İndirilişi Ve Bize Ulaşması

Diğer kutsal kitaplar gibi Kur’an da “vahiy” yoluyla indirilmiştir. Vahiy, Allah(cc. )' ın peygamberlerine sözlerini bildirmesidir. Bu nasıl gerçekleşir, sorusuna ayet şöyle cevap veriyor:”Allah bir insanla ya vahiy yoluyla, ya perde arkasından, ya da bir melek gönderip ona kendi izniyle dilediğini vahyetmekten başka türlü konuşmaz. ”(Şura, 51. ) Yani Allah, Peygamberlerine üç şekilde sözlerini bildirir:

 

1.  Sözlerini kulunun kalbine bildirir. Burada aracı yoktur. 

 

2. Perde arkasından kuluyla bizzat konuşur. Mi’rac gecesinde olduğu gibi. 

3. Melek aracılığıyla konuşur. Melek bazen asli şeklinde, bazen bir insan kılığına girerek, bazen de kendini göstermeden vahyi peygamberin kalbine düşürür. 

 

Vahiy, peygamberlere özel olduğu için, diğer insanlar onu duyamaz Ancak, değişik rivayetlerden anlaşıldığına göre yanında olan ashab-ı kiram (ra. ) sevgili Peygamberimiz(sav. )e vahiy geldiğini anlar, sessizce bekler, bazen de üstünü örterlerdi. Çünkü vahiy esnasında peygamberimizin hali değişir, manevi ağırlığın altında heyecanla titrer ve soğuk günlerde bile ter dökerdi. Yüzü solar, sesi ve nefesi farklı çıkardı. Elbette Allah(cc. )' ın hitabı ile karşı karşıya kalmak, kolay bir şey değildi. 

 

Kur’an, bir harfi bile değişmeden bize kadar ulaşan tek kutsal kitaptır. Bunun sebebi, gelen ayetlerin ezberlenmesi yanında, ayrıca anında yazılması idi. Peygamberimiz “ümmi” olduğu için okuma yazma bilmez, bu iş için katipler kullanırdı.  “Vahiy katipleri” ayetleri en az iki nüsha yazar, birini yanlarında bırakır, birini de Resulullah(sav) Efendimiz' e teslim ederlerdi.  İlk günlerde ayetlere karışmasın diye Resulullah(sav) Efendimiz kendi sözlerinin yazılmasını yasaklamıştı.  

 

Gelen ayetler aynı zamanda ezberleniyordu.  Çünkü onlarla ibadet ediliyor, din anlatılıyordu. O günde tebliğin en etkin yolu, manasını anlayan bu insanlara Kur’an okumaktı. 

 

Her Ramazan ayının son on gününde Resulullah(sav) Efendimiz itikafa girer ve orada o güne kadar inen ayetleri Cebrail(as. )e okurdu.  Buna “arz” diyoruz. Bu gün “mukabele” adı altında devam eden bu arz uygulaması, sevgili Peygamberimiz(sav. )in vefat ettiği yılda iki kere olmuştu. Buradan çıkan sonuç, Resulullah(sav) Efendimiz, kendisi “Yüce Dost”a giderken, geride Kur’an’ı bir bütün olarak bırakıyordu.  Ama iki kapak arasına alınmış bir kitap halinde derlenip toplanmış da değildi. Neden mi? Sebebi basit; Peygamberimiz(sav. )in sağlığında Kur’an’ın bir kitap halinde toplanması mümkün değildi; çünkü vahyin gelmesi devam ediyordu. 

               

 

 
Ancak Hz.  Ebu Bekir(ra. ) döneminde, savaşlarda bir çok hafızın şehit düşmesi üzerine Hz.  Ömer(ra. )in aklına, Kur’an’ın bir kitap halinde toplanması fikri geldi. Önceleri itiraz eden Halifeyi de ikna etti. O da, bu işin ehli olan Zeyd bin Sabit’i(ra. ) görevlendirdi.  Bu iş için  bir komisyon kuruldu ve şartlar ilan edildi: “Kimin yanında bir ayet-i kerime varsa, onu Resulullah(sav) Efendimiz' den duyduğuna dair iki şahitle beraber getirsin. ” 
 

 

Toplanan Kur’an, ashab-ı kirama (ra. ) okundu ve şu ortak karara varıldı: Ne eksiklik vardı, ne de fazlalık. Allah’ın Kur’an’ı koruyacağı sözü gerçekleşmiş oldu. Daha sonra Hz. Osman(ra. ) zamanında ihtiyaç duyulduğundan bu Kur’an çoğaltılmış ve büyük merkezlere birer nüsha dağıtılmıştır.  İşte o günden bu yana Kur’an, hem yazı, hem de ezber yoluyla günümüze kadar değişmeden gelmiş, kıyamete kadar da öyle gidecektir. Kur’anın iç düzenlemesi  tevkîfî, yani  ilahîdir.  Peygamberimiz, gelen ayetlerin hangi surenin hangi ayetleri arasına konacağını Cebrail’den öğrenir, vahiy katiplerine de öyle yazdırırdı. Bilindiği gibi Kur’an’ın belli bölümlerine “sûre”, belli cümlelerine de “ayet” denir. Bu gün elimizde bulunan Mushaflarda 114 sûre, 6654 ayet vardır. Dünyanın her yerinde basılan ve okunan Kur’an, aynıdır elhamdü lillah!