizen, hayat çizgilerini seçen, kendi irade ve istekleri dışında bir başka irade, bir büyük irade söz konusudur. Bu insanın Yaratıcı İlahını düşünmeye başladığı ilk nokta olarak çok önemlidir.

Ama daha da önemli bir başka mesele vardır burada. Onlar istemeden varlıklarını en güzel biçimde yaratan ve içinde ve dışında en mükemmel varlık özelliklerini bahşeden, onlara birtakım çok güzel yetenekler ve kabiliyetler veren bir yaratıcı irade var.

Bu yaratıcı irade kendi iradeleri olmaksızın kendilerine, dilediklerini yapabilen bir cüz’î irade de bahşetmiştir. Bu müthiş bir şeydir.

Evet, bir büyük yaratıcı irade tarafından bilmedikleri bir yerden geldikleri bu dünyada nasıl yaşayacakları ve birlikte bir toplum oluşturarak nasıl hareket edecekleri, hatta etme güç ve kuvveti veren bir başka irade vardır. O irade ileride göreceğimiz gibi kendisini yeryüzünde “halife” seçmiştir.

Seçmiştir ve bitmiştir. Bu yaratıcı güç ve kuvvete teslim olmadan başka kendisini koruyacak ve mutlu edecek başka bir seçenek de yoktur. Kendilerini bu dünyaya getiren, hayat yollarını çizen ve onlara evrenle birlikte hareket etme gücünü veren irade, tek başına her şeylerine sahip, her şeylerini bilen ve işlerini en güzel bir şekilde planlayan iradedir.

Bu irade, onların hayat kaynaklarını belirlemek, düzenlerini ve kanunlarını koymak, değerlerini ve ölçülerini yerleştirmek yetkisine tek başına sahiptir. Bu işlerden birinde ihtilafa düştüklerinde sadece O'na, O'nun hayat metoduna, değer ve ölçülerine, böylece Alemlerin Rabbi olan Allah'ın istediği biricik metoda baş vurmalıdırlar. “Halife” olmaları bunu gerektirir.

Buradan çıkan sonuç ne?

İnsanı Allah yaratmıştır. Sonra ona bir aile vermiştir. Akrabalık bağları ile birbirine sevgi ve saygı ile bağlamıştır:

"Karşılıklı dileklerinizi adına bağladığınız Allah'tan ve akrabalık bağlarını çiğnemekten sakınınız. Hiç kuşkusuz Allah sizi sürekli gözetmektedir."

İlk verilen emirlerdir bunlar. Allah Teâlâ’nın tanınması ve iradesine teslim olunması ve akrabalık bağının korunması.

Görülüyor ki insan kendini bilerek ve seçerek gelmemiştir yeryüzüne. Enini boyunu, elini kolunu, rengini dilini, karakter yapısını, güç ve kuvvetini, sağlamlık ya da özürlü, engelli oluşunu, hatta güzellik ve çirkinliğini kendisi seçmemiştir. Bütün bunlar ona sorulmamış, bu konuda fikri alınmamıştır. Sadece verileni almak zorunda kalmıştır.

Şimdi bu insanın saydığımız bu unsurları ile övünmeye hakkı var mıdır?

Hayır!

Ya yerinmeye ve dövünmeye?

Hayır!

Verileni alma ve en güzel biçimde kullanma ondan beklenen en akıllı davranış biçimidir.

Buna rağmen kalkar da birisi ırkçılık yaparsa, başkalarına üstünlük taslarsa, gurur ve kibre düşerse, ondan daha akılsızı olur mu dersiniz?

Ya da birisi kalkar da boyu posu, rengi veya dili, yakışıklılığı ve güzelliği ile övünür ve şımarırsa, ondan daha görgüsüz bir mantıksız olabilir mi?

Ne dahli vardı ki övünüyor bunlarla?

Bu gerçeğin insanın kalbine yerleşmesi, ona huzur ve mutluluk verir. Tam aksine kendisini başkalarından üstün görerek onları aşağılaması, ırkçılık hastalığına düçar ederek onu mutsuz, huzursuz eder ve başına belalar sardırır.

Fakat insan sadece bu dünyaya kendi iradesi dışında gelmiş ve bütün kabiliyetlerinin kendisine hibe edilmiş olmasını bilmesi bile, ferdin olduğu gibi toplum ve topyekûn insanlığın da başına bir sürü belalar açan, renk ve ırk ayırımı yapan, varlığını bu ayrılıklara dayandıran, soy ve kavim bağlılığını hatırlayıp bir tek insanlık ve biricik ilahlığa bağlılığı unutturan, bu yüzden olmadık acıları tattıran ırkçılık davası ve çekişmelerin yok olması için yeterlidir.

Ayrıca bu gerçeğin yerleşmesi, Hint kast sisteminde yaygın olan sınıfsal kulluğun ve komünist ülkelerde uğrunda oluk oluk kan akıtılan sınıfsal mücadelenin hayattan uzaklaşması için bir güvencedir.

Modern cahiliye, herkesin bir tek nefisten doğduğunu ve herkesin başvuracağı bir Rububiyetin varlığını unutarak bir tek sınıfın egemenliğini sağlamak için bunu dinsel felsefesinin temeli ve diğer tüm sınıfları ezmek için hareket noktası yapmaktadır.

Kadının Değeri

Bir diğer gerçek de, bu tek nefisten "eşinin yaratılmış" olduğuna ilişkin işarettir. İnsanlık bunu kavrayacak olursa, içinde yüzdükleri acı olayları önlemek için kendilerine yeterlidir. Görülüyor ki doğru inanç, bir toplumun mutluluğu için hem biricik amil, hem de yegâne kefildir.

İnsanlık öteden beri kadın hakkında birtakım iğrenç düşüncelere sahip bulunmaktadır. Onu pislik ve necasetin kaynağı, kötülük ve belaların temeli olarak görmektedirler. Oysa fıtrat ve tabiat bakımından ilk nefistendir kadın. Erkekle farksızdır bu açıdan. Yüce Allah onu ilk nefse eş yaratmıştır. Böylece onlardan birçok erkek ve kadın türetmek istemiştir. Kadını eşi için bu amaçla yaratmıştır. Asıl ve fıtrat bakımından kadın ile erkek arasında hiçbir fark yoktur. Fark, yetenek ve görevlerde söz konusudur. Ama bu yanlış inançlar inkârcı insan ruhuna bir yılan gibi o kadar güçlü çöreklenmiştir ki, bu çağda bile bu cahili düşüncelerinden kurtulamamıştır.

Hiç şüphesiz insanlık uzun süre bu çölde bocalayıp durmuştur. Bir zaman temelsiz ve boş düşüncelerin etkisiyle kadın, tüm insanlık özelliklerinden ve haklarından yoksun bırakılmıştı. İnsanlık, iğrenç hatasını düzeltmeye çalışınca da bir başka tarafını baskı altına almış oldu. Kadının dizginini serbest bıraktı. İnsan için yaratılmış bir insan, bir nefis için yaratılmış bir başka nefis, bütünün tamamlayıcı yarısı olduğunu, erkek ve kadın birbirinin dengi iki birey olmadıkları, birbirlerini tamamlayan eşler olduklarını unuttu.

İşte sağlam Rabbani metod bu uzak sapıklıktan sonra insanlığı bu basit gerçekle yüzyüze getirmektedir. İnsanlar ne kadar bozulurlarsa bozulsun, çok şükür ki elimizde böyle bir Kur’an, böyle bir İlahî metot var da, her sapıklık onunla bitmekte, her yanlış onunla düzelmektedir.

Aynı zamanda bu ayet-i kerime insan hayatının temelinin aile olduğunu ifade etmektedir. Yüce Allah bu tohumun yeryüzünde bir tek aile ile başlamasını dilemiştir. Bu yüzden ilk başta bir tek nefis yaratmıştır, ondan da eşini. Böylece iki eşten bir aile meydana gelmiş oldu. "Sonra bu çiftten çok sayıda erkek ve kadın meydana getirdi."

Yüce Allah, bildiği bir iş, amaçladığı bir hikmetten dolayı insanların aralarındaki bağların kat kat olmasını dilemiştir. Öncelikle ilahlık bağından başlamıştır ki bu temel ve ilk bağdır. Ardından akrabalık bağını eklemiştir. Böylece ilk aileyi, bir nefisten meydana gelen, aynı özellik ve fıtrata sahip bir erkek ve bir kadından meydana getirmiştir. Bu ilk aileden de birçok erkek ve kadın türemiştir. Bu insanların tümü öncelikle ilahlık bağında birleşmektedirler. Sonra insan topluluğunun dayandığı aile bağında birleşmektedirler.

İnsanlar aynı Allah Teâlâ’nın yarattığı kullar olunca ve aynı aileden türeyince, nerde kalır ırkçılık? Eğer buna rağmen ırkçılık varsa, orada ne insan aklı, ne aile ve akrabalık bağları, ne de bir Allah Teâlâ’ya iman vardır.

İnsan için bundan daha büyük bir zarar ve mahrumiyet düşünülebilir mi?

“Hem, sizi çift yarattık.”

[10]

Bu ilk iki yaratılış dışında insanlar bir erkekle bir kadının çiftleşmesi münasebetinden meydana gelmektedir. Ancak Allah Teâlâ bir istisna ve mucize olmak üzere Hz. İsa'yı Hz. Meryem’de ruhundan üfleyerek yaratmıştır.

İnsanın Üstünlüğü Takvadadır

Bu bilgilere göre insanlar arasında doğuştan veya yaratılıştan kaynaklanan bir üstünlük yoktur. Ancak Allah Teâlâ’nın katında iman ve takvada bir üstünlük söz konusudur. Yoksa insanların ırk, dil, coğrafya, cinsiyet, şöhret, makam, mevki, mal ve para derecesinden üstünlüğü gerçek üstünlük değildir.

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık.  Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık.  Şunu unutmayın ki Allahın nazarında en değerli, en üstün olanınız, içinizden takvada (Allahı sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır.   Muhakkak ki Allah herşeyi mükemmelen bilir, her şeyden hakkiyle haberdardır.”

[11]

Bu açıdan müminler kardeştirler:

“Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allaha karşı gelmekten sakının ki Onun merhametine nail olasınız.”

[12]

Kafirlerin dünyada inanmama veya akılsız mantıksız olarak çeşitli batıl dinlere inanma özgürlüğü vardır. İslam’da zorla Müslüman yapmak yoktur. İnsan kendisine bahşedilen akıl, muhakeme ve iradesi ile gerçeği görecek ve bulacak kapasite ve kabiliyete sahiptir. Bunları yerşnde kullanıp kullanmama onun bu dünya imtihanıdır. İyilik veya kötülük, sonunda yapıp ettiklerinin mükafat veya mücazatını mutlaka görecektir.

Kavimler Kabileler Milletler

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık.  Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık.  ”

[13]

Elmalılı Hamdi Yazır Efendi’nin bu ayetin tefsirinde söylediklerini yukarıda yazmıştık. Tekrar kısaca hatırlamakta fayda vardır:

“Şuûb: Şa'b’ın çoğulu; Kabâil: Kabile’nin çoğuludur. Araplar, topluluk taksimini insan bedeninin yaratılışını esas alarak yapmışlardır. Şöyle ki: İnsanın kafatasını meydana getiren kemiklerden herbirine “kabile” ve hepsine “kabâil” denir ve bu baş kemiklerinin birbirine kavuşup bitiştiği eke de “şa'b” denilir.

Bir babanın sulbünden dallanan çok bir topluluğa bundan alınmış olarak “kabile” denildiği gibi çeşitli kabileleri toplayan ve hepsi bir asla mensup olan büyük cemiyete de “re's”, (baş) veya “şa'b” denilir. Bu şekilde bir asla mensup olan toplumların hepsinin başı ve büyüğü olan toplum “şa'b”dır ki, kabileleri içinde bulundurur.

Kabile “amare”leri içinde bulundurur ki “sadır”, yani göğüs derecesindedir. “Amâre” “batın”ları içinde bulundurur ki, Türkçe'de göbek deyimine benzer. Batın “fahız”ları içine alır, “fahız”lar de “fasile”leri içine alır, toplamı altı tabaka eder. Bazıları fasileden sonra yedinci olarak “aşiret”i saymışlardır.”

Artık biliyoruz ki yeryüzünde çok çeşitli renk ve dillerde ırklar, kavimler ve uluslar yaşamaktadır. Bütün bunlar rengârenk bir bahçenin çiçekleri gibi yeryüzüne güzellikler bahşetmektedir. Herhalde bu bütün şekil, biçim, renk, dil ve karakterdeki insanları bir teke indirmek ne kadar büyük bir zevksizlik ve basmakalıp sıradanlık olurdu.

 

 

 


[1]

"Ey insanlar, biz sizi bir erkekle, bir dişiden yarattık." (Hucurat: 4913)

[2]

Bkz. Şamil İslam Ansiklopedisi, “İnsan” md.

[3]

İmam Burhanüddin ez-Zernuci, Ta'limü'I Mütealim, İst. 1980, sh. 2

[4]

Kitabü Mecmuatün mine't-Tefâsir içinde Hâzin, II, 3.

[5]

Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, XI, 304.

[6]

A’raf 189.

[7]

Nahl 16/72

[8]

Zümer, 6.

[9]

Nisa, 4/1.

[10]

Nebe, 8.

[11]

Hucurat, 49/13

[12]

Hucurat, 49/8.

[13] 

Hucurat, 13.