İşte Batı Bu


Bilebildiğimiz kadarıyla,
öteden beri Batı medeniyetinin diğer medeniyetlere, özellikle de İslâm
medeniyetine karşı bir tahammülsüzlüğü vardır. Batının söz konusu bu
tahammülsüzlüğü belirli yüzyıllara münhasır olmayıp, hemen hemen tüm asırlar
boyu geçerlidir. Bu çarpık bakış açısına göre bir Batı medeniyeti vardır, bir
de diğerleri... Aynı şekilde bir kendi halkları vardır, bir de hiçbir hakları
ve özgürlükleri olmayan farklı inanç ve kültürlere sahip olan ötelenen diğer
coğrafya halkları. Batı her zaman batıdır, hiçbir zaman değişmemiştir, dün
neyse bugün de odur. Zihniyetleri değişmediği sürece ki, değişmeyeceği de bir
vakıadır, yarında aynısı olacaktır.

İlk ve Orta
çağlar Batı için karanlık çağlar olarak kabul edilir. Bu çağlarda Avrupa’da sosyal
ve ekonomik açıdan çok büyük sorunlar vardır, aynı şekilde çok büyük
bağnazlıklar da vardır. Hatta öyle ki o çağlarda, toplumun yarısını oluşturan
kadınlar, kilise tarafından“şeytanla
işbirliği yapan cadılar”
olarak nitelendirilebilecek kadar ötelenebilmişlerdir.

Fakat
ortaçağlar İslâm dünyası için, deyim yerindeyse altın çağlar olmuştur. Söz
konusu ettiğimiz çağlarda İslâm dünyasının çeşitli şehir ve kasabalarında,
İslâm kültür ve medeniyetinin en güzel en ihtişamlı şaheserleri inşa
edilmiştir. Bu çağlarda İslâm dünyası gerek ekonomik ve sosyal ve gerekse
kültürel açıdan gelişmişliğin en zirve noktasına ulaşmıştır.

İslâm
dünyasında Asrısaadetten günümüze kadar geçen sürede, İslâm ülkelerinin hemen
büyük bir ekseriyetinde, başta ehli kitap olmak üzere diğer dinlere mensup olan
kitleler her zaman varola gelmiştir. Efendimiz(sav) döneminde Medine ve
Arabistan’ın diğer şehirlerinde birçok Yahudi kabilesi yaşıyordu. İslâm
dininde, insanların zoraki Müslüman olması yasaklandığı için, İslâm ülkelerinde
yaşayan gayrı Müslimler, hiçbir zorlama ve cebire tabi tutulmadan yüzyıllarca
dini ve kültürel varlıklarını devam ettirebilmişlerdir. Bunun şaheser
uygulamalarını gerek Osmanlı Devleti’nde ve gerekse diğer İslâm ülkelerinde
açıkça müşahede etmek mümkündür.

Fakat Avrupa’da
diğer dinlerden olanlara, özellikle de Müslümanlara karşı aynı hoşgörülü
anlayışı görmek mümkün değildir. Bu anlamda, ortalama olarak ortaçağlar ve
yeniçağlar Avrupa’sında, hatta belki de yakınçağlar Avrupa’sında bile, Avrupa
devletlerinin bünyelerinde başka dinlerden olanlara rastlamak nerdeyse mümkün
değildir. Avrupa’da ancak 19. ve 20. yüzyıllardan itibaren diğer dinlerden
olanlara, özellikle de Müslümanlara rastlanmaya başlanmıştır. Eski Müslüman
sömürgeler ve göçmen işçiler gibi, bir zorunluluktan dolayı Avrupa
devletlerinde görülmeye başlanan Müslümanların varlığına, Avrupa devletleri
hiçbir zaman tahammül gösterememişlerdir. Bu anlamda Avrupa’da, yıllar yılıdır
Camilerdeki ezanlar hep içeride okunmaktadır. İslâm dünyasında ise, tâ baştan
beri Ehli kitaba mensup olan gayrı Müslimlerin ibadet yerleri olan Kiliseler ve
Havralar hep açıktır. Üstelik onlar Kiliselerinden ve Havralarından ibadet
davetlerini açıktan açığa yapabilmektedirler.

Bilindiği gibi demokrasi ve insan hakları gibi kavramlar dünyaya Avrupa ve ABD’den yayılmıştır.
Fakat söz konusu bu kavramlar, Batı sömürüsü ve işgali için en büyük istismar
aracı olmuştur. Yani Batı, sömürgeleştirmek istediği coğrafya halklarını, genellilikle
demokrasi ve insan hakları gibi, kulaklara hoş gelen hep bu tür kavramlarla
iğfal etmiştir.

ABD ve Avrupa
devletleri demokratik standartları
ve uygulamaları sadece kendileri için,    kendi yaşam standartlarını yükseltmek için düşünmüşlerdir.
Bu anlamda, dünyanın diğer yerlerinde yaşayan üçüncü dünya halklarının
demokrasi ile idare edilip edilmemeleri, Batıyı pek o kadar da ilgilendirmemektedir.
Onlar çıkarları devam ettiği sürece, çıkarları olan ülke yönetimlerinin yönetim
şekillerinin demokrasi veya totaliter rejimler olmuş olması, onları o kadar da ilgilendirmemektedir.
Onların öncelikli hedefleri, çok zengin yer altı ve yerüstü zenginliklere sahip
olan ülkelerden ekonomik olarak olabildiğince istifade edebilmektir. Bu
söylediklerimizin en büyük kanıtı ise, ABD ve Avrupa ülkelerinin, hala
totaliter yöntemlerle yönetilmeye devam edilen Ortadoğu ve diğer kıtalardaki
totaliter rejimlerle yıllar yılıdır devam eden siyasî ve ekonomik ilişkileri.

Netice olarak
ifade edilecek olursa, yukarıdan beri özellikleri ve çifte standartları izah edilmeye
çalışılan Batı işte bu Batıdır. Yani kendi çıkarları için, tıpkı cahiliye
Araplarının kendi elleriyle yaptıkları helva putlarını acıktıklarında yemeleri
gibi; kendi türettikleri değerleri çıkarları olduğunda çiğnemekte bir beis
görmeyen ikiyüzlü bir yaklaşım… Bu yönüyle artık ABD ve Avrupa devletleri,
izledikleri ikiyüzlü ve çifte standartlı çıkarcı politikalarıyla, inandırıcılık
adına diğer devletler nezdinde önemli ölçüde değer kaybetmişlerdir. İslâm inancında
ise zaten küfür tek millettir ve küfrün dost edinilmesi dinen hiç mümkün
değildir.