Irkçılık Sülalecilik

“Irk” demek, “damar” demektir. Şu manalara gelir: “Aralarında kan bağı bulunan insan topluluğu, bir soydan gelen insan topluluğu, Soy, sop, nesep, sülale. Cilt rengine göre ayrılan insan topluluğu için de kullanılır: Sarı ırk, beyaz ırk, siyah ırk Kızılderili ırkı.

 

Irkçılık bir ırk ayırımıdır. Yani ırklar arasında fark gözetmedir. Irkçı: Irk davası güden, mensup olduğu ırkı diğer ırklardan üstün gören, topluluğu teşkil eden esasın ırk olduğunu ileri süren kimsedir. Irkçılık ise, bu ırk esasını kabul eden görüş, ırkçılığı benimseyen görüş.

Buna göre ırkçı, belirli insan ırklarının varlığına, bu ırkların eşit olmadığına, üstün ırkların aşağı ırkları yönetme hakkı olduğuna inanan kişidir.

Daha açık bir deyişle ırkçılık, kendi ırkını, soyunu sopunu, sülalesini, hatta ailesini doğuştan üstün görmek, eşitliği, adaleti, hukukun üstünlüğünü, insanın doğuştan getirdiği temel hakları hiçe sayarak haksız da olsa, zalim de olsa, daima kendi ırkını ve soyunu desteklemek, diğer ırkları, soyları, boyları, sülaleleri, hatta aileleri kendine denk görmeyerek aşağılamaktır. Peygamberimiz bir hadisinde Araplar'ın ırkçılığı tarifini kullanır:

- "Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşinize yardım ediniz."

Bunun ırkçılık olduğunu bilen sahabiler, İslam ile bu fikri bağdaştıramadıklarından şaşırır ve hemen sorarlar:

- "Mazlumu anladık ya Rasulallah. Fakat zalime nasıl yardım edeceğiz?"

Peygamberimizin güzel cevabı çok meşhurdur, bilirseniz:

- "Mazluma yardım malumdur, onu zulümden korumaya çalışırsınız. Zalime yardıma gelince, onu zulmetmekten engellerseniz. Bu da ona bir yardımdır."

Irkçılık, insanlar arasında var olan tabiî ve fıtrî eşitliği sun’î ve haksız bir müdahale ile ortadan kaldıran bir düşünce ve olgudur. Kendi ırkını doğuştan üstün özellikli kabul eden ırkçılar, başka ırklardan oluşan insanları kendi seviyelerinde görmez, onlarla eşitliği kabullenmez, bu yüzden de onlara haksızlık yapmaktan üzülmez ve çekinmezler.

İşte bu durum, yeryüzünde en büyük fitne ve fesat kaynağıdır. Irkçının kendi saadetinin de en büyük düşmanıdır, farkında olsunlar veya olmasınlar.

Fıtrat dini olan İslam, inananları yaratılış itibariyle “kardeş” sayarak onları kendi doğallığı içinde bir tarağın dişleri gibi eşit saymıştır. İşte bu yüzden de ırkçılığı şiddetle yasaklamıştır.

Kur’an, insanlarda renklerin, dillerin, soyların, boyların ayrı ayrı olması,

[1]

 Allah (azze ve celle)’ın varlığının, birliğinin, ilminin, gücünün, kudretinin bir delilidir. Soysuzluk kötülenmiştir.

[2]

Ama ırk üstünlüğüne inanarak ırkçılık yapmak,

[3]

soy sopla öğünmek, şiddetle yasaklanmıştır.

[4]

Peygamberimiz (sav), çok yoğun biçimde bu din kardeşliği ve eşitlik ilkesine karşı dikkat çekmiş, yukarıda genişçe gördüğümüz gibi, Arap’ın Acem’e (Arap olmayana), Acem’in Arab’a asla üstünlüğünün olmadığını ısrarla vurgulamıştır.  Onun (sav) ifadesiyle insanlar "bir tarağın dişleri gibi" eşittirler.

[5]

Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

“Allah bana, kimse kimseye karşı övünmemeye, kimse kimseye karşı azmamaya, kimse kimseye karşı ilgisiz kalmayana kadar mütevazı olmayı emretti.”

[6]

İslam’ın en temel ilkelerini belirleyen ayetlerin birisinde Allah Teâlâ şöyle buyurur:

‘’Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanıyabilmeniz için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerliniz en müttaki (Allah’a saygılı ve itaatkâr) olanınızdır.’’

[7]

Bu ayette bütün insanların aynı kökten geldiğini, Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın çocukları olduğunu, dolayısı ile doğuştan gelen bir üstünlüğün ve imtiyazın hiç kimse için söz konusu olamayacağını görüyoruz.

Yine bütün insanların doğuştan eşit haklara sahip olduklarını Allah’a yakın olmak için nesebinin, içinde yaşadığı zaman ve zeminin, yer ve cemiyetin değil, Allah’ın koyduğu esasların hakkını verebilme şartının herkes için geçerli olduğunu biliyoruz.

Buna göre ırk, renk, vücut yapısı gibi ferdin iradesine bağlı olmayan hususlar üstünlük ölçüsü ve övünç vesilesi olamaz. Veda Hutbesinde bu gerçek şöyle dile getiriliyor:

“Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Dikkat edin, hiçbir Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, hiçbir beyazın zenciye, zencinin de beyaza takvadan başka bir şeyle üstünlüğü yoktur. Şüphesiz Allah katında en değerliniz O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.’’

Ancak bu damarlara sirayet eden menfi duygudan kurtuluş o kadar da kolay olmamıştır. Peygamberimizin insanların eşitliği hususundaki hassasiyetini hep vurgulamış, ama yine de ta içlerde, kalbin derinliklerinde arınma zor olmuştur. Bazen bunun için açık ve acı bir ameliyat gerekmiştir. İşte böyle bir iş şu olayda olduğu gibi açık seçik görülmektedir:

Bir gün Ebu Zer, Bilal-i Habeşi’ye kızmış ve haddi aşarak “kara kadının oğlu” diye hakaret etmişti.

Bilal onu Rasul-ü Ekrem’e şikâyet etti. Hz. Peygamber (s.a.v) Ebu Zerr’e dedi ki:

- “Onu anasının zenci olmasıyla mı ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki sende hala cahiliyet kokusu var. Bak, sen takva ile daha üstün olmadığın takdirde, beyaz veya siyah derililerden daha hayırlı değilsin.’’

[8]

Ebu Zer, bu acı uyarı üzerine derhal Bilali Habeşi’nin evinin önüne gelir, Bilali Habeşi’yi çağırır ve onun önünde yere yatar, yanağını yere koyar ve der ki;

- “Ya Bilal! Senin o siyah ayağın benim bu beyaz (ama kara) yüzüme basmadıkça buradan kalkmayacağım! Yüzüme bas ve bana hakkını helal et!”

Hz Bilal Ebu Zer’in gurur ve kibrini ayaklar altına almasını, Resulüllah’a ve dine gösterdiği derin sadakat ve tevazuu sebebiyle o muhteşem sahabenin yüzüne basmaz, bilakis kaldırıp öper ve af eder. Fakat Ebu Zer, rivayetten de anlaşıldığı gibi ömrünün sonuna kadar yaptığı bu işten pişmanlık duyar.

İşte sahabe-i kiram böyleydi, Allah Teâla’nın hoşnut olmadığı ve Peygamber Efendimiz’in kınadığı bir şey yaptıkları zaman onu derhal terk eder, işledikleri günah ve kusura tövbe eder ve bir daha o hataya dönmemeye azami dikkat gösterirlerdi. Bize düşen de budur.

Bu zamana kadar Türkçülük, Kürtçülük, Arapçılık, Acemcilik ve benzeri bir ırkçılık yaptıysak, derhal o yanlışı terk etmeli ve tövbe etmeliyiz. Yoksa Cehennemin bizi beklediğini bilmeliyiz. “Din muameledir” hadisi bizi buna mecbur eder. Laf ile peynir gemisi yürümez.

Hz. Peygamber (sav) câhilî bir âdet olan ırkçılığı sık sık gündeme getirerek eleştirmiş ve yasaklamıştır. Veda haccı sırasında, “Veda Hutbesi” olarak bilinen ünlü konuşmasında “Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab’a, beyaz renklinin siyaha, siyah renklinin beyaza bir üstünlüğü olmadığını, üstünlüğün yalnızca takva ile olduğunu” ilan etmiştir.

Buna rağmen kim “cahiliye davası” olan “ırkçılık ve asabiyete” davet ederse, işte onun akıbeti:

“Kim cahiliyye davası çalarsa o cehennem kütüğüdür.

Dediler ki:

“Ya Rasulellah, namaz kılsa, oruç tutsa da mı?

 Dedi ki:

“Evet, namaz kılsa da, oruç tutsa da. Kendini Müslüman saysa da. Ey Allah’ın kulları, kendinizi Allah’ın çağırdığı gibi “Müslümanlar” ve “mü’minler” diye çağırınız”

[9]

Hiç kimsenin şüphesi olmasın; bizi İslam kurtarır.

Maalesef bugün İslam dünyasında ırkçılık çok yaygın bir hastalıktır. Müslümanlar melun ırkçılık belasını anlayıp terk ettikleri gün, kurtulmuşlar demektir. Çünkü ırkçılık ve ona davet, bir iman zaafıdır, şahsiyet kaybıdır, bilinç kirlenmesidir, gönül paslanmasıdır ve cehennem sebebidir.

Nitekim ona davetin acı akıbetini Sevgili Peygamberimizin (sav) hadisinde açıkça gördük, tekrar hatırlayalım:

  “Allah Teâla Zekeriya oğlu Yahya’ya amel etmesi için beş cümle emretti. Benî İsrâîl’in de bunları uygulamasını emretti. Ama onlar nerde ise yapmayacaklardı. Ben de Allah Teâlâ’nın bana emrettiği beş husus ile sizlere emrediyorum; meşru idareyi dinlemek ve itaat etmek, cihat, hicret, cemaatle olmak. Çünkü bir karış da olsa cemaatten ayrılan, dönünceye kadar İslam bağını boynundan çıkarmış olur. Kim cahiliye davası çalarsa, iyi biliniz ki o bir cehennem kütüğüdür.”

Adamın birisi:

- Ya Rasulullah, namaz kılsa, oruç tutsa da mı?

Peygamberimiz:

- Namaz kılsa, oruç tutsa da! Siz kendinizi Allah Teâlâ’nın daveti gibi çağırınız. O size “Müslümanlar, mü’minler, Allah’ın kulları” diye isim verdi.”

[10]

Irkçılık insanın aklını alan ve duygusal davranmasına yol açan bir zafiyet, aynı zamanda din açısından bir haram, bir günah ve bir ahlaksızlıktır. Hiç şüphesiz adalet ve ehliyete doğrudan zarar veren ve emanetlerin zayi olmasına sebep olan bu kötü haslet, aynı zamanda savaşlara sebep olan bir huydur ve bu yüzden barışın en büyük düşmanıdır. Yakın zamanlardaki dünya savaşları incelenecek olursa, altında yine ırkçılık yatar.

İşte bu sahih hadisler, cahiliyye davası sayılan ırkçılığa davet etmenin haram, günah ve vebal olması açısından çok açıktır. Bütün ırkçılık davalarını kökünden kazıyan bir hadistir.

Allah “Müslümanları” ve “mü’minleri” işte bu iki isimle çağırmıştır. Bizim kendimize başka başka isimler almamız layık mıdır?

O yüzden hem Allah’ın verdiği “Müslüman” adını alıp da sonra cahiliye davasına kalkışmak, bu isme ve verenine ihanet değil midir?

Bu konuda konuşanların duyguları okşayan parlak ve sihirli sözleri, nihayet bir Müslüman katında gelir bu iman kayasına çarparak tuzla buz olur.

 “Asabiyet dâvâsına kalkışan (ırkçılık yapan), onu yaymaya çalışan, bu dâvâ uğrunda mücadele eden kimse bizden değildir.”

[11]

Hz. Peygamber (s.a.s), "ırkçılık davasına kalkışan bizden değildir, ırkçılık üzerine savaşa girişen de bizden değildir" buyurarak böyle bir kişinin yerini tespit etmiştir.

[12]

Bu hadisin söylenişinden sonra olmalıdır ki, ashaptan Vasile b. Aşka (öl. 83/702) Asabiyetin ne demek olduğunu ve şümulünü Hz. Peygamberden sorar:

- Ya Rasûlullah! Bir kimsenin kavmini sevmesi asabiyetten sayılır mı? Hz. Peygamber:

- Hayır, ancak kişinin, zulüm ve haksızlık halinde olan kavmine yardım etmesi asabiyettir" buyurur.

[13]

Buna göre yasaklanan asabiyet, bir kimsenin milletini sevmesi ve ona karşı özel ve meşru bir ilgi göster­mesi değil, sırf akrabalık ve soydaşlık gayretiyle zalimane ve haksız davranışları karşısında bile onları müdafaa ve himaye etme işidir.

Netice itibariyle kesin olarak bilelim ki, ırkçılık dinden ve maneviyattan uzak insanların ve yönetimlerin çıkardığı bir sorundur ve ancak İslam ile tedavi edilebilir. Eşitlik, adalet ve özgürlük kavramlarını, ehliyet ve kabiliyeti hiçe sayan ırkçılık, yönetilmeye mahkûm olanların, üstün yönetici ırkların emrinde zillet içinde yaşamasına ve hakarete uğramasına sebep olur. Toplumda birlik, beraberlik, sevgi, kardeşlik, hukukun üstünlüğü, adalet, eşitlik, barış, huzur, ahlak ve erdem gibi haslet ve güzelliklerin en büyük düşmanıdır. Irkçılığın olduğu yerde emeğin istismarı, alın terinin sömürülmesi, kan ve gözyaşı vardır. Bu da dünya barışına vurulan büyük bir darbedir. Son birkaç yüzyılda ırkçılık belası ve fitnesi yüzünden büyük savaşlar ve küresel yıkımlar yaşandı. Osmanlı Devleti de bu yüzden yıkılarak parçalandı ve ümmet dağıldı. Hâlâ bu yüzden canımız yanıyor, malımız gidiyor, emeğimiz ve enerjimiz heder oluyor, toplumda derin yaralar açılıyor, insanımız dininden, imanından, birlik ve beraberlik duygularından, sevgiden, saygıdan, komşuluk ve yurttaşlık bağlarından kopuyor.

 Öyleyse ey kardeşlerim, sizi Allah’a davet edenleri dinleyip itaat ediniz. Sizi Cehenneme davet edenleri ise dinlemeyiniz, reddediniz. Dünya ve ahiret saadetimiz buna bağlıdır.


[1]

Rum, 22; Fatır, 27-28; Furkan 4; Hucurat, 13.

[2]

Kalem, 13.

[3]

Hucurat, 13.

[4]

Tekasür, 1-7.

[5]

Aclunî, Keşfül Hafa, hn: 2847.

[6]

Müslim. Sahih.

[7]

Hucurat, 49/13.

[8]

Ahmed ibn Hanbel, el- Müsned, Mısır 1313, V, 158.

[9]

Ahmed, Buhari ve başkaları rivayet etmiştir.

[10]

Tirmizi, 2863. Elbanî, Sahihu’l Cami’, 567.

[11]

Ebu Davut, Edeb, 121.

[12]

Müslim, İmare, 53, 54, 57, Suyutî, Camiu’s Sağir, 7684.

[13]

Sünen-i İbn Mace, Kitabul-Fiten, B.7, Hds.3949;  Sünen-i Ebu Davud, Kitabul-Edeb, B.121, Hds.5119;   İmam Buhârî, Edebül-Müfred, B.187, Hds.396;  et-Taberî, A.g.e., C.7, Sh.517.