Birlik

Tevhitte Birlik

İslâm tevhid dînidir. Tevhid, Allah’tan başka mâbud tanımamaktır. Kullara, mallara ve mevkîlere kulluğu reddetmektir. Zira tevhid akîdesinin ortaklığa tahammülü yoktur.

Tevhid şuuru, mü’minlerin içtimâî hayatına da akseder. Mü’minler yekvücut bir cemaat hâlinde, bir imamın ardında namaza dururlar. Bütün mü’minler tek bir Rab, tek bir Kitab, tek bir Nebî’nin sancağı altında birlik ve beraberlik şuuru içinde yaşarlar.

Mü’minler bu uhuvvet ve vahdet sayesinde birbirlerinin dertleriyle dertlenirler; bir vücuttaki âzâlar gibi birinin sancısı her birini dilhûn eder, uykusuz bırakır. Kardeşlik dilde kalmaz; cömertlik, infak ve îsâr ile fiiliyata dönüşür.

Hz. Peygamber (sav) Efendimiz, müslümanları böyle bir vahdet ve ittihâd içinde birleştirdikten sonra dâr-ı bekāya irtihâl etti. Peygamber Efendimiz; Evs ile Hazrec’i nasıl birleştirdiyse, Selmân-ı Fârisî’yi, Bilâl-i Habeşî’yi, Suheyb-i Rûmî’yi, bir yahudi âlimi olan Abdullah bin Selâm’ı -radıyallâhu anhum- aynı safta nasıl îman kardeşleri hâline getirdiyse; bizlerin de aynı kardeşliği yeniden tesis etmek için, Efendimiz’in yoluna ittibâ etmemiz yegâne çaredir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

“İlâhınız bir tek Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, rahmândır, rahîmdir.”

[1]

Rasûlullah (sav) Efendimiz de şöyle buyurdular:

“Ey insanlar!.. Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O’na karşı en çok takvâ sahibi olanınızdır. Arab’ın Arap olmayana -takvâ ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.”

[2]

İslâm tarihi boyunca, bu birlik beraberlik kimi zaman kuvvetli oldu, bu da huzur ve ihtişam getirdi. Kimi zaman da tefrika İslâm dünyasını kasıp kavurdu, bunun neticesi de hezimet ve hüsran oldu.

Kendi öz kıymetlerine bîgâne kalmış, hattâ düşman hâle gelmiş insanlarımızı, nesillerimizi İslâm’ın güler yüzüyle tekrar buluşturmak da bizim borcumuzdur. Bu da ancak tevhide bağlılık ve iman kardeşliği ile olur. “Din muameledir” hadisinin verdiği ders ile bu iman kardeşliğinde oluşan birlik, beraberlik, dayanışma ve tefrikaya düşmeme başarısını göstermeli ve ümmet birliğini sağlayıp korumalıyız.

 

Birlik Ve Beraberlik

 

İslam, iman ve tevhid ile önce kalplerde kurduğu birlik ve beraberliği, aile ve topluma yayarak hayatın her alanına taşımıştır. Zaten inancı bir, ibadetleri bir, davranışları bir olan toplumlarda, birlik kendiliğinden oluşur. Çünkü din kadar akıl ve mantık da birlik ve beraberlik ister. Çünkü birlik ve beraberlik güç demektir, kazanç demektir, barış ve huzur demektir, mutluluk demektir.

Kur’an, kardeş saydığı inananlarını İslam etrafında birlik ve beraberliğe çağırıyor, tefrikadan sakındırıyor:

“Hep birlikte Allah'ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Dağılıp parçalanmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.”

[3]

Ayette dikkat çekilen daha önceki bölünmüş ve parçalanmışlık, hem Mekke’de vardı, hem de Medine’de. Allah, göklerden sarkıttığı sağlam ipine, Kur’an’a sarılıp sıkı sıkı tutunan Müslümanlara, birlik ve beraberlik nimetini ihsan etti de, daha önceki ayrlıklardan, düşmanlıklardan, kavgalardan eser kalmadı. Ama bu konu gaflete gelmez. Gönüllerdeki muhabbet ateşi küllenir de eller Kur’an’dan pırtarsa, zaten uyumayıp her an fırsat bekleyen şeytanlar ve düşmanlar, tefrikanın bin bir çeşidiyle inananlara abanarak birlik ve beraberliklerini parçalayıp dağıtabilirler.

Resulullah (sav) Efendimiz de Kur’an gibi hep birliğe çağırmış, birliğin güç ve rahmet olduğunu söylemiş, ayrılıklara sebep olacak düşünce ve davranışlardan ümmetini sakındırmış, ”sürüden ayrılanı kurt kapar” diyerek uyarmıştır.

[4]

            Girmeden bir millete tefrika, düşman giremez;

            Toplu vurdukça yürekler, onu top dindiremez. 

Bu gün dünyanın gelişmiş ülkeleri değişik birliklerle güç kazanırken, Müslümanların inançlarına aykırı ideoloji ve sistemlerle kalbî birliklerini, ırkçı ve bölgeci anlayışlarla da coğrafi birliklerini parçalanmış ve bölünmüş görmek  içler acısıdır. Ardır ve ayıptır. Oysa dinimiz gibi aklımız, ilmimiz, ekonomimiz, siyasi gerçeklerimiz ve tarihi tecrübelerimiz de birlik olmamızı gerektiriyor. Bu halimizden bir an evvel sıyrılmalı, dün olduğu gibi yine insanlığa bu konuda da bizler örnek olmalıyız.

            Birlik önündeki en büyük engel, cehalettir. Bu cehalet sebebiyle imanın kıymetini, kardeşliğin faziletini, birliğin dirlik ve esenlik oluşunu bilemiyoruz Gurur, kibir, kendini beğenmişlik, şahsi çıkar, mal, makam, baş olma sevdası gözlerimizi kör ediyor da, kendimizden başkasını göremiyor, kardeşlerimizin hayırlı işlerini takdir edemiyoruz. Dedikodu, koğuculuk, kusur araştırma, yalan, dolan, iftira ile kardeşlerimizi kaçırıyor, kazanılamayacak gereksiz tartışmalarla enerjimizi boşa harcıyor, zayıf düşünce de bir kurtarıcı gibi düşmanlarımıza sarılıyoruz. Oysa onlar, bizi bölüp parçalamak ve parçaları da bir araya getirmemek için ne oyunlar sergiliyor, ne tuzaklar hazırlıyorlar.

             Çare, cehaletten kurtulma, yani kendi dinimizi, kültürümüzü, tarihimizi iyi bilme, kardeşlik hak ve hukukunu gözetme, her türlü ayırımcılık ve ileride tehlikelerini anlatacağımız ırkçılıktan uzaklaşma, hata ve kusurlara af ve müsamaha ile yaklaşma, faydasız münakaşalardan kaçma ve sabırla çalışma, çabalama, gayret etmedir. Laf değil, iş üretmedir. Hareket berekettir. Her şeyi temizleyen suyun bile durgun olup akmadığında kokuştuğunu görmek bize ibret olmalı değil mi?

“Din muameledir”. Bu saydığımız birlik ve beraberliği sağlayan pozitif ve negatif unsurlar bizde ne kadar var? Lafa değil, bu fiiliyata bakarak kendi dindarlığımızı ölçebilir, Allah Teâlâ’nın katındaki yerimizi kavrayabiliriz.


[1]

Bakara, 163.

[2]

Müslim, Hac, 147.

[3] Al-i İmran, 103.) 

[4]

Ebu Davud,salat,46.