Ayıpladık Ya!

Yapa yapa meleke haline, tabii alışkanlık haline getiremedikçe, çoğu zaman ahlaki öğütleri bilmek yetmiyor insana.

"Ayıplamak" da öyle işte.

Okul kütüphanesinde nöbetçiyim. İlgili müdür yardımcısı, anahtarı verirken tembih ediyor;

-Hocam lütfen anahtarı unutmayınız. Arkadaşlarımız unutuyor ve bizi perişan ediyor.

-Aaa! Koca odanın anahtarı da unutulur mu?

Doğru ya, ya memur o gün geç kalsa veya gelmese, açamazsınız kütüphaneyi, ne felaket olur? Sen misin "unutulur mu" diyen ve bir önceki arkadaşını ayıplayan...

O gün unutuverdim...

Ertesi gün, okula geldiğimde kapıda "müdür yardımcısının beni sorduğunu" söyleyince nöbetçi öğrenciler, utancımdan dona kaldım. Hadis gözümün önünde levhalaştı birden:

"Bir günahtan -ayıptan- dolayı kardeşini ayıplayan, onu kendisi de yapmadıkça ölmez". (Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 53, Hadis no: 2507; Beyhaki, Şuabu'l-İman, 5, 315, H. no: 2778; ayrıca bkz: Aclûnî, Keşfu'l-Hafa, 2, 265)

Özür beyan ederek, bu keyfiyeti de izah ettim arkadaşa.

İş bununla kalsa iyiydi.

İkinci hafta tekrar etmez mi aynı ayıp?

Gerçi "hafızâ-i beşer nisyan ile mâlüldür" demişler ama daha önce orada senelerce nöbet tutmuştum. Fakat böyle bir şey bir kere olsun gelmemişti başıma!

“Neden?” diye düşünürken, aklıma gelenle gülmeye başladım.

Evet, sen misin ayıplayan!