İlk Kardeşler

Daha önce ilk insan ve eşini görmüştük. Kısaca onlardan oluşan aile, akraba ve kavimlere değinmiştik. Şimdi de insan karakterine örnek oluşturan ilk kardeşleri görelim. Bize göre Allah’ın dinine inanmış ve peygamberleri tasdik etmiş kimseler birbirlerinin mânevî kardeşi, yâr ve yardımcısı, velisi ve dostudurlar. Bunların aralarında mânevî bir birlik (vahdet) vardır. Mü’minler ile kâfirler ırk ve soy bakımından birbirlerinin akrabası olsalar bile, bu akrabalığın Allah katında hiçbir değeri yoktur. Bu ölçü, Hz. Âdem’den (as) beri devam edip gelmekte olan kadim bir ilahî kanundur.

Bunun böyle olduğuna kitabımız Kur’an-ı Kerîm’den birçok örnekler buluruz. Bu örnekler, hem kendisinden önce geçmiş kavimlerden verildiği gibi, hem de indiği esnada cereyan eden olaylardan da verilmiş, hatta bunun böyle devam edeceğine dair gelecek için yönlendirmeler yapılmış, tavsiyeler ve emirler verilmiştir.

Şimdi biz Kur’an-ı Kerîm’in sunduğu bu çarpıcı tarihi olaylardan bazılarını görelim inşallah. Fakat önce iki kardeşin acıklı hikâyesine bakalım

İki Kardeş: Habil Ve Kabil

Kur'ân-ı Kerîm'in bir yerinde Adem'in iki oğlundan bahsedilir. Kur'ân'da isimleri zikredilmeyen bu iki kardeş Allah'a birer kurban adarlar. Bunlardan Kabil, kendi kurbanının kabul edilmediğini görünce, kıskançlıkla Habil'i öldürür. Allah tarafından gönderilen bir karga yeri kazarak Kabil'e naşı nasıl ortadan kaldıracağını gösterir. İşte o ayetler:

“Onlara Âdemin iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onların her ikisi birer kurban takdim etmişlerdi de birininki kabul edilmiş, öbürününki kabul edilmemişti.  Kurbanı kabul edilmeyen, kardeşine: "seni öldüreceğim" dedi.  O da: "Allah, ancak muttakilerden kabul buyurur”, dedi. “Yemin ederim ki, sen beni öldürmek için el kaldırırsan ben seni öldürmek için sana el kaldırmam. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allahtan korkarım."  "Ben isterim ki sen, kendi günahınla beraber benim günahımı da yüklenesin de cehennemliklerden olasın. Zalimlerin cezası işte budur!" Bu sözler Kabilin hırsını kamçıladı. Nefsi, kardeşini öldürmeyi ona kolay bir şey gösterdi. O da onu öldürüp ziyan edenlerden oldu. Allah, yeri eşen bir karga gönderdi ki kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstersin.  Kabil: "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar bile olup da kardeşimin cesedini örtemedim!" dedi ve pişmanlığa düşenlerden oldu.” (Maide 27-31.)

Açıktır ki, katilin pişmanlığı tevbe pişmanlığı değildir. Öyle olsaydı Allah tevbesini kabul ederdi. Pişmanlığı ancak işlediği cinayetin gerekçesiz oluşundan kaynaklanan bir vicdan azabıdır. Allah Teâlâ’nın insan fıtratına koyduğu bir kanundur ki kim kötülük yaparsa bunun ilk cezası içinde için için çektiği bu azaptır. Üstelik bir de babasından ve kardeşlerinden karşılaşacağı muamele, dışlanma, belki eziyet, hatta ölüm korkusu, yorgunluk ve üzüntüden kaynaklanmaktadır.

Konu ile ilgili bir kaç rivayet var. Ortak yönleri şöyle: Adem'in çocukları dünyaya gelirken, her seferinde biri erkek ve diğeri de kız olmak üzere ikiz olarak doğardı. Bir batından doğan erkeği diğer bir batından doğan kızla evlendirirdi. Kabil ile Habil doğuncaya kadar hal böyle devam etti. Kabil ziraatla, Habil de hayvan beslemekle geçiniyorlardı. Kabil, Habil'den büyüktü. Kabil'in kız kardeşi, Habil'in kız kardeşinden güzeldi. Habil, Kabil'le aynı batında doğan kızla evlenmek istediğinde, Kabil buna itiraz etti ve engel oldu.                              

Babaları Adem, Kabil'e kız kardeşini Habil ile evlendirmesini emretti ise de Kabil bu emri dinlemedi. Bunun üzerine hangisinin bu kızla evlenmekte haklı olduğunu anlamak üzere her ikisi de Allah'a kurban takdim ettiler. Habil'in kurbanı genç ve semiz bir sığırdı; Kabil'in kurbanı bir demet başaktı. Kabil bu demet içinde büyük bir başak görmüş ve ovuşturarak onun danelerini yemişti. Ateş (gökten) gelerek Habil'in kurbanını yaktı. Bu, kabul edilmişlik alameti idi. Kabil'in kurbanım olduğu gibi bıraktı. Bunun üzerine Kabil, Habil'e darıldı ve: "Seni kesinlikle öldüreceğim" dedi ve dediğini yaptı.

Bu Allah Teâlâ’nın koyduğu kanuna itaatsizlikti. Bu isyan, ikinci bir felaketi davet etti, katillik…

Bunun üzerine Hz. Âdem’den (as)  Kabil’i çok kötü azarladı ve toplumdan kovdu. Artık kardeşleriyle bağı kopmuştu. M. Asım Köksal bu olayı bütün tarihlerden derleyerek anlatır. Biz konumuzla ilgili yerini oradan iktibas edelim.

“Âdem Aleyhisselâm, Kabil'e: "Git! Artık, sen, hiç bir zaman korkutulmaktan uzak kalmayacak, gördüğün hiç bir kimseden de, güvenlikte ve selâmette olmayacaksın!" dedi.

Kabil; kendisiyle birlikte doğan kızın elinden tutarak Nevz dağından inip Yemen topraklarından Aden'e gitti.

Âdem Aleyhisselâm ile Hz.Havva, Hâbil için, uzun zaman ağladılar.

Kabil'in oğullarından Kabil'e rastlayıp ta, onu, taşa tutmayan bir kimse yoktu. Kabil'in âmâ olan oğlu, bir gün, Kabil'in yanına kendi oğlu ile birlikte gelip oğlu: "İşte, bu, baban Kabil!" deyince, âmâ, hemen bir taş atarak babası Kabil'i öldürdü! Âmâ'nın oğlu: "Babacığım! Sen, babanı, öldürdün!" dedi. Âmâ, hemen elini kaldırıp oğluna bir şamar indirdi. O da, öldü!Bunun üzerine, âmâ "Yazıklar olsun bana! Attığım taşla babamı, öldürdüm! İndirdiğim şamarla da, oğlumu, öldürdüm!" diyerek acındı.” (Bkz. Peygamberler Tarihi, TDV Yayınları, I-II, Ankara, 2004, I. 54.)

Kabil’i aynı aileden bir evlat ve kardeş olması, aynı kanı taşıması, aynı soy soptan olması lanetten ve cezadan kurtaramadı. Çünkü sevginin, dostluğun ve yardımlaşmanın sebebi bunlar değil, iman idi, takva idi.