Mudârâ / İdare Etme

Kendisine veya başkalarına bir zarar gelmesi korkusundan dolayı iyiliği emretme ve kötülüğü men etme mümkün olmaz da susulursa, böylesi susmalara, “Müdârâ” denir. Kalbiyle haramı men etmek istediği hâlde fitneye fırsat vermemek için susarak müdârâ yapmak, câizdir. Hatta bu durumda “sadaka sevâbı” bile elde edilebilir. İnsan bazen kızacak yerde, Allah Teâlâ’nın rızası için öfkesini yutar da “müdârâ” yaparak insanları idare ederse, ederken de tatlı dilli ve güler yüzlü olursa, bu güzel bir ahlak olur. Halka dini anlatırken, talebeye ders verirken, ailesini idare ederken de böyle müdârâ yapmak iyidir.  

 

Ancak müdara yapacağım diye dinin hükümleri asla değiştirilemez. Yani harama helal, helale de haram denilemez. Dolayısıyla din anlatılırken, davet ve tebliğ yapılırken asla müdahene ve müdara olamaz. Güya “daha çok insan Müslüman olsun” gibi bir iyi niyetle dahi olsa dinin hükümleri değiştirilemez. Böyle yapmak ile, cebir ve şiddet kullanarak, tehdit ve zorlayarak dine sokma arasında bir fark yoktur. Davetçiye düşen tebliğdir, o kadar. Hidayet Allah Teâlâ’nın elindedir. Aklını ve iradesini kullanarak Müslüman olmak isteyene verir. 

 

 İmâm-ı Gazâlî buyurur ki: “İnsanlar üç kısımdır: Bir kısmı, gıdâ gibidir. Herkese, her zamân lâzımdır. İkinci kısmı, ilâc gibidirler. İhtiyâç zamânında lâzım olurlar. Üçüncü kısmı, hastalık gibidir. Bunlara ihtiyâç olmaz. Fekat, kendileri insanlara müsallat olurlar, bulaşırlar. Bunlardan kurtulmak için, müdârâ etmek lâzımdır.”

 

Müdârâ, yerine göre câizdir. Bazen müstehab bile olur. “Evinde, zevceye müdârâ etmeyen kimsenin râhatı, huzûru kalmaz” denilmiştir. 

 

Hadîs-i şerîflerde, utanmadan, arlanmadan, sıkılmadan açıkça harâm işleyen kimseyi gıybet etmenin câiz olduğu bildirildiği gibi, şerlerinden korunmak için bunlara müdârâ etmenin câiz olduğu da bildirilmiştir. Malum, iki zarar bir araya geldiğinde, ehveni, azı tercih edilir. Bu, “ehven-i şerreyn tercih olunur” şeklinde kaideleştirilmiş, hatta kanunlaştırılmıştır.

 

Fakat dikkat gerekir ki, müdârâ başka, müdâhene başkadır. Müdârâ, dînî veya dünyevî bir zarardan kurtulmak için, dünya menfaatinden vermektir. Müdâhene ise dünyalık elde etmek için dinden vermektir. Yine de zâlime müdârâ ederken dikkat edilmeli, ne zalimin kendisi, ne de zulümleri asla övülmemelidir. 

 

Çağımızın vebası olan yağcılıktan, dalkavukluktan, herkese kavuksallamaktan, nabza göre şerbet vermekten, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” nemelazımcılığından, çalan havaya göre göbek atıp oynamaktan, tarlaya tekerlek takarak yağmur nereye yağarsa oraya götürmeye çalışmaktan, laubalilik ve vurdumduymazlıktan kurtulmak gerekir. Ciddi bir müslümanın ciddi bir kişilik kazanmış olması gerektirir. Sadece Allah Teâlâ’ya kulluk ederek şahsiyetini bulanların bu tür zilletlere asla ihtiyaçları olamaz! Dünya böyle kimlik ve kişilik sahibi insanların elinde cennet olur. 

 

Mustafa Çağrıcı DİA (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi) için yazdığı “Mudârâ” maddesinde bu kelime ve kaynakları hakkında bazı bilgiler verir.  Biz oradan şu bilgileri aktaralım.

 

“Sözlükte kandırmak, aldatmak anlamındaki “dery” kökünden türeyen müdârâ kelimesi “hoşgörülü olma, insanlarla iyi geçinme” mânasına gelir. Bir kimsenin şerrinden korktuğu birine karşı aşırıya kaçmadan iltifat etmesi, insanlarla iyi geçinmeye çalışması anlamında ahlâk terimdir. Terim olarak taşkın hareketleriyle huzursuzluğa yol açmasından endişe edilen veya aşırı alıngan olan kişilere karşı nazik davranarak kötülüğünü önlemeyi yahut gönlünü almayı amaçlayan davranışları ifade eder (Lisânü’l-Arab, “dry” md.; Tâcü’l-Arûs, “dry” md.; İbn Hacer, XXII, 330; Ahmed Rifat, s. 320-321). İbn Battâl el-Kurtubî, müdârânın asıl hedefinin ülfet olduğunu ve farklı karakterdeki insanlara karakterlerine uygun biçimde davranmayı gerektirdiğini belirtir (Şerĥu Śaĥîĥi’l-Buħârî, VII, 294-295). İbn Hacer el-Askalânî de müdârâyı “bilgisiz kişiyi eğitmek, günahkârı kötü fiilinden vazgeçirmek gibi faaliyetlerde bulunurken muhataba karşı yumuşak davranmak” şeklinde tanımlamıştır (Fetĥu’l-bârî, XXII, 330). Kaynaklarda, müdârânın bir zararın önlenmesi veya bir hayrın gerçekleşmesi gibi Allah rızâsına uygun amaçlara dayandığına dikkat çekilerek böyle bir gaye taşımayan, çıkar sağlama ve mevki kazanma gibi sebeplerle insanlara karşı hoş görünmeye “müdâhene” denildiği ve bunun haram olduğu belirtilmektedir.

 

Müdârâ kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemekte, bazı hadis mecmualarında Hz. Peygamber’in konuyla ilgili tavsiyeleri yer almaktadır. Buhârî, “İnsanlara Müdârâ” başlıklı babda (“Edeb”, 82) içinde müdârâ kelimesi geçmemekle birlikte konuya dair olan hadislere yer vermiş, ayrıca ashaptan Ebü’d-Derdâ’nın muhtemelen müşriklerin ve münafıkların ileri gelenlerini kastederek söylediği, “Biz bazı kimselere karşı içimiz öfke dolu olduğu halde güler yüzlü olmaya çalışırdık” anlamındaki sözünü nakletmiştir. 

 

    Burada geçen bir hadise göre Resûlullah kendisini ziyaret etmek isteyen bir kimsenin gıyabında, “O adam kabilesi içinde çok kötü biridir ama bırakın gelsin” demiş, adam huzuruna geldiğinde onu sıcak karşılamış, daha sonra bu tutumunun sebebini soran Hz. Âişe’ye, onu kendi huzurunda yüz bulamamış insan durumuna düşürüp kıyamet gününde Allah’ın huzurunda daha da kötü bir hale gelmesini istemediği için böyle davrandığını söylemiştir. Bu hadis müdârânın meşrû ve mendup olduğuna dair en önemli delil sayılmıştır. 

 

 Yine hadis mecmualarında “Resûlullah’ın, kadınların psikolojik özellikleri dikkate alınarak onlara karşı nazik davranılması yönündeki öğütleri yer almaktadır (Dârimî, “Nikâĥ”, 35; Buhârî, “Nikâĥ”, 79; Tirmizî, “Ŧalâķ”, 12).

 

Bazı kaynaklarda Hz. Peygamber’in, “Farz namazla emrolunduğum gibi insanlara müdârâ etmekle de emrolundum” dediği (Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî, I, 76), aklın başta gelen gereğinin Allah’a imandan sonra insanlara müdârâ etmek olduğunu söylediği (Beyhakī, VI, 343), insanlara müdârâ etmenin sadaka yerine geçeceğini belirttiği (a.g.e., VI, 344) yönünde yer alan rivayetlerin sıhhati şüpheli kabul edilmişse de (Aclûnî, I, 228, 507-508; II, 280; İbn Ebü’d-Dünyâ, s. 23-25 [nâşirin dipnotları]) bu tür sözler, Kur’an’ın ve sahih hadislerin genel öğretisine uygun olması yanında tarih boyunca İslâm toplumlarının hâkim karakteri haline gelmiş olan hoşgörünün ilkelerini içermesi bakımından da önem taşımaktadır. İbn Ebü’d-Dünyâ’nın bu tür rivayetleri topladığı Müdârâtü’n-nâs adlı eserinde (bk. bibl.) çeşitli başlıklar altında 186 hadis ve haber yer almaktadır.

Tasavvuf literatüründe ahlâk terbiyesi bakımından büyük değer verilen müdârâ konusu genellikle uhuvvet, sohbet, sabır, ülfet gibi kavramlar çerçevesinde ele alınarak insanlara karşı güler yüzlü, tatlı dilli ve hoşgörülü olmanın, onlardan gelebilecek sıkıntılara katlanmanın önemi üzerinde durulmuştur. Hz. Peygamber’in müdârâsından bazı örnekler nakleden Şehâbeddin es-Sühreverdî’nin kaydettiğine göre aile, çocuklar, komşular, dostlar ve bütün insanlara karşı müdârâ göstermek sûfiyyenin ahlâkındandır. Kişinin gerçek karakteri sıkıntılara katlanma derecesiyle ortaya çıkar. İnsanın aklının güçlü, ilminin ve hilminin zengin olduğunu müdârâdan daha iyi gösterecek bir erdem yoktur. Çünkü bu erdem sayesinde nefsin bencilliği kırılır, nefret duygusu yatıştırılır (Avârifü’l-maârif, V, 136-137, 139). (Bkz. Mustafa Çağrıcı, DİA, “Müdârâ” Md. 31/460.)