Biz ve Şükür

Hiç şüphesiz şükür, yani nimeti görerek verene teşekkür, dilimize kalbimizin ve işlerimizin güzelce eşlik etmesiyle gerçek bir şükür olacaktır.

O yüzden şükür sadece “Elhamdülillah, Ya Rabbi çok şükür” demek değildir.

Gök gürler de yağmur yağmazsa kuraklığa ne faydası olur?

Bizde bir söz vardır: “Guru guru gadanı alayım, takır takır yoluna öleyim.”

Laf işte!

Lafla peynir gemisi yürümezmiş.

Olması gereken, her nimetin getirdiği sorumlulukları bilip yapmaktır. Buna “fiilî şükür” denir. Yani dil ile şükür ile şükrün gereğini yapmak, yani o nimeti muhtaçlarıyla veya bir ikram olarak paylaşmak beraberce olmalıdır.

İşte bu bilinçle baktığımızda şu ayet bizi utandırmaktadır:

وَقَلٖيلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ

“Şükreden kullarım ne kadar da azdır!”

(Sebe, 34/13)

Gerçek manada şükür, sağlam bir inançla, aczini ve kusurluluğunu itiraf ederek bütün kalbini, dilini, bedenini ve vakitlerinin çoğunu şükrün ifasına veren ve bunun için âzami çabayı sarfeden kişinin şükrüdür. Yani içinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun bütün durumlarda şükretme tavrını koruyabilen kişidir. (Bkz. Kur’an Yolu Tefsiri)

Bazı müfessirler, “Bundan maksat, şükretmekten âciz olduğunu anlayan kişidir” demişlerdir. (Zemahşerî, III, 253-254)

Öyle ya, her nimetin şükrü sorulacağına göre, Şeyh Sadî’nin dikkat çektiği gibi, her nefeste iki şükür var. Alarak hayat buluyoruz, vererek patlamadan kurtuluyoruz. Biz bunun bile şükründen aciz iken, sair nimetlerin şükrünü nasıl yaptığımızı iddia edebiliriz ki?

Sena hakkıyla şükredemiyoruz “Ey Meşkûr”, ne olur, aczimizin idrakini şükür sayınız!