Davet Davamız

Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) tebliğ hususundaki yoğun çalışmalarından dolayı yazda kışta uzak yakın seferlere çıkar, bazen savaş, bazen barışla döner, bu yolculuklarda çektiği açlık, susuzluk, hastalık veya yorgunluktan çoğu kez beti benzi atar,  yüzü sararır solar, vücudu zayıflar, saçı sakalı dağılır, elbisesi toz toprak içinde kalırdı. Ama o bunlardan asla şikâyet etmez, çabalarını hep sürdürür, arkadaşlarını da devamlı olarak bu faaliyetlere teşvik ederdi.

Resulullah (s.a.v.)  Efendimiz seferden gece dönerse şehre girmez, dışarıda geceler ve bunu herkese tavsiye ederdi. Gündüz şehre girer, önce mescide varır, namaz kılar, halkla sohbet eder, varsa sorunları dinler ve çözer, sonra kalkar kızı Hz. Fatıma başta olmak üzere eşlerinin ve akrabalarının ev veya odalarını dolaşır, hal hatır sorar, en sonunda istirahat edeceği odasına çekilirdi.

Yine bir defasında Allah Resûlü bir gazadan döndü. Seferden her geldiğinde yaptığı sünnetini yineledi. Mescide girerek iki rekât namaz kıldı. Sonra Hz. Fatıma’nın halini sormak üzere onun evine doğru yöneldi. Derken kızı Hz. Fatıma’nın kapısına vardı, seslendi, selam verdi. Hz. Fatıma annemiz sevinçle kapıya koştu ama onu kapıda yine öyle yorgun argın sararmış solmuş, üstü başı perişan görünce dayanamayıp babasının boynuna sarıldı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da O’nun yüzünü, gözünü öpüyordu.

Nerden baksanız babası o zaman ellibeş yaşın üstündedir. Her sene en az iki sefere katılır, bir kısmında savaşır, bir kısmında savaşmadan dönerdi. Arabistan sıcağında ve o günün hayat zorluğu ve ekonomik şartlarında bir ihtiyar için bunlar kolay değildi. Çok büyük fedakârlıklar içinde bu seferler gerçekleşmekteydi. Ben bu yazıları yazarken tam da o yaşlardayım. Onun deve veya at sırtında, bazen de yaya gittiği yerler ve mesafelere biz bugün arabayla gitsek yorulur kalırız. Gerçek bu. Daha bir de savaş ve barışın stresi, endişesi var ki o da bambaşka bir haldir.

Rasûl-ü Ekrem:

- “Niçin ağlıyorsun kızım?” diye sorunca Hz. Fatıma:

- “Ey Allah’ın Rasûlü! Seni rengin solmuş ve elbiselerin çürümüş olarak görüyorum. Bundan dolayı ağlıyorum” dedi.

Resûl-ü Ekrem:

- “Ağlama ey Fatıma! Cenabı Hak senin babanı öyle bir risalet işiyle vazifelendirmiştir ki, yeryüzünde çamurdan yapılmış hiçbir ev, kıldan yapılmış hiçbir çadır ve hiçbir otağ kalmayacaktır ki, Allah o işle oraya ya izzeti veya zilleti sokacaktır. Öyle ki gecenin vardığı gibi o noktaya varacaktır”[1]

İşte Resulullah (s.a.v.)  Efendimizden devraldığımız görev bu: Dünyanın neresinde bir insan topluluğu yaşıyorsa, İslam oraya götürülecektir. “Yeryüzünde çamurdan yapılmış hiçbir ev, kıldan yapılmış hiçbir çadır ve hiçbir otağ kalmayacaktır ki Allah’ın dini oralara varmasın…” “Öyle ki gecenin vardığı gibi o noktaya İslam varacaktır.”

Hedef bu!

Hedef bütün dünya!

Belki ilerde bütün derinliği ile uzay!

 

[1] Tabarani, Ebu Nuaym, Hilye; Hakim, (Ebu Sa’lebe el-Kuşeni’den) Kenz’ul-Ummal, 1/77; Heysemi, 8/262; Hakim, 3/55 (Heysemi rivayetin senedindeki Yezid b. Sinan’ın zayıf olduğunu, Hakim ise hadisin sahih olduğunu ama Buhari Müslim’in rivayet etmediğini söylemektedir. Zehebi ise Yezid b. Sinan’ın İmam Ahmed tarafından tezyif edildiğini bildirmektedir.)  Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, 1/47-48.