Tefsirin Gereği

 Kur’an’ın “amaç ve içeriği” anlatılırken ele alınanlardan üç meseleye tekrar dikkat çekerek konuya girelim. ”Kur’an, insanlığı mutluluk yollarına ileten bireysel ve toplumsal tüm konuları içerir. ” ”Bunu, anayasalar gibi, ayrıntıya girmeden, ana prensipler çerçevesinde yapar. ”  “Kendine has mucizevî bir üslubu vardır. ”

 

Bilindiği anayasaları anlamak için fakülteler kurulur ve oralarda “Anayasa Pröfösörleri” dersler verirler.  Zaman zaman yargı ve yürütme esnasında anayasayı doğru anlamada ihtilaflar baş gösterir. Bunun için “Anayasa Mahkemesi” gibi kurumlar kurulmuştur. Çoğu zaman o mahkemenin üyeleri de kendi aralarında görüş ayrılığına düşer de oy çokluğuna göre karar alırlar. Diğer sosyal bilimlerde de durum böyledir.  Bir edebi eseri herkes bırakın aynı seviyede kavramayı, bazen doğru bile anlayamaz.  Onun için şiir, hikaye, roman gibi değişik türlerdeki eserlerin hep “tahliller”i yapıla gelmiştir. Şunu demek istiyoruz: Anadilinde yazılmış bir eseri okuyanlar, O’nu ilk bakışta baştan sona hemen anlayamayabilirler ve bu da çok doğaldır. Bunun gibi Kur’an da, içerdiği iman, ibadet, hukuk, ahlak, ilk yaratılış, varoluş amacı, kader, irade, geçmiş toplumları yükselten veya alçaltan değerler, cinler, şeytanlar, suçlar, cezalar, adalet, sorumluluk, servet, yardımlaşma, savaş ve barış gibi hemen her bilim dalını ilgilendiren konulardan bahseden ilimler hazinesidir. Bunlar anlatılırken de edebiyatın bütün imkanları, sanatları, en güzel ve yoğun biçimde kullanılmıştır. Onun için, sadece Kur’an dili olan Arapça’yı bilmek, O’nu anlamaya, daha doğrusu göndereninin amaçladığı anlamı kavramaya yetmeyebilir.  Doğrusu yetmez de. Söylemeye gerek var mı bilmem, O, doğru anlaşılmayınca, inanmada ve uygulamada bir dizi yanlışlıklar peş peşe gelecek ve beklenen amaç da gerçekleşmeyecektir.

 

İşte bu gerçek ve bu gerekçeyledir ki Kur’an’ın, doğru anlaşılabilmesi için tefsire ihtiyacı vardır ve bu da en güzel bir biçimde yapılmıştır. Çünkü O’nu en iyi anlayacak kişi, kendisine Kur’an indirilen kişidir ve O, Kur’an’ı hem okumuş, hem tefsir ederek açıklamış, hem de yaşayarak ve yaşatarak uygulamıştır.  Çünkü bütün bu okuma, anlama, tebliğ ve tefsir etme, uygulama ve uygulatma, O’nun “Risalet” görevinin içindedir.    

 

Burada önemli bir mesele daha var:  O’nun Risaleti evrenseldir ve kıyamete kadar süreklidir.  Bilindiği gibi, O’nun dili “Arapça”dır. . Peki Arap olmayanlar veya Arapça bilmeyenler O’ndan nasıl yararlanacaklar?

 

Cevap iki kelimede saklı: Tercüme ve Tefsir.  Tercüme, yaygın anlamıyla, bir sözü bir dilden başka bir dile aktarmaktır. Bu yüzden ona “çeviri” de denir. Kur’an, bütün insanlığa indirildiği için, müslümanların sorumluluğunda bütün dillere çevrilmelidir. Çünkü herkesin Arapça öğrenmesini istemek boş bir temennidir. Öyleyse her dile tercüme edilmeli ve insanlar O’nun üzerinde düşünmeli, ibretle öğüt almalı, doğru yola ermelidir. (Sad, 29; Nahl, 44. )

 

Ancak burada bir proplem var; Kur’an’ın, aslının yerine geçebilecek tam bir tercümesi mümkün müdür? “Evet” dense, bu “Kur’an’ın Benzeri” olacağından, “Kur’an’ın şehadetiyle” mümkün değildir. (Bkz. Bakar,23-24,62. Enfal,31. Yunus,38-40. Hud,13-14. İsra,88.  Şuara,210-212Lokman,27. Fussilet,41-42. Tûr,34. )

 

Peki, sorun nasıl aşılır?   

 

Tam da burada  devreye “Meal” kelimesi giriyor.  Meal bir metni, tam olmasa da, aslına yakın olan biraz eksiklikle çevirmektir. Buna göre Kur’an’ın tam bir tercümesi mümkün değildir.  Ancak bazı eksikliklerini kabul ederek, aslına yakın bir çeviri olabilir ki biz buna, hem bir gerçeğin ifadesi, hem de Kur’an’a saygının gereği olarak “Kur’an Meali” diyoruz.  Tabi ki Kur’an Arapça olduğu için meal okumak, aslını okumak gibi değildir.  Mesela namaz ibadetinde okunan ayetler Arapça olmalıdır, meal ile namaz kılınmaz.  Ancak, namaz dışında iyi niyetle meal okumak, ilimle beraber insana sevap da kazandırır. Bu gün dünyanın kullandığı belli başlı her dilde Kur’an Meali yapılmıştır hamdolsun.  

 

Tefsir ise, Kur’an’ın açıklanmasından ve yorumlanmasından ibarettir.  Eskiler buna, “murâd-ı ilâhî’yi anlamak” derlerdi.  Daha ilmî bir tanımla tefsir, dirayet ve içtihat sahibi alimlerin, Kur’an’ın kapalı ve zor anlaşılır ifadelerini, belirli usûl ve kaidelere göre  açıklamaları, yorumlamalarıdır.  Bu iş, başta Kur’an’ı ve Resulullah (sav) Efendimiz in konuyla ilgili beyanlarını bilmeye bağlıdır.  Çünkü yerine göre Kur’an Kur’an’ı tefsir eder.  Zaten Resulullah(sav) Efendimiz in “tebliğ” yanında  “tebyin” görevinin de olduğunu ifade etmiştik.  Bunları anlamak ise, iyi bir Arapça bilgisine bağlıdır.  Şunu demek istiyoruz: Sıradan birisinin yaptığı tefsir, itibara alınmaz.  Üstelik sorumluluğu da ağırdır.  Resûlullah (as. ) buyurdular ki:

 

"Kim Allah’ın kitabı hakkında ilme dayanmadan şahsi görüşü ile söz ederse, isâbet bile etse hatâdadır. ”(Ebu Dâvud, İlm, 5 (3652);Tirmizî, Tefsir 1, (2953). )

 

"Kim Kurân hakkında ilme dayanmadan söz ederse ateşteki yerini hazırlasın. " (Tirmizî, Tefsir 1, (2951). )

 

Tanımda geçtiği gibi ancak “dirayet” ve “ictihad” sahibi, yani konusunda uzman kişilerin yaptığı tefsir geçerlidir.

 

Bu gün müslümanların konuştuğu her dilde mealler, hatta belli başlı dünya dillerinde tefsirler yazılmıştır.  Dünyada, üstüne en fazla eser yazılan kitap, hiç şüphesiz, Kur’an’dır.  Öyle de olması gerekir.  Çünkü hiçbir kimsenin o azametli hesap gününde Allah’a karşı “ben O’nu görmemiştim, duymamıştım” gibi bir mazereti veya bahanesi kalmamalıdır.

 

İslam’la tanıştıkları günden beri Türk’ler, tefsir İlminde de büyük alimler yetiştirmişlerdir.  Bunlar önceleri devrin geleneğine uyarak bir ilim dili olan Arapça ile eserlerini yazdılar.  Ancak Osmanlılar’ın sonlarından itibaren Türkiye’de yetişen bilginler, eserlerini anadillerinde yazmaya başladılar.  Bu gün bir çırpıda bir çoğunu sayabileceğimiz bu eserlerin yanında, ayrıca değişik dillerde yazılan eski yeni bir çok seçkin tefsirler de Türkçe’ye çevrilmektedir.  Günümüz insanı bu konuda daha şanslı görünüyor.  Çünkü bu, Kur’an’ı anlamada vazgeçilemez bir yoldur.

 

Kur’an’ı anlama çabalarından Yüce Allah(cc. )ın, sevgili Peygamberimiz(sav. )in, meleklerin ve dolayısıyla bizlerin ne kadar memnun olduğumuzu, şu hadis-i şerif ne güzel ifade ediyor:

 

”Bir gurup müslüman, Allah(cc. ) ın Kitabını okuyup ondan ders almak için Allah(cc. ) ın evlerinden birinde bir araya geldikleri zaman, mutlaka üzerlerine sekinet iner ve onları Allah(cc. ) ın rahmeti bürür.  Melekler de kanatlarıyla onları sararlar. Hatta Allah onları, katındaki yüce meleklere gösterir ve över. ”(Ebu Davud, Salat 349; Tirmizi, Kıraat 3; Müslim, Zikir 38, İbn Mace, Mukaddime, 17,225. ) 

 

Tefsir ilimi de diğer İslamî ilimler gibi çeşitlilik arz eder.  Önceleri tefsir üç çeşit sayılırdı.  Rivayet Tefsiri, Dirayet Tefsiri, İşârî Tefsir.  Şimdi daha çok çeşitlenmiştir.  Mesela ahkam tefsiri, mezhebi tefsirler, ictimai-sosyal tefsirler, ilmî tefsirler vb. gibi.  Bunlar hakkında kısa bilgiler, alt kategorilerde verilecektir.