ALİ DENİZ BEY

 

Ali Bey Ordu İmam-Hatip Lisesinin ilk Müdürüdür ve ilginç bir simadır. Ciddi, vakur, güven verici ama hiç gülmez, bir o kadar da kuşkucu bir tipti. Orta boylu, şişman sayılmayan bedenli, iyice dökülmüş saçları yüzünden başı ayna gibi parlayan birisiydi.

Galiba 1983 yılıydı. Hükümet kararıyla Sait Bey Ordu’ya gitmiş, Ali Deniz Bey de oradan buraya gelmişti. Ali Bey Ordu İmam-Hatip Lisesinin ilk Müdürüdür ve ilginç bir simadır. Ciddi, vakur, güven verici ama hiç gülmez, bir o kadar da kuşkucu bir tipti. Orta boylu, şişman sayılmayan bedenli, iyice dökülmüş saçları yüzünden başı ayna gibi parlayan birisiydi. Burada kalmayı düşünmediğini, o yüzden evini getirmeyeceğini açıkça söylüyordu. Okulda bekâr kalıyor, kimseyle samimi olmuyor, gerekmedikçe odasından çıkmıyordu. Kimseyle yakın olmaması bizim alışık olmadığımız bir durumdu. Çok resmi davranması giderek Temel Fıkralarına dönüşüyordu.

Mesela okulumuzun en terbiyeli öğretmenlerinden Mustafa Atıcı Bey bir gün bir düğmelerini iliklemiş ve saygıyla selamlamış olarak bir evrak getirir ve masasına saygıyla koyar. Bir adım geriye çekilerek imzalanmasını bekler. Ali Bey duruşunu beğenmez ve emsali yaştaki Hoca Efendiye:

- Üç adım geride durmalısınız, der.

Mustafa Bey üç adım geriye gider ve ceketinin düğmelerini çözerek önü açık olarak ayakta evrakın imzalanmasını bekler, sonra da alıp arkasını döner ve selamlamadan çıkar gider. Bunu anlatanlar güle güle kırılıyorlardı…

Bir gün Arapça’dan sözlü sınav yapıyoruz. İkinci kattayız. Aşağıdan nöbetçi öğretmenler ikişer sırayla gönderiyorlar. Fakat öğleden sonra nöbetçiler izin mi almışlar neyse, yerlerinde yoklar, talebeler ikinci kata dolmuş, gürültü yapıyorlar. Komisyon üyelerinden Erkek abimiz, yani İbrahim Bağrıaçık onları susturmaya çıktı ve bağırdı:

- Ne bu gürültü ve kargaşa be! Niye toplandınız buraya? Olmaz yahu, ortalık Kel Ali’nin bağına dönmüş!

Biz onu çok kızgın bir şekilde bekliyoruz. Bir şekilde onu dinlendirelim, sınavı bu kafayla yapmasın diye düşünürken o az sonra gülerek içeriye girmesin mi?

- Hayırdır abi, biz seni öfkeli beklerken sen kıkır kıkır gülüyorsun!

- Ne olduğunu bilseniz siz de gülersiniz.

- Ne oldu?

- Meğer gürültüden müdür de rahatsız olmuş. Buraya doğru geliyormuş. Ben öğrencilere tam da “ortalık Kel Ali’nin bağına dönmüş” diye bağırırken merdivende onun kel başını görmez miyim! Bana baktı baktı ve hışımla oradan geri döndü gitti.

- Aman ne tesadüf!

- Deme gitsin yahu! Adam şimdi kendisine bağırdığımı zannederse ayıp olur. Neyse, bizim maksadımız malum.

Bir sene bakanlığın hizmet içi eğitiminde ders programlarını tartışıyorduk. Okulların ilk haftası başlamıştı. Bakanlık bizim durumumuzu okullarımıza bildirdi. Bu arada öğretmenler kurulu olmuştu. Biz geldik, göreve başladık. Bu arada şehrimizin çevresinden büyük bir alim ve davetçi geçecekti. Ben de onunla buluşmak, konuşmak için bir grupla anlaştım. Beyoğlu’nun Şeker pınarı denilen bir çeşme başında birkaç saat oturacaktık. Öğleden sonra izin almaya gittim ve dedim ki:

- Hocam, dersin boş geçmesini ben de hiç istemem. Öğrenciler hem dersten kalır, hem de disiplini bozarlar, bilirim. Ama benim için çok önemli bir durum var. İki saat izin istiyorum.

- Mazeretin nedir?

- Hocam, resmi olarak geçerli bir mazeretim yok. Anam babam hasta olmuş gibi bir yalan da söylemek istemiyorum.

- O zaman olmaz hocam. Biz böyle izine gelmeyin diye öğretmenler kurulunda karar almadık mı?

- Bilmiyorum hocam, ben kurulda yoktum.

- Acaba? Dedi ve kalktı kurul dosyasını aldı, son kurul evrakına baktı. İçimden bana inanmayıp da yalan söylediğimi ima eder bu tutumu hiç beğenmemiş ve ona yakıştıramamıştım. Ama içime attım.

- Evet, katılmamışsınız. Ama geldiğinizde bunu okumanız ve karalardan haberdar olduğunuza dair imza atmanız gerekti.

- Her neyse hocam, ben sizden iki saat izin istiyorum.

- Vermezsem?

- Bağışlayın, size karşı gelmek olarak da saymayın, ama ben bedeline razı olup yine gideceğim.

Durdu, düşündü, düşündü ve sonra başını kaldırdı.

- Peki öyleyse, izin verdim.

Biz bu arda gecikmişiz. Arkadaşlarımız gelemeyecek sanmış ve gitmişler. Hemen dolmuşa atlayıp garaja gittim ve oradan ilk Adana otobüsüne bindim. Şeker pınarında “durun, burada ineceğim” derken kaptan ve muavini şaşırdılar. Ücretlerini verdim ve yoldan uzak çeşmeye doğru hızla yürüdüm. Çok şükür o meclise katılmakla bahtiyar oldum.

Nihayet okulumuzdan giderken vedalaştık, onu güzelce uğurladık. Ali Görgel hocama demiş ki:

- Bu okuldan giderken üç şeye pişmanım. Birisi de Cemal Hocama izin vermede zorluk çıkardım. Saha sonra onu tanıyınca çok pişman oldum ama oldu bir sefer.

Bu sözleri beni sevindirmiş ve kalbime muhabbet akıtmıştı. Duyduğuma göre bu tür garip davranışlarının altında Kıbrıs savaşının etkisi olmuş. O savaşa katılan gazimiz, ruhen çok etkilenmiş ve bazı huyları çok değişmiş. Allah selamet versin, sonuçta biz onu hep sevdik ve hayırla yâd ettik.