Misafirseverlik

Arapça’da “yolcu” anlamındaki “müsâfir” kelimesi Türkçe’de bir harf değişikliği ile “konuk” karşılığında kullanılır. Bir başka ifadeyle misafir hem yolcu, hem de yolculuk esnasında bir eve konan, ziyaret amacıyla bir eve inen kimseye misafir denir.

Eskiden ulaşım araçları böylesine hızlı olmadığı için, çoğu zaman insanlar yola çıktıklarında akşam evlerine ulaşamaz, bir yerde konaklarlardı. Geçmişte çoğu kere de bu konaklama evlerde olurdu. Şimdi evlere senede kaç kere yatmaya bir misafir geliyor acaba?

Senede bir veya iki kere misafir yatırmak yerine otelde ağırlamak, belki daha rahat ettirir, ama muhabbete aykırı olduğu da kesindir. Çünkü bir evde yatan insan o evi kolay kolay unutamaz.

İşte anlatılan sebeple misafirlik dinimizde ve geleneğimizde çok önemlidir. İslam misafir kabul edip ona ikram etmeyi çok faziletli bir ahlak saymıştır ve yapanları övmüştür. İyi insanlar da her zaman bundan izzet ve şeref duyarak zevk almışlardır.

Kur’an’da Hz. İbrahim ve Hz. Şuayb başta olmak üzere güzel örnekleri vardır misafir karşılamanın. Sevgili Peygamberimiz(sav.) de misafirlerine önem verir, onların kısmetleriyle geldiklerini bildirir, misafir ağırlamayı Allah(cc.) a ve ahiret gününe inanmanın şartı gibi anlatırdı.

Doğrusu Medine’ye geldiklerinde de Ensar-ı kiram Resulullah (sav) Efendimizi ve muhacirleri çok güzel karşılamış ve ağırlamışlardı. Atalarımız da misafiri “Tanrı misafiri” bilmişler, seve seve hürmet ve hizmet etmişler, gönül hoşnutluğu ile uğurlamışlardır.

İslam misafirlerin haklarına da dikkat çekmiştir:

Ev sahibinin misafirin yanında güler yüzlü olmasını, öfke ve üzüntüsünü belli etmemesini öğütlemiştir. Yoldan gelen aç olabileceği için bekletmeden yemek ikram etmesi ve yatma zamanı yatak sermesi, varsa binitini doyurup rahat ettirmesi, misafire ikramdır.

Bunların devamlı olabilmesi için, ikramı kolay gelenden yapması, kendisini ve bütçesini zorlamaması çok önemlidir.

Misafirlik üç gündür. Daha fazla ağırlık vermeden misafir de yoluna devam etmelidir. Kendisine yapılan iyilikleri överek teşekkür etmeli, edilen ikramı asla küçük görmemelidir.

Ayrıca misafir de hakkını ve haddini bilmelidir.

Resülullah (sav) Efendimiz misafirin ev sahibini sıkıntıya sokacak derecede misafirliğini uzatmasının uygun görülmediğini belirtmiştir.

[1]

İslâm âlimleri bu rivayetleri farklı şekilde yorumlamışlardır. Genel kabule göre ev sahibi misafirini ilk gün gücü yettiğince özel ve güzel ikramlarla ağırlar, ikinci ve üçüncü gün aile efradı ne yiyip içiyorsa ondan ikram eder. Misafir üç günden fazla kalırsa artık ev sahibinin onu ağırlama mecburiyeti kalmaz ve yedirip içirdikleri sadaka yerine geçer.

Yine hadiste buyurulur:

"Kim Allah ve âhirete inanıyorsa, misafirine câizesini ikrâm etsin!”  Yanındakiler sordular:

"Ey Allahın Resulü! Câizesi de nedir?" Aleyhissalâtu vesselâm açıkladı:

 "Bir gecesi ve gündüzüdür. Misâfırlik üç gündür. Bundan fazlası sadakadır. Misafire, ev sâhibini günaha sokuncaya kadar yanında kalması hoş değildir." Tekrar sordular:

"Misafir ev sahibini nasıl günaha sokar?" Aleyhissalatu vesselam açıkladı:

"Adamın yanında ikamet eder kalır, hâlbuki kendisine ikram edecek bir şeyi yoktur."

[2]

Hadisteki câize kelimesi, misafir olduğu yerden ayrılan veya oraya uğrayıp geçen misafire verilen bir günlük yol azığı şeklinde de açıklanmıştır. Bazı âlimlere göre üç günden sonraki ikramın sadaka kelimesiyle ifade edilmesi, misafirin hali vakti yerinde ise ev sahibini daha fazla sıkıntıya sokmasının uygun olmayacağına işaret etmektedir.

[3]

"Bir gece misafir olmak müslümanın hakkıdır. Kim, bir ev sâhibinin avlusunda sabahlarsa, ağırlanma masrafı, ev sahibi üzerine bir borç olur. Misafir dilerse o hakkını alır, dilerse terkeder”.

[4]

Velhasıl misafir de ev sahibi de dinlerinin güzelliğini kendilerine düşeni yapmakla göstermelidirler. Unutulmamalıdır ki “Din muameledir”.


[1]

Müsned, IV, 31; VI, 385; Müslim, “Luķaŧa”, 15, 16.

[2]

Buhari, Edeb 85, 31, Rikak 23; Müslim, Lukata 77, (48); Muvatta, Sıfatun-Nebiyy 22, (2, 929); Ebu Davud, Etime 5, (3748); Tirmizi, Birr 43, (1968, 1969).)

[3]

İbn Hacer, XXII, 335-340.

[4]

Ebu Dâvud, Etime 5, (3750).