Masonluk

Konular

  Tarifi Ve Kısaca Tarihi

  Masonlukta Dereceler            

Masonluk Öğreti ve Ritüelleri

Masonluk Din Ve Milliyet Tanımaz

İslâm Dünyasında Masonluk

Osmanlı Topraklarında Masonluk

Cumhuriyette Masonluk

İçimizdeki Hainler

 

Tarifi Ve Kısaca Tarihi 

Masonluk, kendilerine göre bir takım kardeşlik ilkelerini benimseyen, birbirlerini parola ve işaretlerle tanıyan, loca denilen bölümlere ayrılan kimselerden kurulu bir örgüttür. “Mason olma durumu” anlamına da gelen masonluğa "farmasonluk" veya "hür yapıcılar" de denir. Masonluğun ancak son iki yüzyılı hakkında kesin bilgiler elde edilmiştir. Çok gizli bir dernek oluşu, daha öncesi hakkındaki bilgileri kısıtlamış ve rivayetlere dayandırmıştır.

Bugün anlaşıldığı kadarıyla masonluk, yahudilerin dünyaya hakim ol­masını garanti etmeye çalışan; düzenli, giz­li ve kimi zaman tedhiş hareketlerine de başvuran bir örgüt kimliğindedir. Üyeleri, dünyanın dört bir yanında yüksek mevki­lerde görev alan, almakta olan şahsiyetler­den oluşmaktadır. Bu üyeler, sırları koru­maya söz vermiş; toplantı, plan ve görev yapmak üzere mahfiller oluşturmuş kimse­lerdir. Bu haliyle siyonizmin yardımcısıdır.

Azmi Özcan “masonluk” için “dünyanın en yaygın ve kısmen gizli loca örgütlenmesi, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Topluluğu’nun öğreti ve uygulamaları” diyor.

[1]

Aynı kaynaktan bilgilenmeye devam ediyoruz: “Mason” kelimesi Fransızca “duvar ustası” anlamındaki maçondan gelir; masonlara farmason veya franmason da (franc maçon: serbest duvarcı) denir. Masonluğun son iki yüzyıllık geçmişi genel olarak bilinmekle beraber daha öncesine ait tarihi sırlar, efsaneler ve mitlerle kaplıdır. Son zamanlardaki araştırmalar modern masonluğun temelini; Ortaçağ İngilteresi’nde duvarcı ve katedral inşaatçısı meslek birliklerinin (Fr. loge, İng. lodge: loca) gelişmesine dayandırmaktadır. Ancak zamanla katedral inşaatlarının azalması üzerine amelî (operatif) masonların oluşturduğu localar, üye sayılarını en azından koruyabilmek için başka meslek gruplarından da aynı ilkeleri benimseyen kabul edilmiş / fahrî (spekülatif) üyeler almaya başladılar. Böylece masonlar amelî ve kabul edilmiş olmak üzere iki şekilde anıldı. XVII. yüzyılın sonlarında kabul edilmiş masonların sayısı giderek ağırlık kazandı. Bunların çoğunlukta olduğu localar, kendilerine tarihî kökler kazandırmak amacıyla eski tarikatların ve şövalye topluluklarının mistik âyin usullerini benimsemeye başladılar. Kudüs’teki Süleyman Mâbedi masonluk mesleğinin başlangıcı olarak benimsendi, bu mâbedin mimarı olduğu kabul edilen Hiram Usta da masonluğun pîri sayıldı.

1717’de Londra’da dört büyük mason locasının birleşmesiyle Londra Büyük Locası kuruldu. Bundan sonra toplumsal hayatta giderek etkin bir konum kazanan masonluk İngiliz kraliyet ailesinin ve Anglikan kilisesinin desteğini alarak hızla gelişti, bir taraftan da İngiliz sömürgeciliğine paralel olarak dünyanın pek çok bölgesine yayıldı. Masonluğun günümüzde de geçerli olan temel kanunları 1723’te rahip James Anderson tarafından hazırlandı.

Masonluk, XVIII. yüzyılın başlarında Fransa’ya girişiyle giderek Aydınlanma çağının kavramları çerçevesinde siyaset dışı yapısından uzaklaştı. Bunun sonucu olarak Fransız masonları 1789 Fransız İhtilâli’nde etkili oldular. Masonluğun hürriyet-eşitlik-kardeşlik ilkeleri Fransız İhtilâli’nin de mesajı olarak tarihe geçti. Loca yapılanmasındaki biraderlik ve sembolizm, yerini hiyerarşik derecelenmeye ve buna uygun ritüellere bıraktı. Aynı dönemde masonluk, İskoç ve York geleneği olmak üzere günümüze kadar devam eden iki ana sisteme ve kola ayrıldı. İskoç kolu Fransız, York kolu Anglo-Sakson motiflerini taşımaktaydı. Bu dönemde masonluğa geçen ritüeller arasında, tarihi Haçlı seferlerine dayanan ve Kudüs’ü muhafaza için teşkilâtlanan dinî karakterli tapınak şövalyeleri, Malta şövalyeleri gibi efsaneler en belirgin olanlarıdır. Masonluğun sloganlarından biri olan ve Tanrı için kullanılan “evrenin ulu mimarı” ifadesi yine bu dönemde öğretiye yerleşti. Anglo-Sakson masonluğu daha sonra kendi içinde İskoç, İrlanda ve İngiliz localarına ayrıldı.

XIX ve XX. yüzyıllarda Anglo-Sakson masonluğu İngiltere Krallığı’nın himayesinde Amerika, Kanada, Hindistan, Afrika ve Kuzey Avrupa’da; daha seküler ve siyasî içerikli Fransız kolu ise Avusturya-Macaristan, İspanya, Portekiz, İtalya, Ortadoğu ve Latin Amerika’da yayıldı. XIX. yüzyılın sonlarında bu iki kol Tanrı’ya iman hususunda farklı yaklaşımlar benimsediği için birbirinden koptu. 1877’de Fransız Büyük Doğu Locası üyelik için Allah’a imanın gerekli olmadığını kabul ederken genel olarak İngilizce konuşulan bölgelerde masonluk rejimler ve kurumsallaşmış dinlerle iyi ilişkiler halinde gelişti.

Masonluk önceleri sadece hıristiyanlara ait bir yapılanma iken XIX. yüzyıldan itibaren yahudiler, müslümanlar ve diğer din mensupları da bu örgütlenmeye kabul edildi. Bununla birlikte masonluğun hıristiyan-yahudi geleneğinin eklektik bir formu mahiyetinde modern ve müstakil bir din olduğu yönünde yaygın bir kanaat de vardır. Özellikle Fransız geleneğinin seküler-rasyonalist içeriği ve kendine has dinî-ahlâkî öğretileri başından beri Katolik kilisesinin muhalefetiyle karşılaştı. 1738’de Papa XII. Clement masonluğu din dışı ilân etti. Bu anlayış 1902’ye kadar diğer papalar tarafından da sürdürüldü. Protestan ve Ortodoks dünyasında bu kadar katı bir tavır söz konusu olmamakla birlikte Amerika’daki bazı Lutheryan ve Metodist kiliseler masonluğun kilise dışı deist bir iman ve ahlâk sistemi içerdiğini, bunun hıristiyan inancıyla bağdaşmadığını açıklamışlardır. Masonluk çarlık Rusya’sında yasaklandığı gibi komünizm döneminde de burjuva kapitalizminin bir kurumu sayılarak faaliyetlerine izin verilmedi. XX. yüzyılda diğer komünist ülkeler ve bazı totaliter devletlerde de masonluk yasaklandı.

I. Dünya Savaşı sonrasında üye sayısının hızla arttığı, loca sayısının 1919’da 4000’e, 1926’da 5000’e, 1950’de 7000’e, 1981’de 9000’e ulaştığı belirtilmektedir (Knight, s. 39). Günümüzde masonluk, dünya çapında 6 milyon civarında mensubu bulunan evrensel bir örgütlenme haline gelmiştir. Her ülkedeki masonlar iki ana geleneğin birinden icâzetli bağımsız büyük localar tarafından idare edilmektedir.

 Masonlukta Dereceler    

Dünyanın dört bir yanında locası bulunan, "hürriyet, eşitlik, kardeşlik" gibi sloganları kullanan Masonluk, bugün üç sınıfa ayrılmıştır:

Birinci sınıf, masonluğa yeni girenlerden oluşur.

İkinci sınıf, dininden ve vatanından, milletinden tamamen kopmuş olanlardan meydana gelir. Burada zorunlu ve kesin bağlılık masonluk ilkelerinedir. Bu sınıftan olanlar 33. dereceye aday gösterilebilirler; Churchill ve Belford gibi kimseler bu sınıflandır.

Üçüncü ve son sınıf ise, masonik sınıfların zirvesidir. Bu sınıf sadece yahudilere aittir. Bunlar birkaç kişidirler ve devlet adamları ile imparatorlara hükmederler. Herzl gibi Siyonist liderler bu sınıftandır.

Masonluk, üyelerinden kendi aralarında büyük bir dayanışma göstermelerini ister. Bunun için kendilerine katılmayı arzu edenlerden dini, ahlaki ve milli bağlardan çözülmeyi, tamamen kendi ilkelerine bağımlı kalmayı şart koşarlar. Bir üye, yapılanları beğenmez veya emirlere karşı gelirse, hemen dışlanır.

Masonluk insanla Tanrı, insanla insan ve insanla madde arasındaki ilişkileri sembol ve mecazlarla anlatır. Hiyerarşide en alt derece olan çıraklık, insanın doğuşundaki zayıf ve çaresiz durumu temsil eden çocuklukla sembolize edilmiştir. Bu dönemde çırak bütün dillerin yerini tutan sembollerle ifade edilen masonik dili öğrenir. Gençlikle sembolize edilen ikinci derecenin adayına (kalfa) daima sebat tavsiye edilir, sanata ve bilime yönlendirilir. Ustalıkla sembolize edilen üçüncü derecede “ruhun lisanına işlenmiş olan” semboller önem kazanır. Bu üç dereceye “remzî dereceler”, 4-33. derecelere “felsefî dereceler” denir. Masonlar birbirine “birader”, mason olmayana da “hâricî” derler.

Locadaki gönye, tesviye ve şakul amblemleriyle sembolize edilen üç baş görevliden üstâd-ı muhterem ruhu, birinci nâzır canı, ikinci nâzır insandaki bedeni remzeder. Çoğu ülkelerde çıraklık, kalfalık ve ustalık (üstatlık) şeklinde üç aşamalı bir süreç ihtiva eden yapılanma 33. derecede son bulur. Ancak pek çok yerde bu ana aşamalara eklenen sayısız ara dereceler söz konusu olabilmektedir. Çıraklık, kalfalık ve üstatlık derecesine ve bunun üzerindeki otuz üçe kadar her derecenin sınıfları ve sembolik isimleri vardır.

Masonluğa yalnız belli bir meslek sahibi ve mesleğinde başarılı yetişkin erkekler üye kabul edilmekle birlikte son yıllarda kadınların da mason locaları kurma girişimleri bulunmaktadır. “Tekris” adı verilen masonluğa giriş âyin ve merasimleri farklı geleneklerde bazı değişiklikler gösterse de yaygın uygulamaya göre aday tekrise hazırlanırken önce üzerindeki bütün madenleri çıkarır; ardından lamba, kum saati, tuz, kükürt vb. sembollerin bulunduğu bir odada tek başına bırakılır. Bu arada sorumluluklarıyla ilgili soruya cevabı ile vasiyetnâmesini yazması istenir. Bazı elbiselerini çıkardıktan sonra gözleri bağlı olarak mâbede alınır ve kılıçla tekris edilir. Masonluğun bütün geleneklerine ve esaslarına gönüllü uyacağına ve masonluk sırlarını ifşa etmeyeceğine dair inandığı kutsal kitap üzerine yemin eder. Bundan sonra locanın bütün faaliyetlerine ve toplantılarına devam ederek belli aşamalardan geçip 33. derece masonluğa ulaşabilir. Hiyerarşik yapının her birimi yılın sembolik değeri olduğuna inanılan bazı günlerinde bir araya gelir. Büyük konsey yılda dört defa, 21 Mart, 25 Haziran, 21 Eylül, 27 Aralık günlerinde toplanır. Masonlar genel toplantı yapmayıp en az yedi kişiden oluşacak localar halinde faaliyet gösterirler. Yeni bir locanın kurulması büyük locanın iznine bağlıdır. Yönetici her yıl gizli oyla seçilir. Bütün locaların başkanı üstâd-ı muhteremdir. Masonlukta doğu ışık ve aydınlanmanın kaynağı olarak kabul edildiğinden büyük locaların adı her dilde “büyük doğu” anlamındadır (büyük maşrık, great orient vb.).

 Masonluk Öğreti ve Ritüelleri 

Masonluk öğreti ve ritüellerinin üç yüzyıla yakın bir geçmişten bugüne değişmeden geldiği ileri sürülmektedir. Genel olarak Tanrı’ya, Tanrı’nın evrenin ulu mimarı olduğuna ve ölümden sonra bir hayatın bulunduğuna inanmak masonlukta önemlidir. Masonlukta ferdin evrenin ulu mimarının var oluş sırlarını araştırıp öğrenerek olgunluğa eriştiğine inanılır. Masonlar, hayatın her döneminde kendi aralarında yardımlaşmak ve birbirlerine destek olmakla görevli olduklarına inanırlar. Ritüeller, bütün locaların başkanı olan üstâd-ı muhteremin başkanlığında mâbed ve mahfel de denilen locada icra edilen ve belli hareketleri, konuşmaları ve yeminleri kapsayan oldukça karmaşık bir seremonidir.

Masonların bulundukları mekânların, kullandıkları malzemelerin, toplantı günlerinin, ritüellerdeki hareket ve duruşların da sembolik anlamları vardır. Hakikat ışığının doğudan geldiğine inanıldığı için masonluk esaslarına uygun bir hayat tarzının sürdürüldüğü yer olan loca doğudan batıya dikdörtgen şeklinde olup doğuya dönüktür. Masonluk öğretisine göre locaların yıldızlı tavanı gökyüzünü, dolayısıyla masonluğun bütün insanlığı kuşatmasını, siyah-beyaz damalı yer döşemesi iyi-kötü, sıcak-soğuk gibi zıtlıkları temsil eder. Locadaki iki büyük tunç sütundan soldaki gücün, sağdaki devamlılığın sembolüdür. Loca dünyanın sembolü, masonun kalbi de locanın sembolüdür.

Masonluk Din Ve Milliyet Tanımaz

Masonluk, dini, ırkı, vatanı, milleti ne olursa olsun, üyelerinden kendi aralarında büyük bir dayanışma göstermelerini ister. Bir mason her halükarda mason olmayanlara karşı mason kardeşini tercih eder, sever ve destekler. Bunun için masonlar kendilerine katılmayı arzu edenlerden dini, ahlaki ve milli bağlardan çözülmeyi, tamamen kendi ilkelerine bağımlı kalmayı şart koşarlar. Din hayatlarında bir değer yargısı olmamalıdır. Üyelerinin dinsiz olması belki istenmez, ama dini ve dindaşını önemsemesi, ona ayrı bir değer vermesini de istemez. Mason olmak her değerin üstündedir. Bir üye, yapılanları beğenmez veya emirlere karşı gelirse, hemen dışlanır.

Dinî gerekçelerin ve tekris merasimlerindeki uygulamaların dışında masonlara yöneltilen yaygın eleştirilerin başında bulundukları ülkelerde yerleşmiş millî, siyasî ve ahlâkî değerlerin ve yapılanmaların üstüne çıkarak masonluğun ilkeleri dışında her türlü otoriteye karşı gelmeleri, güç merkezlerini ele geçirip yönetimlerde söz sahibi olmaları gibi hususlar gelir.

Ayrıca eleştirilerde masonların teşkilâtlanma biçimi, kendi anlayışlarında dogmatizmi reddederek akla ve bilimselliğe değer verdiklerini, formel dinî düşüncelerden uzak olduklarını söylemelerine rağmen dinler üstü yeni değerler sistemi içeren öğretiler benimsemeleri, bu öğretilere dayanan evrensel bir birlik tesisini hedeflemeleri, belli oranda Yahudilik efsaneleriyle bezenmiş sembolleri ve mistik-ruhanî öğeler taşıyan merasim ve uygulamaları, kadınları ve çocukları dışlayan hiyerarşik ve oligarşik bir yapılanmaya sahip olmaları gibi hususlara sık sık dikkat çekilmekte, bu çerçevede zaman zaman günümüz Avrupa ülkelerinde de güçlü tepkiler oluşmaktadır.

Dünyadaki birçok ayaklanmanın arka­sında olan, Fransız, Bolşevik ve İngiliz devrimlerinin planlarını yapan, Sultan Abdülhamid'i de devirerek Osmanlı devleti'nin parçalanmasında büyük rol oynayan Ma­sonluktur. Batıl da olsa birliğin gücü masonlukta görülür. Yine masonluğun, bazen fazla abartılmış muazzam sırların ve dünya çapında karşı konulması imkânsız bir güç ve iktidar organizasyonunun adı olarak takdim edilmesinde muhalifleri kadar bizzat masonların yaptıkları propagandaların da tesiri olduğuna inanılmaktadır.

İslâm Dünyasında Masonluk

XVIII. yüzyılda Avrupa’nın sömürgesi olan veya ticarî ilişkileri bulunan müslüman topraklarına girmeye başlayan masonluğun bu ülkelerdeki ilk faaliyetleri buralarda mevcut Avrupalı tüccar, asker ve bürokratların zaman zaman bir araya gelmesi şeklinde olup örgütlü bir yapılanma taşımıyordu. Sömürgeciliğin kalıcı hale gelmesiyle birlikte üyeliğe yerlilerin de alındığı müstakil localar açılmaya başlandı.

Hindistan’da İngiliz Doğu Hindistan Şirketi mensuplarınca XVIII. yüzyılın ilk yarısında Bengal, Madras ve Bombay gibi şehirlerde kurulan localar önceleri sadece İngilizler’e açıkken 1844’te seçkin Hintliler’in de katılabildiği ilk loca oluşturuldu. Masonluğun Endonezya ve Malezya’ya girişi de bu şirket vasıtasıyla oldu; ilk loca Sumatra’da 1765’te Bencoolen’de, Malezya’da 1809’da Penang’da kuruldu. Güney ve Güneydoğu Asya müslüman topraklarında genel olarak İngiliz, Fransız ve ardından Hollandalılar’ın kontrolünde günümüze kadar devam eden masonluğun İran ve Osmanlı topraklarındaki gelişimi kısmen farklı bir seyir izledi.

İran, Mısır, Mağrip ülkelerinde masonluğun yerleşmesi ile ilgili bilgiler kısaca Azmi Özcan’dan okunabilir.

[2]

Maalesef İslam dünyasının önde gelen idareci, alim ve aydınları yakalarını bu örgüte kaptırmışlardır.  Bu çerçevede Mısır’da Cemâleddîn-i Efgānî ile Muhammed Abduh da mason olanlar arasındaydı. İstanbul’da Şeyhu’l İslam Musa Kazım Efendinin ve bazı alim ve aydınların bu örgütle bağlantısını biraz da devrin modasına bağlayabiliriz. Denize düşenin yılana sarılması gibi devrin bazı kral ve idarecileri de bu kanalla Batıya teslim olmuşlardır. Mısır’da Tevfik Paşa’dan Kral Fuâd’a kadar bütün hidiv ve krallar fahrî üstâd-ı a‘zamlık unvanını kabul ettiler, fakat çoğunun masonlukla ilişkisi localarda resimlerinin asılmasından öteye geçmedi. Kral Fârûk’un 1952’de tahttan indirilmesinden sonra masonluğun siyonist bağlantısı üzerine Arap ülkelerinde yoğun olarak gündeme gelen tartışmalar karşısında Mısır’da da faaliyetlere baskılar geldi. Süveyş krizinin ardından Cemal Abdünnâsır bütün mason faaliyetlerini yasakladı.

Genel olarak I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Arap devletlerinde ve diğer İslâm ülkelerinde masonluk gittikçe yoğunlaşan siyonizm hareketleriyle ve özellikle İsrail Devleti’nin kuruluşuyla irtibatlandırılarak yahudilerin İslâm’a karşı bir komplosu ve Avrupa sömürgeciliğinin İslâm ülkelerine yönelik bir aracı olarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmede Fransız kolunun dinî değerleri dışlayan karakterinin yanı sıra XX. yüzyıl başlarındaki İngiliz masonluğunda yahudilerin tesiri ve İsrail Devleti’nin kuruluş sürecinde İngiliz ve Amerikan masonlarının çalışmaları etkili olmuştur. Bunun neticesinde masonların günümüz Arap coğrafyasında Lübnan ve Fas dışında örgütlü faaliyetleri yasaklanmıştır. Fas Büyük Locası’nın kurulmasına 1999’da izin verilmiştir. Ancak başta Mısır olmak üzere bazı ülkelerde Lions ve Rotary kulüp gibi dernekler adı altında toplandıkları söylenmektedir.

Osmanlı Topraklarında Masonluk

Masonluk, Osmanlı topraklarında XVIII. yüzyılda önce sadece Avrupalılar arasında İstanbul, Halep, İzmir gibi ticarî ve siyasî merkezlerde görüldü. İstanbul’da ilk mason locası 1720’de Galata’da açıldı. Bu tarihlerde babasıyla birlikte Paris’e giden Yirmisekiz Çelebizâde Mehmed Said Paşa ile Türk matbaacılığının kurucusu İbrâhim Müteferrika’nın ilk Osmanlı masonları olduğu söylenegelmişse de bu iddiadan öteye geçmemiştir. Osmanlılar, bu dönemde genel olarak masonluğu gayri müslimlerin kendilerine has bir cemiyeti ve bazı bakımlardan hıristiyanların mezhep-tarikat çekişmesi olarak değerlendiriyordu. Nitekim Bâbıâli’nin 1748’de Galata bölgesinde faaliyet gösteren bir locayı kapatması Ortodoks patrikliğinin talebiyle olmuştur.

XIX. yüzyılın hemen başında Londra’da Osmanlı sefiri olan İsmâil Ferruh Efendi ile kâtibi Yûsuf Efendi’nin mason oldukları yönündeki bilgiler ise bu dönemde Avrupa’da bulunan yabancı ülke diplomatlarının ülkelerinin çıkarlarına hizmet edebilmek için Avrupa sosyal hayatına girmek ve genel olarak bu tür loca ilişkilerinden istifade etmek maksadıyla yürütülen çabalar arasında değerlendirilmelidir. 1853-1856 Kırım savaşı Osmanlı masonluğunun dönüm noktası olmuş, Bâbıâli’nin Rus tehdidine karşı Avrupa desteğine ihtiyaç duyması mason faaliyetlerine hoşgörülü bakmasına yol açmıştır.

İngiliz ve Fransız sefirlerinin öncülüğünde Bulver Locası ve Union d’Orient Locası Kırım savaşının hemen ardından kuruldu, bunları diğerleri izledi. Ancak açılan localar aynı zamanda Avrupa’daki siyasî rekabetin yansımalarını da taşıyordu. Önceleri localar İngiliz ve Fransız dillerinde faaliyet gösterirken daha sonra İtalyan ve Alman nüfuzundaki locaların yanı sıra Rumca, Ermenice ve İbrânîce’nin asıl olduğu localar da açıldı. 1863’te Türkçe’yi esas kabul eden Fransız Union d’Orient Locası elli üç Türk’ü tekris etmeyi başardı. Osmanlı ulemâsının ise masonluğu hâlâ bir Hıristiyanlık meselesi olarak gördüğünü, Hoca İshak Efendi’nin 1862 yılında yazdığı Şemsü’l-hakīka adlı eserinde masonluğun hıristiyanların eksikliklerini tamamlamak için meydana çıkarıldığını, bunların İslâm’ı tanımaları halinde müslüman olacaklarını belirten ifadelerinden anlamak mümkündür (s. 104).

XIX. yüzyılın ikinci yarısında artan Avrupaîleşme eğilimleri, Avrupa yüksek sınıflarının ve hânedan mensuplarının mason olmaları ve masonluğun sosyal ve entelektüel bir statü sayılması gibi sebepler Osmanlı seçkinleri arasında da masonluğun kabul görmesini teşvik etti. Ancak Bâbıâli ve saray çevresindekilerin mason olmasının etkenleri arasında uluslararası ilişkilerde locaların nüfuzundan yararlanma fikrinin de olduğu söylenebilir. Nitekim Sultan Abdülaziz dönemi başmâbeyincisi Cemil Bey ile padişahın başyaveri Rauf Bey’in masonlukları muhtemelen bu sebepledir. Bu dönemde Bâbıâli politikalarına muhalefet eden Yeni Osmanlı aydınlarıyla İslâm dünyasında yenileşmeyi savunan pek çok isim de masonlar arasına katıldı. Yeni Osmanlılar’ın hâmisi Mustafa Fâzıl Paşa, Nâmık Kemal, Ali Suâvi gibi şahsiyetler bunlardandır. Masonların 1789 Fransız İhtilâli’yle olan fikrî bağları, Avrupa’dan mülhem bir ideoloji geliştiren Yeni Osmanlılar’ın masonluğa ilgi göstermesinin önemli âmillerinden biri olmuştur. Bu arada Veliaht Murad Efendi ile iki şehzadesinin de mason olması masonluğun gördüğü ilginin boyutlarına işaret eder.

Sultan Abdülaziz’den sonra tahta geçen V. Murad’ın birkaç ay içinde tahttan indirilmesi Osmanlı masonluğunda yeni bir dönem başlattı. Üstat mason olan Cleanti Scalieri’nin V. Murad’ı tekrar tahta geçirme gayretleri, Ali Suâvi ve Çırağan Vak‘ası gibi olaylar II. Abdülhamid’in masonluğa bakışında etkili oldu, böylece Osmanlı masonluğu dönemin genel karakteri çerçevesinde bir kısıtlanma süreci yaşadı. Bu durum masonların II. Abdülhamid muhaliflerine destek vermesine, İttihat ve Terakkî ile iş birliği içine girmesine zemin hazırladı. İlk irtibat, Selânik’te İtalyan Büyükdoğu Locası’nın üstâd-ı a‘zamı olan yahudi asıllı Emanuelle Carasso (Karasu) ile sağlandı. 1901-1908 arasında bu locada tekris edilen 154 kişiden on sekizi memur, dokuzu subay olmak üzere kırk ikisi Türk idi. Talat Paşa da bu locaya 1903’te katılmıştı. 1909 yılına kadar Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren toplam kırk beş locada 3000 kadar üye bulunduğu ve bunların büyük çoğunlukla gayri müslimlerden meydana geldiği belirtilmektedir.

II. Meşruiyet’in ilânı ile birlikte yeni düzende kendilerine yer bulmak isteyen binlerce kişi, Meşrutiyet’in arka planında masonların bulunduğu inancıyla kendilerinin de mason olduğunu söylemeye başladı. Aynı zamanda yeni rejimi nüfuzları altına almak için İngiliz, Fransız ve İtalyan locaları arasında bir rekabet canlandı. İttihatçılar, başka bir locaya bağlı olmak yerine bağımsız Osmanlı Yüksek Şûrası’nı kurmayı tasarladılar. İskoç ritine bağlı olarak faaliyetine başlayan Türkiye Büyükdoğusu zamanla basında ve mecliste muhaliflerin yoğun eleştirilerine uğradı. Eleştirilerin yoğunlaştığı husus, İslâm’ın masonlukla bağdaşmadığı iddiaları ve İttihatçılar’ın Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi’nin de mason olduğunu açıklamasıydı. 1913’ten itibaren İttihat ve Terakkî’ye Enver Paşa liderliğinde mason olmayan askerî kanat hâkim olunca masonlar siyasetin dışında kaldılar ve sosyal faaliyetlere yönelerek Himâye-i Etfâl Cemiyeti gibi dernekleri kurdular. 1918 yenilgisinin ardından İttihatçı liderler ülke dışına kaçınca Türkiye Büyükdoğusu’nun başına Rızâ Tevfik geçti. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Besim Ömer, Servet Yesâri, Fikret Takiyeddin, Edip Server gibi isimler Türk Mason Cemiyeti’nde büyük üstatlık yaptılar. Ayrıca Türk Teâlî Cemiyeti adlı başka bir mason cemiyeti faaliyete başladı.

 Cumhuriyette Masonluk 

Cumhuriyet’in ilk yıllarında masonluğa cephe alınmamakla birlikte ön plana da çıkarılmadı. 1930’larda Türkiye’de yirmi üç loca ve 2000 kadar üyenin mevcudiyeti hesaplanıyordu. Atatürk’ün tâlimatı üzerine Türk Mason Cemiyeti bütün mal varlığını halkevlerine devrederek 14 Ekim 1935’te çalışmalarına son verip “uyku dönemi”ne girdi. Çok partili siyasî hayata geçilince masonluk faaliyetleri 1948’de tekrar başladı; ardından masonlukla ilgili tartışmalar da yeniden gündeme geldi. 1951’de mason localarının kapatılması için meclise verilen teklif reddedildi. 1965’te bir siyasî liderin (Süleyman Demirel) masonluğuna dair ortaya çıkan tartışmalar Türkiye masonları arasında bölünmeye yol açtı ve masonlar üç gruba ayrıldı. 1998’de uyanışın ellinci yılı, 1999’da Türkiye Büyükdoğusu’nun kuruluşunun doksanıncı yılı kutlamaları çerçevesinde Türkiye’deki bazı localar basına gezdirildi. Günümüzde Türkiye masonluğunun 160 loca ve 12-13.000 üyeli bir organizasyon halinde faaliyet gösterdiği belirtilmektedir.

Masonluğun, özellikle bugün Türkiye'de, "Türkiye Fikir ve Kültür Der­neği" adıyla yeniden düzenlenen yüksek şurası, üyelerini yalnızca Türkiye büyük lo­cası üyeleri arasından seçer. 60’a varan loca sayısıyla, başta İstanbul'da olmak üzere; İz­mir ve Ankara'da faaliyetlerini sürdüren Masonluk, dünyada olduğu gibi Türkiye'de de birçok ekonomik kaynakları ve üretim araçlarını belli başlı tanıtma organlarını, basın ve yayın araçlarını eğitim, kültür ye bilim birimlerini, uluslararası ticari ve sos­yal kuruluştan elinde tutmaktadır.

[3]

 İçimizdeki Hainler 

Batılı Hıristiyanlar dünya Siyonizm’i ile işbirliği halinde bu ülkenin mübarek topraklarını sözde “arz-ı mev’ud” denilen kadim beni İsrail topraklarına katmak istemektedir. Bu yüzden Yahudiler Osmanlı tebaasındaki bütün Batıcıları ve ırkçıları yönlendirerek bu konuda onlara hep destek vermiştir. Böylece Osmanlı adım adım parçalanmaya gitmiştir. Onun yerinde kurulan irili ufaklı her ülkeye kuruluş aşamasında bin bir türlü sorun bırakmış, böylece hem kendi içerisinde, hem de komşu ülkelerle sürekli sorun çıkarmış, yer yer savaşa sokmuştur.

Hala beynelmilel Yahudi güçleri Müslümanları tarihten silebilmek için ellerinden geleni yapmaya devam etmektedirler. Tarihi süreç içerisinde Mason yaptıkları sözde Büyük Reşit Paşa, Fuat Paşa, Mithat Paşa, Namık Kemal, Ziya Gökalp, Ali Suavî, Şinasi gibi idareci ve aydınlar yerine bugün de benzeri birçok idareci ve aydını beslemektedirler. Bunlar, güya bizim olan medya ve partilerde bu gizli güçlerden maaşlı ajanlardır ve onlar adına bize zarar vermek için çalışmaktadırlar. Yani karanlık aydınların büyük ihaneti halen devam etmektedir. Gazete manşetlerine bakarsanız bunları görürsünüz. Yabancı ülkelerin lehine, ülkemizin aleyhine atılan her manşet aslında bu ihanete ayna tutmaktadır anlayana. İçimizdeki nice iş adamı da uluslararası sermaye ve kartellerin yerli işbirlikçileridir. Ülke menfaatinden önce kendi menfaatlerini düşünen bu insanlar, yeri gelince ülkelerinin aleyhine çalışmışlardır. Bu yüzden zaman zaman “hükümet yıkar, hükümet kurar” olduklarını açıkça söyleme cesareti göstermiş ve kendi devlet ve hükümetlerini tehdit etmişlerdir.

Dünküler ne kadar gözü kara,  ihtilalci, kan dökücü, öldürmeden korkmaz, halkına ve değerlerine saygı duymaz insanlardan müteşekkil iseler, düşmanlarımızla işbirliği yapan bugünkü sanayici, idareci, öğretim elemanı, gazeteci ve aydınlar da aynı karakterdedirler. Dün çok çeşitli ecnebi kaynaklardan maaşa bağlanan aydınların durumu ne ise, bugün de aynı şekilde düşmanlar tarafından beslenen aydınlarımız vardır. Dün Jön Türkler toplantılarını nasıl ülke dışında yapmışlar ve beraber hazırladıkları bildiriler, kanunlar ve tüzükler altına imza atmışlarsa, bugün de benzeri ihanet belgelerine yerliler ile yabancılar ortak imza atma durumundadırlar. Dün batılı ülkeler kendilerine bağlı aydınları nasıl başta para, seks, kumar, medya ve siyasi güç olmak üzere her türlü imkânlarla donatarak destek vermişlerse, bugün de aynı batılı devletler, din, devlet, vatan ve milletine ihanet edenleri aynı şekilde desteklemektedirler.

Kurtuluşumuz, bu “karanlık” aydınlardan, sanayicilerden, medya patronlarından ve siyasilerden kurtulup, gerçekten millete yol gösteren âlim ve münevverleri yetiştirmek ve onlara her türlü desteği vererek ve bilfiil arkalarında durarak başlayacaktır. Ümmet önderini yetiştirmelidir. O önderler ki, Allah onları, onlar da Allah’ı severler, mü’minlere karşı şefkat ve merhamet, kâfirlere karşı izzet ve şeref gösterirler, Allah yolunda cihat ederek kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte Allah Teâlâ’nın lütuf ve keremiyle o önderler ile ümmet yeniden İslam’a dönecek, sırat-ı müstakime girecek, İslam’ın bayraklarını en yüce burca dikerek yeryüzünde Allah’ın iradesini hâkim kılacaktır. Bizim duamız, onların arasında olabilmektir.

[1]

Azmi Özcan, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA) yıl: 2003, cilt: 28,  sayfa: 95-99.

[2]

A.y.

[3]

Bkz. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Masonluk md.